Muhalefeti kaybetmek
Gezi’nin, sol tarafından tam anlaşılamaması bir karşı devrim süreci yaşatıyor bize. Gezi’den hemen sonra hemen seçime endekslenme, seçimlerde Gezi’yi kavrayamama ve klasik yerel seçim metotları ile ve mesela ‘lafı nasıl koydum muhalefeti ile sınırlı muhalefet’in bunda payı var.
Gazete Duvar’a hep umutlu yazılar yazmaya çalışıyorum. Zaten umutlu olurum her zaman. Çünkü dünya ve sokakları onların bize anlattığı gibi değil; ama ‘umutlu’ olmak gerçekçi olmamayı gerektirmiyor...
Genç bir arkadaşımla konuşuyordum. Gezi’de, sokaklarda oldukça hareketli olanlardandı. Cumhurbaşkanlığı seçimini konuşuyorduk. Herkes gibi. O ‘Ekonomi çöküyor bundan bir karşı çıkış doğmayacak mı?’ diye başladı. -Çok konuşan benim ve biraz savruk olacak yazı ve kopuk.-
Her şeyin ekonomiye bağlanması ve o çökünce iktidarın çökeceğini düşünmek, hiç de kesinliği olan bir şey değil. Mesela Venezuela uzun zamandır ekonomik olarak batık ama iktidar hâlâ yerinde. Burada bana göre esas üzülecek mesele muhalefeti kaybetmek. İlk turda önde çıkacak aday sağcı, iktidar. İkincisi çok muhtemel sosyal demokrat bile değil, yine sağcı. Belki üçüncüsü de. Yani biz ne kadar az olsak da, her zaman sol diye anılan ve muhalefetle özdeşleştirilenlerdik. (Ki gerçekliği ve doğruluğu bu tarafımızdı, iktidara bulaşmamış, belki sadece sırtını biraz sürmüş olduğundan daha temiz olmasıydı. İyi olandı.)
Yani bizim esas üzülmemiz gereken taraf, muhalefeti kaybetmiş olmamız. Bir o vardı elimizde ve o da kalmadı.
Gezi’nin, sol tarafından tam anlaşılamaması bir karşı devrim süreci yaşatıyor bize. Gezi’den hemen sonra hemen seçime endekslenme, seçimlerde Gezi’yi kavrayamama ve klasik yerel seçim metotları ile ve mesela ‘lafı nasıl koydum muhalefeti ile sınırlı muhalefet’in bunda payı var. Sivil paramiliter güçlerin örgütlenmesi, mafyalarla işbirliği, milliyetçi şoven saldırılar, insanların kaçırılmasının yeniden başlaması, şiddetin devletin günlük kullanım biçimi halini alması ve yargının bir şiddet aparatı olarak kullanılması, bütün bunlar bir karşı devrim durumunun göstergesi. Siz iktidarı, yurt dışına kablolu televizyon seyretmeye gönderip, ülkenin direniş mekanını günlerce ele geçirip, bunun farkında değilseniz sonra muhalefeti de sizin elinizden alırlar. Şimdi sağım solum sağ!
Bunları daha açık konuşmak gerekirse, solun zaten iktidar üzerinde neredeyse hiç payı yoktu ama muhalefeti her zaman sürüklerdi. Belki de 1960'tan beri Türkiye'de ilk defa sol, muhalefeti de kaybetti. Selo’nun etkisi de alt kapalıya tıkılıp, tecrit edildi.
Benim konuşmalarda söylediğim bir şey vardı belki hatırlarsın, "Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üç sıçrar, dört sıçrar, beş sıçrar, altı..." Yani başına vurmadığında hep sıçrar. Yani ekonominin bozulması bir isyan değil, yıkıcı bir yozluktan başka bir şey getirmez. Ancak devletin bir kanadı, ki kaldıysa, bunu bir yıkımı fırsat olarak görür ve harekete geçme cesareti gösterirse bir değişim (!) söz konusu olabilir.
Düşünebiliyor musun Cumhurbaşkanı “Bir tane fabrikada grev söz konusu mu? Böyle bir şeyde anında müdahalemizi yapıyoruz. Ve OHAL anında bir çözüm kaynağı oluyor" diye açıklama yapıyor, hem de seçim öncesi. Buna karşı kim açıklama yaptı ilk? Biliyor musun kim? TÜSİAD! Böyle bir şey olabilir mi ya! Türk İş Başkanı iki gün sonra açıklama yaptı. TÜSİAD’tan sonra. Muhalefet dediğin TÜSİAD…
-İşte bu durum sürdürülebilir mi?
Ama bu durumdan ancak derinleşmiş yozluk çıkar. Bir örgütlenme şansı ve Gezi’nin dağınık külleri arasından yeniden 'Durduramayacaklar halkın coşkun selini' çıkar mı ? Sanmıyorum. Örgütlenmeden olmaz. Neoliberal kriz karşısında bir isyan olabilir belki ama karşı devrim sırasında da isyan yaşanmaz. Yani zor. Gezi sonrasında düşünsel bir cüretle radikal bir programı savunmak gerekiyor derken, herkes seçimde ılımlı aday arayışı yapıyordu. Şimdi siz sağ, biz sağ’lamet…
Yani sana sorum şu: Arkasına devletin çok önemli bir kesimini almış ve paramiliter güçleri örgütlemiş ve en azından halkın yüzde 25'inin kesin destek verdiği bir iktidar yıkılır mı? Karşı devrim günlerinde bu mümkün mü ? Hitler bunun çok daha azına sahipken iktidarı aldı.
-Bu Suriye mevzusunda “aykırı” davranma, AB ile gerilme, mülteci krizi?
-Mülteci krizi mi? Mülteci krizi var mı? AB sözlerini tutmuyor buna rağmen uyuyor Türkiye. Her şeye rağmen. Söz verdikleri parayı vermediler buna rağmen. Vize serbestisi olacağına zaten hiç bir zaman inanmamıştım ama sadece o değil gerçekten de AB’nin dediğini yapıyor. AB sermayesinin işleri tıkırında.
Dünyanın her yerinde nakit bolluğu varken, bu para bolluğunda LIBOR faiz ilk defa eksiye düşmüşken, devlet garantili, yüksek faizli, teşvikli, borç paraya atlayan bu iktidarın bu seneki ‘yatırımları’ Çin ve Japonya dahil, bütün Asya’nın yatırım toplamından daha yüksek -‘borca batma’ toplamı anlayın siz bunu-. Bu iktidara dünya sermayesi neden karşı olsun ki? Yazmıştım, mesela köprü inşaatları, sadece iki kıtayı birbirine bağlamıyor bu iktidarla dünyanın finans kapitali arasındaki köprüler bunlar ve her ülke sermayelerine altın gününde dağıtılmış pastalarla, uçak, tank, füze alımlarını filan da saymıyorum.
Ne mi yapmalıyız?
Yeniden ve sabırla örgütlenmek. Seçimlere endeksli olmaktan çıkıp mesela ‘Borçlular hareketi’ örgütlemek. Ülker, Doğuş filan borçlarını erteletiyorsa, biz kredi kartı borçluları, ev kredisini geri ödeyemeyenler, boğazımıza kadar faize ve borca batmış olanlar, çiftçiler, işçiler, küçük esnaf birleşerek bankaların karşısına çıkıp ‘yapılandırma’ isteyebilmeliyiz mesela ya da aracıları silip süpürdüğümüz takas ağları, kooperatifler…
Farkında değil misiniz bu seçimi her durumda kaybettik biz ve bu yüzden önce muhalefeti geri almalıyız…