Şirket genel kurulu değil, erken seçim
24 Haziran’da ülkenin genel kurulu yapılmayacak, erken seçim yapılacak. Bu seçim 2017 yılında 52,9 milyar TL kurumlar vergisi veren o şirketlerin, o bankaların değil, sadece sigaraya, alkole, toplu taşıma olmadığı için araba kullanmak zorunda kalarak petrole 138 milyar TL ÖTV ödeyen halkın da seçimi.
İktidar için seçim, genel kurul seçimi, çok açık. Koca ülkeyi şirket gibi yönetiyorlar. Şimdi de 19 ay öncesinde erken seçim yapıyorlar. Bu demokrasi için değil, kendi ekonomik hareketleri için. Onun motivasyonu, korkusu ve rahatsızlığı var bu işin arkasında. Kolay değil, halkın boğazından kesip sermayeye verdiler.
2000 yılında bu ülkenin nüfusu yaklaşık 68 milyondu. Şimdi 80 milyon. O zaman 18 milyon hektar olan tarla bitkileri üretimi şimdi 15,5 milyon hektar. Nüfus arttı, alan azaldı. O zaman 930 bin hektar olan sebze dikilen alan şimdilerde 800 bin hektarın altında. Meyvecilikteki cüzi artış dikkate alınsa bile 26,5 milyon hektarlık toplam tarım alanı şimdilerde 23 milyon hektara düşmüş durumda.
Yani “ülkenin tarım arazilerini küçülttüm, ekonomiye kazandırdım” dese hakkıdır.
KİŞİ BAŞINA 250 KİLO BUĞDAY, BİN KİLO ÇİMENTO
2000 yılında 68 milyon nüfusa 21 milyon ton buğday üretimi vardı. Şimdi nüfus 80 milyon, üretimi 21,5 milyon ton. Düşünsenize 2000 yılında kişi başına 300 kilo buğday üretilirken şimdi 250 kiloya doğru hızla ilerliyoruz.
Ama çimento öyle mi? 2000 yılında 36 milyon ton çimento üretildi. 2017 yılında ise 81 milyon ton çimento üretilmiş! Müthiş değil mi? Ömrü 40-50 hatta 100 yıl (!) denilen betonun hammaddesi buğdaydan daha çok üretiliyor. 2000 yılında kişi başına 500 kilo çimento üretiliyorken 2017’de 1000 kilo civarında.
Nasıl böyle oldu?
Tabii ki bu ülke şirket gibi yönetildiği için böyle oldu. Önce zarar ediyor denilip mevcut kurumlar talan edildi. Tabii iyi bir pazarlama tekniği idi. "Talan edilecek" denmedi, "Zarar ediyor" dendi.
İNŞAAT EN GÜZEL KATMA DEĞER
Sonra “Katma değeri yüksek ürünler üretilsin” dendi. İktidar katma değerin en güzelini buldu, inşaat sektörü! Doğayı, hem üretirken işçi olarak hem de tüketirken tüketici olarak sömürmenin en güzel yolu idi. Asıl üretim belediyelerin imar dairelerinde, TOKİ’de, kamu-özel ortaklık projelerinde oldu. Tek yapılacak üretim imar artışı ve imar değişikliği idi.
Zarar edilenler talana açıldı, sömürünün bir başka adı olan “katma değeri yüksek ürün” tanımı ise imar artışı ile sağlandı.
YOKLUK EKONOMİSİ
Bir insanın ihtiyacı olan ekmek, süt hatta barınma ihtiyacı bellidir. Bunları üretmek ve yaşamak mümkünken, bir süredir bunları yok ediyorlar. Çünkü yokluk en büyük ekonomi. TOKİ kasabalarda bahçeler içindeki evleri yıkıp kömür yakan, sebzesini yetiştiremeyen bir kır yaşamı geliştirdi. Böylece köylüye hem kömür hem deterjan hem de gıda satmaya başladı, yanına BİM, A101 dikebildi. Özetle bu ülkede herkese yetecek bir ekonomi var ve iktidar daha fazla sermaye aktarmak için üretimi azaltmak, oluşan yokluğu ise kendi kontrolündeki ithalat ile yapmak istiyor.
PAZARLAMA BAKANLIĞI
Ülkede sanki bir pazarlama bakanlığı var. Özelleştiriyor, satıyor, devrediyor. Ülkede halka ait hiçbir şey kalmadı. En son şeker fabrikalarını satmaya çalışıyorlar. Hem de bir kilo şeker parasına. Böyle bir iddiada bulunmuştuk ama o iddia fazlası ile doğru çıktı. Kırşehir şeker fabrikası deposunda 90 milyon kilo şeker çıkıyor ve bir anda satışına karar veriliyor. Siz bir de diğer fabrikaları düşünün. Her birinde ne kadar stok var kim bilir? Anlayacağınız ülkede bir kırık sandalye ve bir masa kaldı. Bu durumdan sermaye çok memnun. Çünkü ülkede mallar değil, ülkenin daha fazla sömürülme ihtimali bile satılık. Öyle ki iki yıl önce sarf edilen inşaatçıların bu sözlerini anlamamak mümkün mü?
“Türkiye bir inşaat ülkesidir. Bunu hiç kimse gözardı etmemelidir. Ülkemiz, mega projeler açısından dünyada ikinci, Avrupa'da ise birinci sırada geliyor. Siyasi istikrarsızlık, iç barış tehdidi, global piyasalardaki dalgalanmalar gibi unsurlar ülke ekonomimizi, dolayısıyla 100 mega projenin gerçekleştirilme sürecini riske atıyor.”
Bir taraftan dünyanın ikinci büyük mega proje stoğuna sahip olmak, diğer taraftan bunu satmak. O yüzden ülke bankaları devletten, dışarıdan borç alıp bu projelere kredi sağlanıyor. Mesela Atatürk’ün emri üzerine 26 Ağustos 1924’de kurulan İş Bankası'nın kredi verdiği o seçkin projelere bir göz atın. Halkın bankalardaki mevduatı üstünden verilen krediler yetmiyor, Çanakkale Köprüsü için Güney Kore’den Almanya’ya, İtalya’ya, hatta Çin’e kadar toplam 10 ülkenin 24 bankasındaki halkın birikimi kullanılıyor.
Ama mesele bu değil. 24 Haziran’da ülkenin genel kurulu yapılmayacak, erken seçim yapılacak. Bu seçim 2017 yılında 52,9 milyar TL kurumlar vergisi veren o şirketlerin, o bankaların değil, sadece sigaraya, alkole, toplu taşıma olmadığı için araba kullanmak zorunda kalarak petrole 138 milyar TL ÖTV ödeyen halkın da seçimi. 630 milyar TL’lik bütçenin her bir gelirinde alın teri olanların seçimi. 2017’de üretilen 3 trilyon 100 milyarlık gayri safi yurtiçi hasılayı yaratanların seçimi.
İktidar 24 Haziran’ı bir genel kurul olarak düşünüyor. Mega projeleri yapabilme ihtimalini nasıl dünyaya satıyorsa, bizlere de satmak istiyor. Kentsel dönüşümü nasıl deprem bahanesi ile satıyorsa, bunu da böyle satıyor. Almamak sizin elinizde, bunu yememek sizin elinizde.
Bu arada belirtelim, 2017’de kişi başına bin kilo çimento üretildi ama üretim kapasitemiz 1650 kilo! Pek çok proje engellemeseydi daha fazla çimento üretilebilirdi. Ama dediğim gibi 24 Haziran’da yersen şirket genel kurulu, yemezsen birileri için çok erken bir seçim var.