YAZARLAR

İçin için kaynadığın

Bir gün önce Kadıköy’de Surp Takavor Ermeni Kilisesi’nin kapısının önüne koca çöp konteyneri boşaltılmış. Duvarında da bir yazı: “Erzurumlu - Bu vatan bizim” Annemle babamın evlendiği, vaftiz olduğum, korosunda yıllarca durduğum, gün aşırı mum yaktığım kilise. Çarşının girişinde, günün gecenin hiçbir saatinde insansız kalmayan kilise.

İçinde bir şeyler olur bazen. Dışarıdan farklı bir şeyler. Başka zamanlara, başka mekânlara ışınlanırsın. Çağrışım zinciri halka halka harekete geçer. Bir koku, bir ses, bir ânı, bir fotoğraf alır götürür insanı.

Yıldönümleri, bayramlar da belleğin tetikleyicisidir. Aslında yılın, yılların geçtiğini, zamanın akıp gittiğini yılbaşlarından bile daha keskin hatırlatır. 1 Mayıs günüyle halim bu. Bize ne senin halinden dedirtmeyecek bir insanlık hikâyesi dilerim. Herkesi kendi iç zamanlarına ışınlamasını bütün bu kelimelerin.

Senelerden bir sene, yirmilerimin başında 1 Mayıs günüyle Viyana’daydım. Bayram ve şenlik olabilecek bir tarihe dönmüştü o gün de şaşırmıştım. Acısız, kansız, yasaksız, korkusuz, öfkesiz kutlamaları. Safi kutlamaları. Emeğe, umuda ve bahara selam durmayı.

Ülkemde de coşkulu kutlamalar vardı bir zaman. Çok küçükken gazetelerdeki güzelim abi ve ablaların siyah-beyaz fotoğraflarını severdim. Başlarına geleni okuma yazma öğrendikten de sonra bilecektim. Araya kan, araya ölüm, araya acı, araya öfke, araya isyan girdi. Ha ki yine bir araya gelmeyi bildik, atomlarımıza parçaladılar. Bu yıl sadece daha önce yazdığım şu arka balkon ağaçlarına şükrederek duruyorum. Sert bir kış günü ortasında kırılmış haliyle kendini yıllar içinde yine ayağa diken defne ağacından biliyorum hayatı ve 1 Mayıs’ı.

NAHOŞ BİR OLAY

Bir gün önce Kadıköy’de Surp Takavor Ermeni Kilisesi’nin kapısının önüne koca çöp konteyneri boşaltılmış. Duvarında da bir yazı: “Erzurumlu - Bu vatan bizim” Annemle babamın evlendiği, vaftiz olduğum, korosunda yıllarca durduğum, gün aşırı mum yaktığım kilise. Çarşının girişinde, günün gecenin hiçbir saatinde insansız kalmayan kilise.

Vatan çöplük oluyor böyle bazen. Sonra katiller hep on yedi yaşında, failler meczup çıkıyor. Hoşgörü topraklarında ırkçılıktan eser yok. Hep böyle münferit olaylar. Münferitlikle ömürler tükeniyor.

Kilise Vakfı’nın konuya ilişkin açıklamasının ilk paragrafını da bir ruh hali tespiti olarak kaydedeyim: “Kadıköy Surp Takavor Ermeni Kilisesi’nin 30 Nisan 2018, Pazartesi, sabahın erken saatlerinde nahoş bir olayla karşı karşıya kaldığı sosyal medyada yer almıştır. Bunlara göre kilisenin önüne çöp yığılmış ve duvarına da memleketimizin toplumsal anlayışına ters bir yazı yazılmıştı.”

Böyle başına geleni handiyse gıyaben öğrendiğin, adını koymadığın, utanmasan “Kamuya verdiğimiz rahatsızlık için özür dileriz” diyeceğin bir ruh hali. Hem de söz konusu nahoş olayda duvarına yazılan yazı memleketin toplumsal anlayışına tersmiş. Artık nasıl bir memlekette yaşıyorsan? Ya da nasıl bir toplu amnezi imdadına yetişiyorsa? Darısı herkesin başına. Ömrün uzar vallahi.

Ben epey hasretini çekiyorum hoş olayların. Şu defne ağacındaki hayata tutunma inadının. Şairin dediği “mahveden havalar” geldi. İçmeden sarhoş olmalık, bütün duyularınla uyanıp çarpılmalık. Çimenlere uzandığımda yanımda güven duyduğum insanlarla çevrili olmayı, geceye fısıldadığım, rüyalara mühürlediğim ruh zerremde anlaşılmayı dilerdim. Yalan ve riya ortasında azıcık sahici ve iyi hissetmeyi.

HİİİÇ

İçin için kaynarım. Yüzeyim çok ama çok sakin olur. Gözlerim dalgın. Koca bir evin altını üstüne getirecek, makineleri yerinden sökecek, eşyaları parçalayacak bir öfkeyi avuçlarımda ısınırken bulurum. Yüzeyim çok ama çok sakin olur. Ne düşünüyorsun derler bazen. Hiiiç derim.

O uzun, üçlü i’nin ortasına hakikatim sığar. Gülten Akın’ın güzelim şiirinde dediği “Ah, kimselerin vakti yok/Durup ince şeyleri anlamaya” cinsinden hakikat. Paylaşmaya zaman, emek, sevgi gerektiren. Oysa nasıl geliyordu şiirin ve hayatın devamı:

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar

Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya

Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı

Bakıp kapatıyorlar

Geceye giriyor türküler ve ince şeyler

Beklentisiz beklemeler de vardır. Biriktirdiklerin için için. Şiirin sonundaki bir buluşmanın umuduyla:

Bir gün birileri öte geçelerden

Islık çalar yanıt veririz

Belki buradaki gizli kilit. Belki ıslık çalar birileri. Belki yanıt veririz.

Ya da o kadar geç olur ki zaman, sadece gülümseriz.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.