YAZARLAR

Karaoğlan, 1977’de ‘bir şey’ söylemişti...

Ecevit, CHP’nin ulaştığı en yüksek oy oranını, yurttaşı heyecanlandıracak projeleriyle ve halk ile temas kurma çabasının sonucunda elde etmiştir. Ecevit, ‘bir şey’ söylemiştir. Bir şey söylüyor oluşunun karşılığını görmüştür. Muhalefet, özellikle ana muhalefet bugün mutlaka ‘bir şey’ söylemelidir. Yurttaşı heyecanlandıracak, ‘çağa uygun’ vaatleri olmalıdır.

Seçmen kimdir ve ne ister? İnsanlar rasyonel tercih mi yaparlar yoksa oy verirken daha çok duygularıyla mı hareket ederler? Partilerin ve parti başkanlarının, liderlerin, seçmen kararı üzerindeki etkisi ne ölçüdedir?

Bir de diğerleriyle biraz ilgisizmiş gibi görünen şu soru var: Seçmen hakikaten seçer mi? Örneğin bizler, elli küsur milyon Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı seçmen, 24 Haziran’da bizi yönetecek olanları seçecek miyiz, yoksa aslında bizlerin seçimi olmayan isimler arasında ‘mecbur bırakıldığımız’ bir tercihe mi zorlanacağız? Kuşkusuz ikincisi. Ancak bu sorun, başka bir yazıyı gerektiriyor.

Seçmen ve kitlelerin eğilimleri, çok sayıda çalışmaya konu olmuştur. Doğrusu, seçmenlerin hangi saiklerle oy verdiklerini mutlak biçimde saptamak kolay iş değil. Yurttaşın daima rasyonel tercih yaptığı yönündeki ‘inanç’ kuşkusuz doğru değil. Seçmenin her durumda böyle davranmadığı, her zaman kendi ya da ülke çıkarını öne koymadan ‘seçtiği’ malum. Buna mukabil seçmenlerin yalnızca duygularıyla hareket ettiklerini düşünmek de mümkün değil. Son derece karmaşık, iç içe geçmiş çok sayıda faktör tarafından belirlenen bir ‘süreç’ oy verme davranışı. Yine de bazı genel geçer tespitler yapılabilir. Nitekim yapılabildiği içindir ki, konuya ilişkin araştırmalar, bilimsel çalışmalar mümkün olabiliyor, makul genellemelere varılabiliyor.

Duyguların, irrasyonel eğilimlerin seçimlerdeki belirleyiciliğini görmezden gelmeden, seçmenin ‘vaat’ beklediğini, oy talep edenlerden ‘yeni’ bir şeyler duymak istediğini kabul edebiliriz. Ayrıca şunu da unutmamalı; dini ya da milliyetçi duyguları harekete geçiren de, eninde sonunda ‘din’ ve ‘milliyetçilik’ vaadidir!

En güncel örnekten hareket edelim. İki aydan daha az bir sürede, 24 Haziran 2018’de TBMM ve cumhurbaşkanı seçimleri yapılacak. Kuşkusuz ‘baskın’ bir seçim de olsa, demokratik seçimin temel gereklerinden mahrum da olsa, ezcümle, ‘ilkeleri Anayasa’da belirlenmiş seçimin temel niteliklerinden söz etmek güç de olsa,’ eninde sonunda bir ‘seçim’ yapılacak. Uzunca bir süredir seçmenlerine (ve diğerlerine) cezbedici ‘vaadi’ kalmadığını düşündüğüm AKP ve liderinin, bu seçimde de ‘heyecan verecek’ ya da ‘ikna edici’ bir vaadi yok. Oysa, 2002 ve 2007 seçimlerinde ve hatta 2011 seçimlerinde (yeni anayasa gibi!) vardı. Ancak bunun karşılığında bir muhalefet partisinin ya da cumhurbaşkanı adayının, seçmene cazip gelen önerilerinin olması gerek. Yeni bir şeyler söylemeli ‘her’ muhalefet; ‘onları değil bizi seçin’ diyebilmesi için, gerekçe (ler) sunmalı.

Çok partili yaşamda; bazen ortada, bazen ortanın solunda ve bazen de o solun sağında (!) yer tutan CHP, yalnızca bir kez yüzde 40’ı geçen oy oranına ulaşabildi. 1977 seçimlerinde. Çünkü o seçimlerde Bülent Ecevit, ‘bir şey’ söyledi. Vaatleri vardı ve Türkiye’nin en dindar şehirlerinden, muhafazakâr muhitlerinden dahi azımsanmayacak ölçüde yüksek oy alabildi. Dolayısıyla 1977 seçimleri kuşkusuz her partiye, ancak özellikle CHP’ye çok şey söylüyor.

Bülent Ecevit Umut Yılı 1977, İş Bankası Kültür Yayınları, 156 syf

Bugün, iki kitaptan söz edeceğim. İlki, 1977 sürecinde Bülent Ecevit’in çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalardan derlenmiş, Bülent Ecevit Umut Yılı 1977. Türkiye İş Bankası Yayınları'ndan 2010’da yayınlandı. Diğeri, Mustafa Çolak’ın Bülent Ecevit, Karaoğlan adlı çalışması. 2016’da İletişim’den çıktı. Aşağıda, ‘1977 seçimlerini ilgilendirdiği kadarıyla’ her iki kitaptan yararlanacağım.

Öncelikle şunu söylemek isterim; Bülent Ecevit’in çeşitli konuşmalarını bir kez daha okuyunca, Türkiye’de siyasetçinin irtifa kaybını, niteliksel dönüşümünü daha açık görmek mümkün oluyor. Tabii yalnızca konuşmaların içeriği ve üslubu değil, onların bir kısmını TRT’de yapmış olması da ‘özlemle anılmayı’ hak ediyor!

Bülent Ecevit söz konusu konuşmaları gerçekleştirdiğinde, Türkiye I. MC (Milliyetçi Cephe) dönemini yaşıyordu. Ekim 1973’te, 12 Mart ara dönemini sona erdiren genel seçimler yapılmış ve Bülent Ecevit (Mayıs 1972’de İnönü’yü alt ederek genel başkan olan) önderliğindeki CHP, uzun süre sonra oy artırmayı başarmıştı (yüzde 33.3). Meclis aritmetiği nedeniyle tek başına iktidar olamayan Ecevit, Erbakan’ın MSP'si (Milli Selamet Partisi) ile koalisyon hükümeti kurmuştur. Temmuz 1974’teki Kıbrıs çıkartması sonrasında Bülent Ecevit hükümeti bırakmış, kısa süren Sadi Irmak azınlık hükümeti ardından 1975’te Süleyman Demirel liderliğinde ilk MC doğmuştur. Haziran 1977 seçimlerine dek ülkeyi bu hükümet yönetmiştir.

Bülent Ecevit, Türkiye’nin ekonomik-siyasal yapısında değişim gerektiğini düşünen; bunu, sosyal-kültürel ve tarihsel dokunun nitelikleriyle birlikte ele alıp kuramsal olarak gerekçelendiren ve söz konusu dönüşümün CHP’de de yaşanması gerektiğini savunan, bu yolda mücadele veren bir lider. Çolak’a göre, kuşkusuz kapitalist sistemi kökten değiştirmeyi hedefleyen bir ‘devrimcilik’ anlayışına sahip olmaktan çok, onu ‘sosyal adalet’ temelinde ‘düzeltmeyi’ amaçlıyordu Ecevit. Aslında 1950’lerde Kasım Gülek ile başlayan çabayı, CHP’nin bürokratik/elitist ve geniş halk kitlelerinden kopuk kimliğinden sıyırma çabasını canlandırmayı hedefliyordu. Yine Çolak’ın sözcükleriyle, ‘parti balolarına son verip Ankara’nın varoşlarında dolaşmaya’ çıkmıştı. Soyut bir kavramla değil, gerçek halkla bağ kurmaya; parti tabanının sesini duymaya, stratejilerini teşkilatla birlikte hazırlamaya, partiyi gençleştirmeye çalışmıştır. Ecevit’in başarmak istediği, ‘Kitlelere dayalı demokratik devrimdir.’

Demokratik devrim ancak sosyo-ekonomik bir düzen değişikliğiyle mümkündür ve değişim, ‘toplumsal gelişmeyi’ takip etmelidir. Toplumsal gelişmeyi, toplumun niteliklerini takip etmeyen bir hareketin başarılı olma şansının olmayacağının farkındadır: “Tektipleştirici modernleşme araçlarının yerine daha katılımcı ve demokratik usuller benimsenmeliydi. Bu yüzden Ecevit, 27 Mayıs öncesinin rejim tartışmaları yerine sosyal ve ekonomik sorunları CHP’nin gündemine aldı. Toprak reformu, işçi hakları, kalkınma ve sanayileşme; laiklik ve milliyetçilikten daha önemli görüldü... CHP’nin sırtını dayadığı ordu-bürokrasi-eşraf ve kısmen burjuva ittifakı kısmen dağılmıştı... CHP ya klasik köklerine bağlı kalarak gitgide marjinalleşecek ya da kendini yenileyerek halka yönelecekti.” (MC) Ecevit için kurtuluş reçetesi ‘Demokratik Sol’ olarak adlandırdığı düşünce oldu. Ecevit, toprak reformundan, emekçi haklarından, sömürüye son vermekten ve tabii en önemlisi ‘düzeni değiştirmekten’ söz ediyordu.

Örneğin 1974 yılında MSP ile koalisyon kurması, CHP açısından başlı başına bir yenilikti. Nitekim İslamcı bir partiyle (üstelik Erbakan’ın bir önceki partisi MNP, AYM tarafından kapatılmışken!) kurulan koalisyon, Ecevit’in CHP’nin tek parti döneminden miras katı laiklik anlayışını yumuşatma çabasıyla uyumluydu. Ecevit, dinin ‘gericilikle’ eş tutulmasını ise ‘tarihsel yanılgı’ olarak adlandırmış, ilerici-gerici ayrımının dini değil, ekonomik mücadele konusu olduğunu savunmuştu.

Bülent Ecevit Karaoğlan, Mustafa Çolak, İletişim Yayınları, 320 syf, 2016

Anayasal sendikal/sosyal haklara son derece sadık olan Ecevit’in, sermaye-emekçi mücadelesinde işçiler lehine sarf ettiği sözler ve zaman zaman işadamlarına yönelttiği ağır eleştiriler, herhalde o gün bugündür başka hiç bir iktidar namzedi parti ve lider tarafından dile getirilmedi. 13 Mart 1977’de TRT’deki programda şunları söylüyor: “...Fakat bu hakkı (toplu sözleşme ve grev hakkı) etkisiz bırakmak için de türlü oyunlar çevriliyor. Sendika hareketi bölünerek işçi güçsüzleştirilmek isteniyor. O arada maddiyata önem vermeyin maneviyata önem verin sloganıyla birtakım yeni sendikalar, konfederasyonlar ortaya çıktığını görüyoruz. Nedense işadamlarına bu telkinde bulunulmuyor da... işçilere bulunuluyor.” TÜSİAD’ın, yüzde 41.4 oy almasına rağmen hükümet kurmasına izin verilmeyen ve II. MC’den kopardığı vekillerle zar zor kurabildiği hükümeti 1979 Ekim’ine dek sürdürebilen Ecevit aleyhine ‘gazetelere ilan verecek kadar’ ileri gidişinin ve Ecevit’e yönelik azgın sermaye saldırısının gerekçelerini anlamak, güç değil!

Emeğin üstünlüğü, yaygın ve demokratik kooperatifçilik (köylüye işçiyle eşdeğer sosyal güvenlik hakkı), eşitlik ve özgürlük kavramlarıyla birlikte Ecevit’in özellikle vurguladığı ve siyasetinde çok önemli yeri olan konulardan biri de, ‘halkın kendi kendini yönetmesi’ ilkesidir. Yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasını, halkın kamu görevlilerini denetleyebilme ve yönetime farklı düzeylerde katılabilmelerini sağlama yollarının yaratılması gerektiğini savunur. ‘Katılımcılık’ ilkesi, yalnızca yerel yönetimler değil, aynı zamanda devlet işletmelerinin yönetiminde de geçerli bir ilke olmalıdır Ecevit’ göre: “Devlet sektörümüzde de verimli bir işletmecilik, aynı zamanda demokratik bir işletmecilik düzeni kuracağız... Devlet işletmelerinde, fabrikalarında, madenlerinde çalışanlar, doğrudan doğruya o işletmelerin yöneticileri olacaktır. O işletmeler ne kadar kâr elde ederse, onların geliri de kendiliğinden o nispette yükselecektir...”

Ecevit’in kalkınma modelinde ‘köylünün’ çok önemli bir yeri vardır. Zira en çok ses getiren önerilerinden biri ‘Köykent’ modelidir. Kendi sözcükleriyle: “Zaten biz köyleri de kentleştirmek istiyoruz. Köykent modelimizin amacı budur. Mesela bir yerde 8-10 köyden bir grup oluşuyor. Bu köyler kendilerine de danışılarak işbirliğiyle yönetilecek... Biz 8-10 köyün olanaklarını, yatırım gücünü, emek gücünü, kendi rızalarıyla bir araya getirdiğimiz vakit, bugün hiçbiri kendi başına bir fabrika kuramayan o köylerin halkı bir araya gelerek fabrikalar kurabilir, daha verimli tarım işletmeciliği yapabilmeleri için gerekli tesisleri kurabilir...” Ecevit, bu düşüncesini de ‘halkın iktidarı’ idealiyle birleştiriyor.

Bir kez daha hatırlatmak iyi olabilir; yukarıdaki ifadeleri TRT’de sarf ediyor Ecevit!

Bülent Ecevit’in, parti okulunda ve yine TRT’de yaptığı diğer konuşmalarda, gerek ‘demokratik sol’ gerekse ‘yerel katılım’ ve ‘Köykentler’ konularındaki düşüncelerini, açıklamalarını daha ayrıntılı biçimde okumak isterseniz, özellikle ‘Umut Yılı 1977’ adlı derlemeyi öneririm.

Ezcümle;

Ecevit, CHP’nin ulaştığı en yüksek oy oranını, yurttaşı heyecanlandıracak projeleriyle ve halk ile temas kurma çabasının sonucunda elde etmiştir.

Ecevit, ‘bir şey’ söylemiştir. Bir şey söylüyor oluşunun karşılığını görmüştür.

Muhalefet, özellikle ana muhalefet bugün mutlaka ‘bir şey’ söylemelidir. Yurttaşı heyecanlandıracak, ‘çağa uygun’ vaatleri olmalıdır. Bilişim devrimini hakkıyla kavramalıdır. Adalet Yürüyüşü'ne gençlerin neden yeteri kadar katılmadığını, ilgi göstermediğini anlamaya çalışmalıdır.

Belki biraz can sıkıcı/hüzün verici olacak ama, yazıyı Ecevit’in 5 Mart 1977’de CHP parti seminerinde yaptığı konuşmasının son cümleleriyle bitirmek isterim:

“Biz her şeye rağmen kurtuluş yolunu bulacağız. Ülkemiz için kurtuluş yolunu, ekonomimiz için kurtuluş yolunu, demokrasimiz için, halkımız için, gençlerimiz ve çocuklarımız için kurtuluş yolunu bulacağız. Bunu da halkla el ele bulacağız, seçimle bulacağız.”

Henüz bulamadık ne yazık ki...


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.