Çocukların öldürülmediği bir dünya özlemiyle…
Memleket gerçeği yazık ki bu: İktidara yanaşmazsanız özgürlüğünüz elinizden alınıyor. Bu kadar basit. Ayşe Öğretmen bu yüzen hapiste. İrfan Aktan, söyleşisinin bir yerinde, ona şu soruyu soruyor: “Yaşadıklarınızı tuvale aktarsanız, nasıl bir tablo çizersiniz?” Ayşe Öğretmenin cevabı hepimize ders olacak nitelikte: “Siyah bir yağlıboyayı tuvale fırlatırdım. Muhakkak arada tuvalin beyaz renkleri kalacaktı ki, onlar da benim açımdan umudu simgelerdi.”
1978 yılında yayımlanan Zülfü Livaneli albümü “Nâzım Türküsü”nün en vurucu şarkılarından biri, “Kız Çocuğu”. Nâzım Hikmet’in şiirinden bestelenen şarkı, ‘80’li yılların ortasında Sevingül Bahadır’ın yorumuyla gündeme gelmiş, dilden dile yayılmış, kitlelerce söylenmişti. Hâlâ söyleniyor, çok seviliyor. Bugüne dek farklı besteleri yapıldı ama Livaneli bestesinin yeri ayrı. Şiirin ve dolayısıyla şarkının en vurucu yeri şu dizeler: “Çocuklar öldürülmesin / Şeker de yiyebilsinler”. Hepimizin aklından geçen temenni bu ancak kimilerinin hoşuna gitmiyor. Şarkı, bu dizeler yüzünden yıllarca TRT’de söylenemedi. Bugün buna iktidar yanlısı özel kanalları da katmak gerekiyor çünkü “çocuklar öldürülmesin” cümlesi “terör propagandası” olarak algılanıyor.
Şarkıdan bahis açma sebebim, geçtiğimiz günlerde gündemi işgal eden Ayşe Öğretmen davası. Ayşe Çelik, hadisenin baş kahramanı. Onu Ayşe Öğretmen olarak biliyoruz çünkü öyle tanıdık. Silvan’da resim öğretmenliği yapıyor. “Yapıyordu” demek daha doğru zira 2015 yılında sözleşmesi yenilenmediği için öğretmenliği elinden alınmış. Tam da o günlerde Silvan’da sokağa çıkma yasağı ilan edilince (evde mahsur kaldıkları kısa dönemi takiben) eşiyle Diyarbakır’a taşınmış. 1986 doğumlu. Üniversiteyi Diyarbakır’da okumuş. Çevresindeki acıları o yıllarda görmüş, bizzat yaşamış. Sonrasında yaşadıkları daha da acı… Uzun uzun anlatmayayım, okuru Cuma günü bu sayfalarda yayımlanan İrfan Aktan söyleşisine yönlendireyim… Ayşe Öğretmen, yaşadıklarını, cezaevine girmeden önce yapılan bu söyleşide tüm açıklığıyla anlatıyor.
Yaşananı biliyoruz: 2016 yılının 8 Ocak günü Beyaz Show’a telefonla katılarak barış isteğini dile getiren genç öğretmen, programda söyledikleri bahane edilerek açılan dava sonucunda (tehir edilen cezasının günü gelince) altı aylık bebeğiyle birlikte tutuklanarak hapse kondu. Kızına Kürtçede “güzellik” anlamına gelen Deran adını koyan, çocuklara resim öğretmek dışında bir suçu olmayan Ayşe Öğretmen’in sözleri, yıllardır söylediklerimiz: “Türkiye’nin doğusunda, güneydoğusunda neler olup bittiğinin farkında mısınız? Burada doğmamış çocuklar, anneler, insanlar öldürülüyor. Sanatçı olarak bir şekilde siz de yaşananlara sessiz kalmamalısınız ve bir şekilde dur demelisiniz. Ayrıca bir şey daha söylemek istiyorum: Ölen çocuklara sevinen zavallı insanlar var. Ben bu insanlara, daha doğrusu biz o insanlara hiçbir şey söyleyemiyoruz, ‘yazıklar olsun’ demekten başka. Bir şey daha söylemek istiyorum, kusura bakmayın. Ben öğretmenim. Öğrencilerini terk eden öğretmenlere seslenmek istiyorum. Bir daha oralara nasıl dönecekler? O güzel, masum, tertemiz çocukların yüzüne, gözlerinin içine nasıl bakacaklar? Ben konuşamıyorum, gerçekten, burada yaşananlar ekranlarda, medyada çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun artık bizi, el verin. Yazık insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın. Söyleyeceklerim bu kadar.”
Bu kadar değil aslında. Ayşe Öğretmen, o gün, canlı yayında hislerini şöyle anlatıyordu: “Aslında çok şey söylemek istiyorum, duygu yoğunluğundan dolayı hiçbir şey söyleyemiyorum. Siz de fark ediyorsunuz sesim titriyor.” Sonrasında yalvarışlarına tanık olduk: “Lütfen siz de duyarlı olun, sessiz kalmayın. Rica ediyorum, lütfen.” Sesini duyduk, çoğalttık ancak tutuklanmasına engel olamadık. Böylesi durumlarda hepimizin eli kolu bağlı. Çok yakınlarımız, sevdiklerimiz cezaevinde ama hiçbir şey yapamıyoruz. Önümüzde tarihi hızla belirlenmiş bir seçim var ama meclisteki üçüncü partinin onu meclise sokan eş genel başkanları hapiste. Dahası, pek çok milletvekilinin vekilliği düşürüldü. Aynı partinin seçilmiş belediye başkanlarına görevden el çektirildi, yerlerine kayyum atandı. “Yeni” Türkiye, Ayşe Öğretmenin temennilerinin hâlâ geçerli olduğu bir ülke. Ayşe Öğretmen, bu temennileri dile getirdiği için artık hapiste.
Çocukların öldürüldüğü bir ülkede huzurdan söz edilemez. Nâzım Hikmet’in İkinci Dünya Savaşı’nı bitiren atom bombası saldırısı sonrasında yaşananları dile getirdiği şiir ve ondan bestelenen şarkı, çocuklar öldürüldüğü için hâlâ geçerli. Sadece çocuklar öldürülmüyor, insanlar düşünceleri yüzünden baskı görüyor, gözaltına alınıyor, hapse atılıyor. Yaşananların demokrasi adına yapıldığı söyleniyor ama şu anda ülkede olmayan şey bu.
Ayşe Öğretmenin Beyaz Show’a katıldığı günün sonrasında, Beyaz, Kanal D’nin ana haber bültenine çıkarak çok üzgün ve çok şaşkın olduğunu söylemişti. “Vatana, millete, bayrağa bağlılığımız belli, öyle büyüdük çünkü” diyen Beyaz, programda yaşananları savunamamış, amiyane tabiriyle kuyruğunu kısarak devlete yanaşmıştı. Beklenenin ötesinde bir tavır değil bu. Aksi şaşırtırdı. O gün haber bültenini sunan spikerin sözleri, Ayşe Öğretmenin söylediklerini doğrular nitelikte: Ayşe Çelik’ten “öğretmen olduğunu söyleyen biri” diye bahseden spiker, sonrasında şu cümleleri kurmuştu: “Beyaz Show’un konuklarına soru soracağını söyleyen kadının canlı yayında terör operasyonlarına ilişkin söyledikleri sosyal medya ve bazı basın organlarında tepkilere yol açtı. Zaten MEB de kadının öğretmen olmadığını belirledi…”
Beyaz’ın ya da gerçek adıyla Beyazıt Öztürk’ün haber bülteninde söyledikleri, bugün Ayşe Öğretmeni hapse atan erke bağlılığının ifadesi: “Ailecek vatanımıza, milletimize, bayrağımıza bağlılıkla büyüdük. Geçmişime bakıldığında bir tutarlılık görülür. Şehitler olduğunda programı yapmadık. Bu tür hassasiyetler hepimiz için çok önemli. (…) Beni kimse politikaya malzeme etmesin. Bugüne kadar insanları eğlendirmek için uğraştım, mümkün olduğu kadar politikaya girmemeye gayret ettim. Şimdi tam da göbeğindeyim. Bu konuyla ilgili malzeme olmak istemem. Benim üzerimden bir hesap yapılmasını istemiyorum çünkü işimi çok seviyorum ve Kanal D’de devam edeceğim.” Güneydoğuda yaşananlar hakkında söyledikleri (ya da söyleyemedikleri) oyunu ne kadar kaçak oynadığının göstergesi: “Herkesten bir fazla söyleyebileceğim bir şey yok. Bütün Türk halkı nasıl düşünüyorsa öyle düşünüyorum orası için.”
Memleket gerçeği yazık ki bu: İktidara yanaşmazsanız özgürlüğünüz elinizden alınıyor. Bu kadar basit. Ayşe Öğretmen bu yüzen hapiste. İrfan Aktan, söyleşisinin bir yerinde, ona şu soruyu soruyor: “Yaşadıklarınızı tuvale aktarsanız, nasıl bir tablo çizersiniz?” Ayşe Öğretmenin cevabı hepimize ders olacak nitelikte: “Siyah bir yağlıboyayı tuvale fırlatırdım. Muhakkak arada tuvalin beyaz renkleri kalacaktı ki, onlar da benim açımdan umudu simgelerdi.”
Yazıyı 1978 tarihli bir Zülfü Livaneli şarkısıyla açtım, iki yıl sonra, 12 Eylül’ün hemen akabinde yayımlanan “Günlerimiz” albümünden bir şarkıyla sonlandırayım. Albümü kapatan şarkı, yıllardır mutsuz ve umutsuz anlarımda sığındığım “Umudu Kesme Yurdumdan”: “Nasıl başlarsa fırtına / Öyle diner birdenbire / Bir ışık parlar yeniden / Karanlıklar arasından / Umudu kesme yurdundan // Şah damarı vurulsa da / Dört bir yandan sarılsa da / Işık yener karanlığı / Bak çocukların gözlerine / Umudu kesme yurdundan…”
Şair A. Kadir’in bir dizesini tam da burada anayım: “Çocuklar, çiçekleri umudumuzun.” Onların gözlerinde umut var. Bize gereken iki şey: Umut ve barış. Çocukların öldürülmediği bir dünyayı kurmak çok da zor değil.
Şarkıyı bitireyim: “Kara kışın buzu bile / Sürmedi sonsuza kadar / Bahara döndü sonunda / Filiz sürdü kar altından / Umudu kesme yurdundan…” Livaneli söylemiş, ben aktarayım. Kim bilir, belki bir Haziran gününde baharı yeniden görürüz.