Küçük Tuğba Ekinciler, ikizlere takke, kadınlara AVM
Geniş ve garip bir skalada, Tuğba Ekinci de, Hülya Avşar da, dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir entelektüel kadın da bazı bakımlardan az çok benzer sıkıntıları yaşıyor gibi görünüyor (maalesef.) Bir ‘taşınırlık’ meselesidir tutturulmuş gidiyor. Dünyanın en değerli taşınmaz ’malı’ statüsüne giriveriyor bir anda, herhangi bir açıdan iddialı olan kadınlar!
“Ay ben kadınlarla geçinemiyorum. Arkadaşlarım felan hep erkek. Benim içim dışım bir ya, çekemiyo beni kadınlar.”
Bu düşüncenin türlü türlü ifadesini, hayatınız boyunca türlü kadından duymuşsunuzdur. Bunun düz ya da inceltilmiş versiyonlarını kadın arkadaşlarının yüzüne bile söylemekten çekinmeyen kadınlar, her kesimde vardır. Toplumsal cinsiyet meselelerine dair farkındalığın artmaya başlaması, böyle şeylerin ifade edilmesini bir parça zorlaştırmaya başladı, bu iyi. Ayarı yiyen sadece erkekler değil yani, kadınlar da yiyor. Geniş bir çerçevede, hepimiz yiyoruz. Bu konuda farkındalığın, kendinle, cinsiyetinle ve çelişkilerle barışmanın sonu yok, gerçekten. İşin anahtarı herhalde kendini her tür önyargıdan azade sanmamak.
Daha önce bu konuda yazmıştım, elbette kadınlar arası ilişkiler, zordur. Mesele kolay olması değil, bu zorluğun bin yılların ürünü bir toplumsal cinsiyet meselesi olduğunu bilerek tavır almak. Tavrını kendinle ve kendi cinsinle barışmaktan yana koymak. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da daima öğrenci olmak, hayatın hep ‘okuru’ olduğunu bilmek.
Elbette ki kadınlar arası ilişkiler zor çünkü hâlâ erkeklerin dünyasında yaşıyoruz. Kadınlar arası rekabet, arzu edilen ve körüklenen bir şey, daha aile ilişkilerinden başlanarak. Uzun süredir çok yaygın bir biçimde tüm bunlarla mücadele ediyor işte kadınlar. Tüm engellere rağmen kendi hayatlarının sahibi ve sözcüsü olmaya çalışıyorlar. Epey de yol alındı, Allah var.
Burada işte, artan siyasal ve toplumsal muhafazakarlığın yanı sıra şu pek çok yazımda sözünü ettiğim ‘habis’ erkeklik krizi de bir sorun oluşturuyor. Geniş ve garip bir skalada, Tuğba Ekinci de, Hülya Avşar da, dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir entelektüel kadın da bazı bakımlardan az çok benzer sıkıntıları yaşıyor gibi görünüyor (maalesef.) Bir ‘taşınırlık’ meselesidir tutturulmuş gidiyor. Dünyanın en değerli taşınmaz ’malı’ statüsüne giriveriyor bir anda, herhangi bir açıdan iddialı olan kadınlar!
Niye ya? Valla, niye yani? Düşününce, çok saçma. Erkeklerin kadınlar olmadan yaşama ihtimali, kadınların erkeksiz yaşama ihtimallerinden çok daha zayıf. Tabii bana göre kadın-erkek bir arada yaşayalım, aksi durum çok sıkıcı olur zaten de, bu adaletsizlik düşününce insanın kanına bir dokunuyor. Neden erkekler bir anda oyunu bırakabiliyor, “küstüm, oynamıyorum” diyebiliyor da biz hâlâ kim ve ne olursak olalım en temel duygusal yatırımımızı “iyi bir oyun arkadaşı” bulmaktan yana yapıyoruz? Böylesi daha insani olduğu için herhalde, evet. Ama bu işe beraberce adil bir çözüm bulmak da lazım, er geç.
Bunlar olur biterken, kadınların sorunları da az çok birbirine benzerken, erkekler kadar kadınlar da cinsiyetçiliğe sağlam katkılar sunmaya devam ediyor. Ünlülerden bahsetmiyorum sırf. Daha doğrusu onlardan bahsederken, aslında başka bir şeyden bahsediyorum. Çünkü en az yeteneği kadar bir tür ‘ortalama’ arzunun nesnesi olmayı da temsil eden her ünlü, kadın ya da erkek, aslında onunla şu ya da bu biçimde özdeşleşebilen geniş bir toplum kesiminin güzel ambalajlanmış bir projeksiyonu oluyor.
Tuğba Ekinci mesela. Kamuflaj meraklısı, militarist, sıcakkanlı, halk ve muktedir canlısı, memeli kişi. Benim gözümde öyle değil elbette, ayrıca dekolte her kadının en doğal hakkıdır. Ama o özel olarak da, böyle bir imgeye oturmak istiyor gibi görünüyor, evet. O da tercihtir, sorun herhangi bir şekilde meme değil yani.
“O şimdi asker, canı neler ister” şarkısıyla ünlenmişti ilk hani. Kariyerinin bir noktasında yıllar önce çıktığı İbo Show’da çaktığı ‘kapak’ var ki bu yazıyı yazmadan izledim, hakikaten takdire şayanmış. İbo’nun, yanındaki donuk imajlı türkücü Ferhat Güzel’le dekoltesi babında quiz’e tabii tuttuğu Ekinci, “ikinizle de çıkmazdım, niye çıkayım, ben öyle kocaman erkek sevmiyorum zaten senin gibi,” diyor. İbo üste çıkmaya çabalayınca da yapıştırıyor. Zamanında numarasını almak için kırk takla atmış da kız vermediği için neredeyse işinden olmuş meğer. İbrahim Tatlıses’in “kes, kes, reklam!” cümlesine bile “senin hayatın reklam,” falan diyor. Süper katartik bir şov oluyor, bravo.
Peki ne olmuş da zamanında en azından Tatlıses’in kabaca söylersek, itin bağırsağıyla temas ettirebilen bu hazırcevap kadın, güzel, çekici bir kadın olarak geldiği kırklarının başında Posta gazetesinden Alev Gürsoy Cimin’e o korkunç röportajı vermiş? Küçücük röportajda basmadığı ayrımcılık çizgisi kalmamış. Tartışmalı ününün bir kısmı tacizin önde gidenini dürüm halinde iade ettiği İbo’nun programından geldiği halde, “Türk erkeği asildir, kadın kuyruk sallamazsa taciz etmez,” minvalinde laflar etmiş. Erkeğe ayrı, Türklüğe ayrı, zenginliğe ayrı methiye dizerken üç kuruşluk görünürlük adına kendi cinsini aşağılamak için demediği kalmamış. Kodlar belli: Erkeklik, militarizm, ırk, statü, her bakımdan “gücün” yanında olarak göze girmek. Zorla 23 Nisan koltuğuna oturtulan kız çocuğu kadar direnç göstermemek tüm bunlara… En afili cinsinden, ‘yancı cinsiyetçilik’ işte.
Tuğba Ekinci belki hep böyledir, İbo Show olayı bir istisnadır, belki yaş aldıkça benzeri ve daha yeteneklisi ünlülerin çoğu gibi o da muktedirin daha net biçimde yanında yer almanın sunduğu sınırsız indirim olanaklarını iyice bir keşfetmektedir, bilemiyorum. O kadar hakim değilim özgeçmişine. Sorun zaten Ekinci’nin kendisi değil. Sosyal medyada bir gezintide minik minik onlarca Tuğba’ya rastlamak mümkün. Kendi cinsini muhafazakar erkeklik kodlarıyla yargılayıp aşağılamak için tweet zincirleri döşenmeye üşenmeyen, çoğunlukla da bu yolla dikkat çekmeyi başaran gencecik kadınlar… Trollük ya da değil, bu işin bir gideri var yani görünen, kötü olan da o…
“Ya abi kız dediğin oturaklı olucak, açık seçik giyinmeyecek, inşaat amelesi gibi sigara içmeyecek ne biliyim içkisini evinde içicek… kızlığımdan iğreniyorum sizi böyle görünce…” diyen, “Kadınlığımı kullanıp her yere girmeye çalışan, güzel mekanlara giden bir OROSPU değilim” (büyük harflerle evet) yazan bir tanesi dün konuşuluyordu mesela, adını ifşa etmeye hiç gerek yok. Ekinci sadece Ekinci olmadığı gibi, bu genç kadının ifadeleri de ona has şeyler değil. Bu açıdan hep sorunlu, giderek de daha açıkça muhafazakarlaşan bir toplumda, rakı içme, güzel görünme gibi ‘avantajları’ da korurken kendine özel bir tür iffet atfederek hemcinslerinden ayrılma, göze girme kaygısı. Hayatta en zor sınavlardan geçmiş olsa bile, mağdurun değil gücün yanında olmayı tercih etmek. Stockholm sendromu sponsorluğunda yancılık… Hâlâ yaygın maalesef.
Yaygın ama karamsar olmayı gerektirecek kadar değil. Bir yandan bu Jr. Ekincilerin yancı cinsiyetçi, ırkçı, militarist gövde gösterileri sürerken bir yandan da toplumun her kesiminden, her yaştan kadın giderek artan biçimde sahip çıkıyor hayatına da, haklarına da, hemcinslerine de. Sıkıntılardan biri de giderek genişleyen, bilinçlenen bu kesimi karşılayacak bir siyasi, muhalif dilin, en azından ‘dışarıdaki’ adaylar tarafından kurulamayışı. Muhalefet halen Muharrem İnce’nin yaptığı gibi sonradan özür dilenen (ki o da bir şey…) bir sürçme biçiminde de olsa “erkekçe dövüşmek”ten bahsediyor. Akşener’in kendini içinden kurduğu kodlar da malum. Bu konuda dün Ülkü Doğanay güzel bir yazı yazmıştı… Buralardaki dile dair, çoğu son derece dikkatli biçimde dile getirilen eleştirilerin de yaygın biçimde ‘derdinizi s…yim’ naralarıyla karşılanması da ayrı bir dert. ‘Aynılar aynı yere’ dedirtecek kadar da, ‘aynı’ dert ama… Çünkü bunları hiç sorgulamadan kendine bir muhaliflik zırhı biçmek de adil değil, kimse için…
Bugün bu yazıyı yazarken bir de ‘Kadınlar için AVM’ haberi geldi. Bir ‘pembe AVM’miz eksikti, evet.
İstanbul Zeytinburnu’nda gelecek hafta açılışı yapılacak olan Zeruj Port adlı alışveriş merkezi ‘dünyanın ilk kadın ve muhafazakar AVM’si olacakmış. Dünyanın bir kısmının bu temayla rekabete can atacağını pek zannetmem zaten.
İçinde beş vakit ezan okunacak olan AVM, tümüyle kadın ve çocuklara yönelik ürünleri içerecekmiş. Sahibi Zehra Özkaymaz’ın bir Instagram fenomeni olduğu söyleniyor, ayrıntıları bilmiyorum. Röportajlarda, kadınların rahat bir şekilde alışveriş yapması için böyle bir projeyi hayata geçirdiklerini, özellikle muhafazakar kesimin bu türden bir AVM’ye ihtiyacının olduğunu dile getirmiş.
Bu haber hemen aklıma iki şey getirdi. Birincisi, cinsellikle ilişkisi her ne kadar daima sorunlu ve riyakar bir çerçeve de gelişse de, çizgili tişörtünün üstüne pembe sütyen geçirmiş pazarcıların “ikizlere takke!” diye sütyen satmasının bildik bir komedi film/dizi malzemesi olacak kadar hayatın içinde yer aldığı bir ülkeden, cins ayrımcı AVM’lere gidiş… İkincisi de, belirgin biçimde muhafazakar kitleyi tavlama amaçlı bu ticari hamlenin, Türkiye’de erkeklerin çoğunun iç çamaşırlarını bile annelerinin, eşlerinin, hayatlarındaki kadınların alıyor olduğu basit gerçeğini es geçmesi… Hiçbir kesimden kadının erkek giysisi bile görmeyeceği bir yerde olma arzusu duyacağını da düşünmüyor ayrıca insan.
Gerçi ilk şoku atlatınca epeyce bir bakındım, erkekler de, ‘eşleriyle beraber’ girebilecekmiş buraya… Aileye mahsus AVM yani... Tabii bunun ayrımı nasıl yapılacak, girişte evlilik cüzdanı mı sorulacak, erkek çalışan olmayacak mı hiç, ayrıca erkekler kendi AVM’lerinde kendi seçimlerini yapabilecek mi, afedersiniz soyunma odasından eşlerine FaceTime’la mı bağlanmak zorunda kalacaklar… gibi yığınla soru hâlâ yürürlükte. Bunların hepsi bir şekilde çözülür, ya da çok önemli değil, herhalde. Mühim olan o çok ihtiyaç duyulduğu iddia edilen ‘muhafazakar AVM’nin en azından görünürde, inşası…
Böyle işte. Gemi ağır çekimde yalıya giderek yaklaşıyor. Bakalım neler olacak ve olanlar olup biterken, ‘bizler’ kendi içimizdeki eksiklikler ve yanlışlıklarla da yüzleşmeyi başarabilecek miyiz? Esas soru ve sorunlardan biri de, bu galiba.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI