Adayda değil demokraside ittifak
Oyunun kuralının maç başladıktan sonra belirlendiği atmosferde soluk alamaz haldeyiz. Normal olarak her muhalefet partisi kendince çözüm aramakta. Kendi adayını, kendince en güvenilir kişi olarak görmekte. Ancak kişiler, adaylar tartışmasına gömülüp, demokratik çözümler önermekte gecikilirse, seçmeni bulunan adayın “iyi”liğine ikna da hayli zor.
“Sen, ben, Abdullah” 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden yadigar, siyasi literatüre. Bugünden yarına kalacaklarsa art arda basın açıklaması yapılarak, nedamet getirme modası herhalde. Üç isim telaffuz edilen günlerin, hatırdan dahi geçirilmemesi gereğini açıkça beyan etmekle vazifelendirilmiş gibiler. Niyet, Abdullah Gül’ün adaylığını önlemek. 2018 seçimlerinde de on bir yıl önceki gibi en çok konuşulan isim olmayı başardı, sürdürdüğü sessizlik politikasıyla. Muhalefet partilerinin demokrasi öncelikli ittifakına çatı aday olması ihtimali sıfırlanmadıysa da iki gün öncesine kıyasla hayli zayıf şu an. Gerçekten seçimlerin kaderini etkileyebilecek bir isim mi, zaman gösterecek.
Adayların kimliği etrafında dönen tartışmalar, ülkeye yeni bir “kurtarıcı baba” arandığı izlenimi veriyor. Sonrasında da muhtemelen bizi O’ndan kimin kurtaracağı, tartışmaları doldurur gündemi. Tek adam rejimi dayatan, kural tanımaz başkanlık sistemini, en azından resmen hayata geçmeden ortadan kaldırmak gereği açık. Ancak kamuoyuna yansıyan ittifak görüşmelerinde böylesi önemli ilkesel tutuma dair umutlanacak bilgiler yok. Sadece parlamenter sisteme dair söylemler yeterli değil. Zira yeni sistem seçilecek kişinin kimliği ve kişiliğinden de bağımsız biçimde otoriter yönetimi dayatacak nitelikte. Tabir uygunsa bu sistem, gökten melaike inse onu diktatör kılmaya elverişli.
Oyunun kuralının maç başladıktan sonra belirlendiği atmosferde soluk alamaz haldeyiz. Normal olarak her muhalefet partisi kendince çözüm aramakta. Kendi adayını, kendince en güvenilir kişi olarak görmekte. Ancak kişiler, adaylar tartışmasına gömülüp, demokratik çözümler önermekte gecikilirse, seçmeni bulunan adayın “iyi”liğine ikna da hayli zor. Yani isimden önce ilke vurgulanarak isimler tartışılmalıydı. Kısacık birkaç gün kalmış olmasına rağmen ülkeye soluk aldıracak yöne hâlâ evrilebilir, muhalefet ve kurulacak demokrasi ittifakı ihtimali hâlâ var. AKP’nin oyunları da sürüyor.
Bir yıl önce kendi yazıp kendi kabul ettikleri ve şaibeli referandumla dayatılan Anayasa değişikliği, şu an kendilerini de rahatsız etmiş gibi. Madde 101 özellikle muhalefete sınırlı da olsa hareket kabiliyeti tanıdığından bugün iktidarı rahatsız ediyor. İkinci turda en çok oy alan iki adaydan birinin çekilmesi durumunda üçüncü sıradaki adayın seçimlere katılmasını öngören maddede değişiklik düşüncesi AKP çevrelerinde dillendiriliyor. Hukuku böylesine ters yüz edici girişim gerçekleşirse, seçmen nezdinde AKP’nin iktidarını perçinleyen 367 dayatması yeniden yaşanmış olur. Hukuksuzluğun böylesini seçmenin affetmesi mümkün değil. Elbette bu maddenin değiştirilmesini düşünmeleri, dile getirmeleri bile yeterli, seçmen nezdinde itibar kaybı için. Muhalefet gerektiğince dile getirirse, gündemi bu tartışmayla doldurmayı başarabilirse.
Diğer yandan ikinci tur ihtimalini düşünüyor olduklarının itirafı niteliğini taşıdığı için de mühim 101'inci madde meselesi. Erdoğan’ın ilk turda seçilme beklentisinin hayli zayıfladığını açıkça gösteriyor. Ve bu endişeyle yine kamplaştırma siyasetine sığınıyor. Toplumu hâlâ karpuz gibi ortadan yarılmış, iki siyasi kutup ekseninde tutmaya çalışıyor, Melih Gökçek taktikleriyle. Vaktiyle CHP’yi, Murat Karayalçın’ı aday göstermesi yönünde köşeye sıkıştıran Melih Gökçek dindar-seküler eksenindeki, toplum sosyolojisini kullanmıştı. Şimdi Erdoğan da aynı eksende seçmenini konsolide etmeyi başarmak üzerine kurmuş gibi seçim stratejisini. “Bay Kemal” seslenişleriyle, CHP üzerinde baskı kurarak Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kaçınılmaz kılmak niyeti. CHP bu tuzağa düşerse seçmen eğilimi yine dindar-seküler karşıtlığına kilitlenir.
Halbuki son yıllarda toplum dokusunda meydana gelen değişiklikler kimlik siyasetinin ötesine geçebilmeyi mümkün kılıyor. Kimlikleri reddetmeden hukukun üstünlüğü ve demokrasi müştereklerinde ortak politika üretme becerisi yönünde ümit verici yaklaşımlar var. Hayır cephesi ya da demokrasi bileşenleri diyebileceğimiz bu yeni siyaset arayışını, seçimlerin kaderini belirleyecek temel eğilim haline getirmenin yollarından birisi de CHP’nin aday belirlerken dikkate alacağı kriterler olacak kuşkusuz. Politik hırsıyla değil toplum genelinin takdirini kazanmış mesela hukukçu kimliğiyle tanınan bir isim benim gönlümde yatan. CHP bünyesinden insan hakları hukukunu önceleyeceğine dair güven duyulacak bir isme şu an toplum da itimat edebilir. Hem kendi tabanının tereddütsüz kabul edeceği sosyal demokrat bir aday hem AKP küskünlerinin, dindar muhaliflerin, Kürt seçmenin güven duyabileceği, sol seçmenin itiraz etmeyeceği isimler var CHP içinde.
Saadet Partisi Gül’ü, İYİ P Akşener’i adaya gösterdiğinde cumhur ittifakındaki mevcut çatlakların genişleyeceği kesin. HDP’nin Demirtaş’ı aday göstermesi sadece ahde vefa açısından değil aynı zamanda yapılan zulmün somut örneği olması bakımından da yerinde. Aynı zamanda CHP de mesela Rıza Türmen’i aday gösterirse 24 Haziran seçimlerinin kaderini belirleyen muhalif partiler olabilir. Bu arada sayın Türmen’in de affına sığınarak belirtmeliyim ki ismi sadece gönlümden geçen bir örnek. Kendisinin böyle bir arzusu olup olmadığını, partide böyle bir seçenek ihtimalinin konuşulup konuşulmadığını bilmem mümkün değil. Toplumun dindar-seküler karşıtlığından uzaklaşma eğilimini güçlendirecek kişilerden birisi olarak verilmiş örnek sadece.
Bu adayların seçim sonrası için demokrasi ve hukukun güçlendirilmesi, kuvvetler ayrılığı ilkelerini hayat geçireceklerini deklare eden ortak seçim beyannamesi sunmaları halinde seçimin kaderi gerçekten etkilenir.