TRT Kurdî’nin sonsuz sayılı Türkçe aşkı yahut TRT’de Türkçe aşk başkadır
TRT Kurdî’ye göre Kürtler sabah altıda uyanıp hemen hatim izliyor. “Xitma Qur’anê” programına hiç denk gelemedim ama bir saatlik olduğu programdan görülüyor. Hemen sonrasında 15 dakikalık ilahi programı var, adı “Zubde” imiş, ona da denk gelemedim. Dense ki bu kanal Diyanet’in bir kanalıdır ve yayın akışı da dine diyanete dairdir, eyvallah. Sanırım kimse itiraz etmez.
Eski adıyla Şeş, mevcut adıyla Kurdî’yi, daha evvel de mevzubahis etmiştim bu köşede. O yazıda söylediklerimi tekrar etmeyeceğim, mümkün zamanlarda TRT Kurdî izlemeye devam ediyorum anlaşılacağı üzere. Benim kadar merakla izleyen çalışanı var mıdır, merak da ediyorum doğrusu.
TRT Kurdî’nin bir günlük yayın akışına bakmak, aslında hadiseyi özetliyor ama meselemiz o değil. Gene de, gelişine açtığım yayın akışına bakalım, meramımıza öyle geçelim. Bu kanalın dili Kürtçe olduğundan, olası izleyicilerin de Kürt olduğu hayal ediliyor sanırım, o yüzden cümlenin bu tarafını “Kürtler” olarak kurguluyorum.
TRT Kurdî’ye göre Kürtler sabah altıda uyanıp hemen hatim izliyor. “Xitma Qur’anê” programına hiç denk gelemedim ama bir saatlik olduğu programdan görülüyor. Hemen sonrasında 15 dakikalık ilahi programı var, adı “Zubde” imiş, ona da denk gelemedim. Onun da hemen ardından, “Nûbihara Biçûkan” isimli bir –belli ki– çocuk programı var. Burada biraz duralım. “Çocukların Baharı” diye çevrilmiş programın adı ama aslında bu bir eser. Kürtçenin anıt isimlerinden şair, mutasavvıf, kimi araştırmacılara göre filozof Ehmedê Xanî’nin aynı isimli eserinden olsa gerek bu program. Çünkü (kısaca) “Nûbihar” diye anılan ve yıllardır çıkan bir derginin de adı olan bu eser, medreselerde okutulmak üzere kaleme alınmış bir eğitim eseridir. Ve muradı Arapça öğretmektir. Manzum kaleme alınmış sözlüktür, Arapça-Kürtçedir. Pedagojik olarak mühim bir yer teşkil eder. Devam edelim.
Sabah haberleri, spor haberleri, “Günaydın” isimli bir program, hava durumu diye devam ediyor. 18.30’da “Kur’an Sevgisi” isimli, 21.50’de “Esma’ül Hüsna” isimli birer program var. Dense ki bu kanal Diyanet’in bir kanalıdır ve yayın akışı da dine diyanete dairdir, eyvallah. Sanırım kimse itiraz etmez. Ama değil, akşamları –izleyebildiğim kadarıyla– Aydın Aydın (bu bir müstear değildir) ve Berdan Mardini’nin müzik programları var. Sonsuz sayılı Türkçe aşkı burada başlıyor.
Kürt müziğinin halen yaşayan müthiş parıltılı isimleri var. Bunların bir kısmı geleneksel müziği devam ettiriyor, bir kısmı da oldukça evrensel bir müzik yapıyor. Sayması zor ama bir çırpıda akla gelenler Ciwan Haco, Aynur, Mehmet Atlı, Burhan Berken, Tara Jaff, Tara Memmedova, Kerem Gerdenzerî (Koma Wetan), Vedat Yıldırım (Bajar), Mirady, Kerem Sevinç gibi isimler. Onlardan önce gelen Şivan Perwer, Mihemed Şêxo, Ayşeşan, Meryemxan, Mihemed Arîf Cizrewî gibi isimlere dayanan, onları yeniden yorumlayan, kimi zaman coverlayan isimler bahsi geçen güncel verimler. Ama TRT’de bu isimlerin hiçbirine, tekrar etmek gerekirse, uzun zamandır hiçbirine rastlamak mümkün değil. Onlara rastlanamadığı gibi, ürettikleri eserlerin de önemli bir bölümü ekranda icra edilemiyor. Çünkü, “sakıncalı” geliyor bu külliyat TRT’ye. Söz gelimi, Ciwan Haco’nun “Can” isimli şarkısı icra ediliyor/edilebiliyor (kulağa hakaret bir versiyonunu dinledim geçende bir kadın solistten) ama “Dîyalog”un icrası zihnin en ücrasından bile geçmiyor. Geçemiyor. Hafazanallah, ağızlara biber sürülür. Yukarıda saydığım kimi isimlerin, geleneksel şarkılara el emeği göz nuru yaptıkları düzenlemeler de mirî malı olarak çarçur ediliyor. Kimsenin isim andığı yok elbette. Şarkıyı söyle geç.
Kürtçenin kendiliğinden politikleşmiş, kimi zaman ofansif mizahın konusu bile yapılmış “heval” [arkadaş, yoldaş] gibi, “spas” [teşekkür, şükran] gibi kelimeler de hızla çekilmiş dillerden. Onun yerine biraz Med TV’den temellük edilen ama edilmemiş gibi yapılan “temaşevan” kelimesi kalmış. “Spas”ın yerine “malî ava” [evin bayındır olsun] ikame edilmiş, “heval”in yerine ikame gayreti de yok. Çünkü gördüğüm kadarıyla pek arkadaş da yok o ekranda.
Sonsuz sayılı Türkçe aşk da şu biçimde zuhur ediyor: Müzikli programlara (malum onları izlediğim için “uzmanlığımdan” referans veriyorum, Engin Hoca’nın kulağı çınlasın, çok uğraştıydı şu ironi tırnağından kurtarmak için bizi) katılacak müzisyen sayısı haliyle darlaşınca, Kürtçe şarkı icra edebilen, “aslen Kürt” olan ama Kürtçe konuşamayan kimi şarkıcı arkadaşlar (heval değil) arzı endam ediyor. Aslen sohbet programı olan, en azından sohbet de murat edilen bahsi geçen eğlence programlarında, diyalog önünde sonunda gelip Kürtçe konuşamamaya dayanıyor. “Anlıyorum ama konuşamıyorum”cu arkadaş (hâlâ heval değil) soruya Türkçe yanıt veriyor, karşıda programı sunan beyefendi de onu Kürtçeye tercüme ediyor ve bu tuhaf diyalog sonsuza ulanıyor.
Bir önceki yazıyı “O esnada yan sokakta ölümler mi var, Hasankeyf’e ne olmuş, Dicle’nin suyu nereye akıyor, hangimizin tavuğu ötekiyle karışıyor… hiçbirinin kıymeti yok. Eskiden ‘jenerik’ olarak kıymet sahibi şeylerin de kıymeti yok. Alnımızın ortasında üçüncü göz çıksa ve bunun memleketi kazara Mezopotamya olsa, TRT Kurdî’de Kürtler halay çekmeye devam edecek Aydın Aydın’ın kulak yakan Kürtçesi eşliğinde,” diye bitirmiştim. Artık halaya da razıyım. Bari Kürtçe konuşulsun, kanalın adının hakkı verilsin, “gelmişdıkım, açmişdıkım”lar seyrelsin, kulaklara zihinlere yazık edilmesin.
Gazetemiz yazarlarından Evren Aybars’ın her pazar yazdığı leziz yemek yazılarının sonundaki naif dileklere çok özeniyorum. Bu defa ben de öyle yapayım. Herkese keyifli bir hafta sonu ve bolca anadil diliyorum. Hürmetlerimle.
Ufak not: Başlığa çektiğim “sonsuz sayılı gün” esprisi, Büyük Ev Ablukada’nın “Tayyar Ahmet’in Sonsuz Sayılı Günleri”nden aşırmadır. Arz ederim.