YAZARLAR

Münafıktan tövbeye arka bahçe seçim yatırımları

Getirilen sistemin kişisel iktidarın dikensiz gül bahçesi olmadığının görülmesiyle, sadık bendelere duyulan ihtiyaç açığa çıktığından önemli genel seçimler. Hem de 7 Haziran’ı baz alma gerekliliği iyice akıllara dank ettiğinden panik halde dinle korkutularak yükleniliyor seçmenlere. Bu ülke dindarının münafık kavramından ve münafık sanılmaktan ne denli korktuğunu en iyi bilenlerden biri olarak yükleniyor Erdoğan seçmene.

Kuranî kavramların siyasi literatüre transferiyle ilk kez karşılaşmasak da bu defa münafık kavramının kullanılış bağlamı hayli ürkütücü. Cumhurbaşkanı olarak kendisine oy verip de genel seçimlerde AKP’ye oy vermeyeceği yönündeki seçmen beyanlarını münafıklık olarak tanımlayan Erdoğan, şaşırtmadı. Ancak kendi panik halini açıkça ortaya koydu bu garabet söylemle.

Garabet zira mümin, kafir, münafık kavramları, Kur’an’da bireyin inanç durumunu, başka bir deyişle Allah’a karşı duruşunu açıklamak için kullanılır. Dünyevi çıkarlar için inanmadığı halde Allah’a inanıyormuş gibi görünmeyi seçen insanlara münafık denir. Daha önemlisi dini terbiye, bir kimseye münafık demekten kaçınmayı gerektirir. Kalplerde gizli olanı sadece Allah bildiğinden insanlar bir kişi hakkında konuşurken en fazla “münafıklık alametleri/belirtileri var” şeklinde tanımlayabilirler. Dini bilenler, siyaset için araçsallaştırmayanlar böyle yapar.

Diğer yandan siyasi tercihleri, inanç ve ibadetle, dindarların gündelik hayat pratikleriyle özdeşleştirmeye kalkışmak kişinin kendisine de zarar. Erdoğan 2014 yılında cumhurbaşkanlığına yüzde 51.79 oy oranıyla seçilmişti. Bir sonraki yıl yapılan iki genel seçimde ise partisi 7 Haziran'da yüzde 40.9, beş ay sonra 1 Kasım'da ise yüzde 49.48 oy oranıyla kendi seçim oranın altında kalmıştı. Partisinden daha çok oy alan yani kendi söylemiyle münafıkların teveccüh ettiği bir cumhurbaşkanı olarak ilan etmiş bulunuyor kendisini.

Seçmeninin yüzde 11’ini üstelik. Zira kanaatimce AKP oylarını 1 Kasımla değil 7 Haziranla ölçmek gerek. Bugünden çok daha az belirgin olan iktidar yorgunluğunun sandıktaki tezahürüydü 7 Haziran sonuçları. Yaratılan korku atmosferi ve Davutoğlu faktörüyle, daha önemlisi Erdoğan’ın en az konuştuğu seçim süreci olan o beş ayın sonunda alınan oylar arızî, geçici durumdu ve geçti. Zaten parti tarihinin en yüksek oyunu alan genel başkan ve başbakan olarak kısa sürede has bahçeden taşraya çıkarılarak tasfiye edildi Davutoğlu. Erdoğan’ın kampanyaya pek katılmadığı bir süreçte yüksek oy alan, Erdoğan’ın önüne geçme riski taşıyan bir kişi cezasız kalamazdı. Siyasi partiler kanunu ve parti disiplini denilen cenderenin yardımıyla hak ettiğini(!) buldu. AKP lügatinde Erdoğan’ın tartışmasız iktidarı manasına gelen yönetimde istikrar, alternatif lider adayı ihtimaline bile tahammül edemezdi.

Seçmeni münafık ithamıyla konsolide etme çabasının altında yatanları da görmek gerek. Yeni sistem apar topar yazılıp tartışılmadan parlamentodan oylama selfielerinin sakil görüntüleriyle geçirildiğinden bu yana hayli düşünecek vakitleri oldu. Parlamentonun onca törpülenen yetkilerine rağmen kilit önemde olduğu görüldü. Getirilen sistemin kişisel iktidarın dikensiz gül bahçesi olmadığının görülmesiyle, sadık bendelere duyulan ihtiyaç açığa çıktığından önemli genel seçimler. Hem de 7 Haziran’ı baz alma gerekliliği iyice akıllara dank ettiğinden panik halde dinle korkutularak yükleniliyor seçmenlere. Bu ülke dindarının münafık kavramından ve münafık sanılmaktan ne denli korktuğunu en iyi bilenlerden biri olarak yükleniyor Erdoğan seçmene.

Dindar seçmenin FETÖ mücadelesi adı altında yapılan hak ihlallerinden çok rahatsız olduğunun farkında. Mazlum kimliğiyle onu iktidara taşıyanların şimdi iktidardayken zalimleşmesini sineye çekmediğini biliyor. Hâlâ kişisel karizmasına da güvendiğinden elinin altında bir dediğini iki etmeyecek parlamenter çoğunluğunu elde etmek üzerine kuruyor seçim kampanyasını. Malum bizim dindar kitle, on yıllar boyu koruma kanunu nedeniyle Atatürk’e yöneltemediği itirazların hepsini Paşa’ya yükleme itiyadını şimdi Erdoğan yerine partiyi suçlamak şeklinde sürdürüyor. Hak ihlalleri dediysek Kürtlere, muhaliflere, gazetecilere, aydınlara yapılanlar değil maalesef Erdoğan seçmenini rahatsız eden. En yakınında gördüğü kişilerin, FETÖ şüphesiyle haksızlığa uğradığı düşünülen kişilerin yasında AKP camiası.

Bu alanda yaşanan endişeleri bertaraf etmek için başka tedbirler alındığını da görebiliyoruz. Mesela Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı Yeni Akit gazetesindeki köşe yazısını tesadüfen kaleme almış olamaz. Erdoğan ve AKP’nin yükselişinde hatırı sayılır katkı sunan ailelerden Kavakçı’lar. Kızları genel başkan yardımcılığı ve büyükelçilik gibi üst düzey görevlerde bulunan bir kişinin yanlışlıkla yazdığını düşünmek hiç gerçekçi olmaz. Hele de Yeni Akit gibi bir gazetenin aynı gün yayından kaldırdığı bu yazıyı, hatayı fark etmeden yayınlayacağını düşünmek hepten safdillik. Kavakçı, “Ben Fethullah Gülen Olsam” başlıklı yazısında Gülen’i tövbeye ve Erdoğan’ı da affa davet ediyordu. Allah’a yönelecek tövbenin yazıda belirtildiği şekilde “hem de tevbe-i Nasuh” ile Erdoğan’dan dilenmesini istemek, tıpkı kendi seçmenini münafık ilan etmek gibi algı çarpılmasının camiada ne denli yaygın olduğunu göstermesi bakımından önemli. Diğer yandan farklı kanallardan da duyduğumuz cemaat mensuplarına yönelik af beklentisi yaratılması. Seçmenin teskin edilip partiye bağlı tutulması için alınan önlemlerin hangi boyutlara uzandığını göstermesi açısından da dikkatle izlenmeli.

Bahçeli’nin ağzından Akşener imzacıları tehdit edilirken camianın en önemli isimlerinden Kavakçı’nın ağzından, seçmenin ve Gülen cemaati mensuplarının kulağına kar suyu kaçırılıyor. Suçlarken FETÖ, oy isterken “hamiyetli hizmetlerde bulunan, saf inançlı insanlar” oluveriyor Gülen bağlıları.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.