Kerem’in sesi
Sanki hiç yaşamadı bizimle. Bizim bu saçma tasavvufumuza hiç kapılmadı, bizimkiyle farklı bir yüzyılda yaşadı.
Böyle saçma yahut mecbur kalınmış bir uzaklıkta yaşayınca her şeyden en son benim haberim oluyor sanki. İyi müzikler güzel göklerde yankılanıyor da epey geç duymuş oluyorum. Ama duyunca Kürtçe ile bu kadar özdeşleşen isimleri Türkçe yazmak beni de huylandırmıyor değil. Xanî gibi dünyanın burcuna şiirli sözün bayrağını dikme hayali gerçek olacak bir gün diyerek sözü Kerem Sevinç’e getireceğim. Mikail Aslan ve Ali Sizer gibi onu da geç tanıdım. Uzun süre “Leyla”yı dinleyip durmuştum oysa: “Leyla rinda ro yo / Leyla vora ko yo / Leyla awka êyn o / Gula baxço Leyla.”
Aşkta simgelerin yeniden dirilen bir tarafı yok mu? Gençken insan yavan buluyor bunu. Leyla evet uzun bir tekrardır ama aşk duygusu değişmedikçe ve tekrarlandıkça yaşandığına inanılan bir duygu sanki. Bu yüzden solgun bir gülü derer insan. Bu yüzden Mecnûn oradan çıkıp geliyor, Abelard şuradan, Zîn öteden geçip bakıyor ve ruhta Ferhad’ın külüngü yankılanıyor. Kerem’in Leyla’sı da öyle.
“Dej” çıkageldi sonra. Dej sadece harika bir müzisyenle tanıştırmakla kalmadı, onun daha önceki şarkılarını tanımayı da sağladı. Zaten Leyla onlardan biri. Yine de Dej’i başka bir yere almalı, şimdilik baş köşe de olabilir. “Şimdilik” diyorum çünkü takip edecek albümlerin Dej’i aşma tehlikesi çok yüksek! Çünkü bu adam ilginç biri. Sanki kalan bir ömür için acele ediyor. İpince bir ağaç gibi sadece dilinin üstüne eğiliyor. Konserlerde Kurmancca da okuyor, Soranca da ama albümleri Zazaca. Tek özelliği Kürtçe olan albümlerden çok farklı. Kişisel şarkılar bunlar. Bireysel bir terennüm. Siyasetin fazla öne çıktığı dönemde çok apolitik bir şey diyordu bu şarkılar –“Dayê” hariç. Ama siyasetin geriye itildiği dönemde varlığıyla birer siyasî vesikaya dönüşmüş gibiler. Çünkü dünyanın en politik dilindeler!
Yalnız bu adamın dünyası çok başka. Galiba önce bir roman kahramanı olmalıydı. Sonra bir savaş filminde Sur’un yıkıntıları üstünde göğsünü döverek, acıyla çırpınarak, topuklarını hırsla yere vurarak dans eden biri. Sanki zaten buralardan geçtikten sonra müziğe gelmiş. Yoksa bu yüzden mi bu kadar uzak ve ayrı duruyor? Onun romantizmi, Kürtler açısından hiç de “milli ve yerli” değil. İçteki büyük öfke, heyecan ve coşkuyu merkez komite ciddiyetine mahkûm eden “biz”in çok dışında biri o. Sanki hiç yaşamadı bizimle. Bizim bu saçma tasavvufumuza hiç kapılmadı, bizimkiyle farklı bir yüzyılda yaşadı.
Mardin’de esintili bir terasta onunla yüz yüze tanışmayı beklerken böyle şeyler düşünüyorum. Sonra Instagram'dan bana gönderdiği mesajı okuyorum: “Birbirimize sarılmak için yeterince geç kalmadık mı?” Ortam benim için fazla sosyal. Konser. Çok insan var. Aklım kütüphanemde, okunan ve yazılan şeylerde. Birkaç kez kalkacak gibi oluyorum. Ama sarılmaktan bahseden cümle aklıma geliyor. Sonra o çıkageliyor.
Ruhu başka yerde dolaşan biri. Fazla karizmatik. Ama insanı mahcup edecek kadar mütevazı. Yine de ses sistemi bir türlü çalışmayınca dünyaya sığmamaya başlıyor. Kendisi dâhil herkesi unutuyor. Sonunda bir ip ve bir kol çantasından bir kemer uydurup gitarı boynuna asarak yerinden fırlıyor.
Kimseyi kıskanmayan bir sanatçı! Mehmet Atlı’ya selam yolluyor, Mikail Aslan’a, Mem Ararat’ın tebessümüne. Hele bir şarkının introsu niyetine “Kekê Xiyaseddîn”i okuması yok mu? İçimden “deli yahu bu adam” diyorum. Yandaş müziği müezzin soundu, muhalif müziği bar soundu ile tarif edebildiğimiz bir çağda Kekê Xiyaseddîn! Başka bir dil bir yana, başka bir sese çevrilemeyecek Şakiro icrasından sonra hem de.
Neredeyse bütün ezgileri doğadan alınmış seslerle dolu ama şehirli bir dinleyicisi var. Kol kola giren değil, el ele tutuşan gençler. Bütün şarkılarında bir dağ var mutlaka, bir nehir, uzaktan bakılan bir ufuk çizgisi. Sosyal medyada dünyanın her yerinden insanların kendi dilleriyle telaffuz edip paylaştıkları “Bao”da mesela: “Kam vato ti meyman a / Ti zaf rindika seyrana / Çîçega koyê Ezîrgan a.” Ne dendiğini bilen az olsa da herkesin bir şey dediği bir şarkı.
Uzun süredir aslında bir şair olduğu unutulmuş büyük âlim Malmîsanij’ın “Poşman” şiirinin bestesi, diğer ezgilerin de özeti gibi geliyor. Hazır her şeyi gitar üzerine kurmuşken evrensel olmak adına daha Batı’dan, hatta elim değmişken Balkanlar’dan da bir şeyler tıkıştırayım tavrı yok Kerem’de. İnsan pek çok ses duyuyor onun şarkılarında, ama sentez değil de zaten bu müzik varmış diye düşünüyor.
Kerem bir sevinç olarak girdi hayata. Şarkılarına sarılmak için geç kalınmamalı.