YAZARLAR

Sorun İran’ın ötesinde

ABD’nin hamlesi yalnızca İran’a yönelik değil, İran’da bir rejim değişikliği sağlayarak Rusya ve Çin’in de Ortadoğu’daki ayağını kesme politikası üzerine kurulu. Kısa vadede rejim değişikliği gerçekleşmese bile, Çin yine, 2015 öncesi gibi İran’a yatırım yapıp bazı sektörlerde ABD pazarından vazgeçmek zorunda kalacak.

Trump’ın İran’la 2015’te yapılan ve Güvenlik Konseyi üyeleri ile Almanya’nın da taraf olduğu nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesi, tam da bu sırada İsrail’in Suriye’de İran’a yakın grupların mevzilerini vurması, dikkatleri tekrar Ortadoğu’ya çekti. Daha önceki yazılarda da vurguladığım gibi buradaki sorun Trump’ın tutarsızlıkları ya da ne yapacağı belli olmayan bir lider olmasıyla açıklanacak gibi değil. Trump hangi amaç için tercih edilmişse, ABD stratejisi yavaş yavaş o yöne doğru ilerliyor ve küresel siyaseti de o yöne doğru sürüklüyor. Burada ABD’nin yeni stratejisini uygulamaya koymasından kaynaklanan yeni bir döneme girdiğimizi savunuyorum.

ESKİ EKİP, YENİ POLİTİKA

Geçen yazıda Trump’ın yönetiminin ilk yılında giderek kendi ekibinin kendisine rağmen tasfiye edildiğini ve en son dışişleri bakanı ve ulusal güvenlik danışmanının da değişmesiyle Neocon’lar tarafından kontrolünün tamamlandığını ve yeni bir politikaya geçişinin koşullarının hazır olduğunu yazmıştım. Genel olarak baktığımızda, sorun ABD hegemonyasının yakın gelecekte alacağı biçimle ilgili. Bunun işaretleri çok açık bir şekilde Aralık 2017’de yayınlanan Ulusal Güvenlik Strateji belgesinde yer alıyordu. Burada Çin, Rusya, İran ve K. Kore hedefe konmuş ve bundan sonraki stratejinin bu ülkelerin stratejik kazanımlarının geri sardırılması üzerine kurulacağı yazılmıştı. Dolayısıyla, küresel siyaset açısından ortada beklemeyen, şaşırtıcı bir durum yok, ABD bu ülkelerin üzerine gidecekti ve öyle de oldu. Yalnız bunun için aslında bazılarının yüzleri ve isimleri iyice eskimiş Bush yönetimindeki Neocon'ların yönetimde güçlenmeleri gerekti ve Neocon’lar en iyi yaptıkları şeyi, kendi tekil gündemlerini Amerikan stratejisi içine gayet güzel yerleştirmeye başladılar. Bir yandan uzun süredir karşı oldukları İran nükleer anlaşmadan çektiler, İran ile birlikte Rusya ve Çin’e karşı sertlik yanlısı politikanın da taşıyıcısı oldular.

'REVİZYONİSTLER'

Ulusal Güvenlik Stratejisinin açıklanmasından sonra Amerikalı yazar ve uzmanlar giderek Rusya, Çin ve İran’ı, ABD’nin kurduğu hegemonik düzenden yararlanarak ona karşı direnç noktaları oluşturan ve rakip olmaya çalışan revizyonist ülkeler olarak tanımlamaya başladılar. Bu üç ülkenin ABD’nin kurduğu düzeni özellikle kritik bölgelerde bozmaya çalıştığını söylerken, bundan bir ölçüde Obama döneminde izlenen yumuşak dış politikayı da sorumlu tutuyorlar. Obama yönetiminin Ortadoğu’da inisiyatif almaktan çekinen “arkadan liderlik”, Rusya’ya karşı “yeni bir başlangıç” olarak tanımlanabilecek “reset” politikaları ve Çin’e yönelik olarak gecikmiş bir “Asya ekseni” politikasının yetersizliklerinin buna yol açtığı Neocon çevreler tarafından dillendiriliyor. Bu görüşe göre yumuşak politika bu ülkeleri içte otoriterliğe, dışta ABD hegemonyasına karşı pozisyon almaya götürdü. Rusya Kırım’ı aldı, Suriye’de güçlendi; Çin hem deniz kuvvetlerini güçlendirmeye başladı hem de Güney Çin Denizi'nde yeni adalar oluşturarak egemenlik alanları yarattı; İran ise Yemen’den Akdeniz’e kadar geniş bir alanda etkinlik sahibi oldu. Obama dönemindeki ortaya çıktığı düşünülen bu zayıflama, stratejik kayıp olarak görülen politika Trump yönetimi tarafından tersine çevrilerek ABD 2018’den itibaren hem müttefiklerine hem de olası rakiplerine karşı daha atak bir politikaya geçti. Bu süreçte Rusya nedeniyle Avrupa, Çin nedeniyle Doğu Asya ve İran nedeniyle Ortadoğu ABD stratejisinin merkezi haline gelecek ve küresel siyaset bu hat üzerinden şekillenecek.

ÜÇLÜ STRATEJİ AMA ÖNCE İRAN

Dikkat edilirse Trump yönetiminin hamlesi eş zamanlı olarak Rusya (diplomatik izolasyon ve yaptırımlar), Çin (gümrük duvarlarının yükseltilmesi) ve İran’a yönelik olarak (nükleer anlaşmadan çekilme ve Suriye’de vurulması) geliştirildiyse de, doğal olarak bu üçlünün zayıf halkası olarak İran öncelikli hedef oldu. Trump yönetimi her ne kadar anlaşmaya uymuyordu dese de çekilmenin nedeninin bu olmadığını herkes biliyor. Yönetimin anlaşmaya itirazı şu noktadan kaynaklanıyor. Anlaşma gereği İran uranyum zenginleştirme programını on yıl erteleme karşılığında ABD’nin ağır yaptırımlarından kurtulacaktı. Yönetime yakın çevreler, İran’ın bu baskıdan kurtulduğu için Ortadoğu’da çok güçlendiğini, Irak’ta ve Lübnan’da siyaseti kontrol eder hale geldiğini, Yemen’de Suudilere karşı bir vekalet savaşı yürütebildiğini, Suriye’de çok güçlendiğini savunuyor. Trump yönetimi İran’ı uzlaşma yoluyla küresel sistem içine çekilmesini ve bu süreçte halktan gelen baskıyla rejimin gevşemesinin beklendiği bu Obama politikasının başarılı olmadığını ve bu yüzden İran’a yönelik yeni bir politikaya geçilmesi gerektiğini savunuyor. Ortadoğu’da gerilimi artıracak ve bedelini yine bölge halklarının ödeyeceği bu strateji kabaca beş ayaktan oluşuyor. Birincisi, muhtemelen İsrail aracılığıyla İran’ın Suriye’deki askeri varlığına yönelik askeri operasyonları artırmak. Buna ABD’nin de katılması mümkün. Daha düşük bir ihtimal de olsa İran’daki nükleer tesislerin nokta operasyonla vurulması olası ama uzun menzilli füzeleri olan İran’ın buna karşılık vermesi durumunda sonuçları daha ağır olabilir.

İkincisi, İran’ı Irak’ta siyasal manevralarla zayıflatmak. Üçüncüsü, yeni yaptırımlarla zaten kötü durumda olan İran ekonomisini çökertmek. Dördüncü olarak, ekonomik koşulların kötüleşmesiyle paralel olarak yükselen toplumsal rahatsızlığı manipüle ederek yaygın gösterilerle rejimi sıkıştırmak. Beşincisi, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail ekseni aracılığıyla bölgesel olarak sıkıştırmak. Bunun yeni bir boyutu bir süredir konuşulan Mısır, Suudi Arabistan ve Katar’dan oluşacak bir Arap gücünün, Fırat’ın doğusuna askeri olarak yerleşmesi, burada İran ve ona yakın güçlerle karşı karşıya gelmesi. Bu çok yönlü baskıyı ABD rejim değişikliğine gidinceye dek sürdürecek.

İRAN RUSYA VE ÇİN BAĞLANTISI

Ortadoğu’da stratejik bir üstünlük elde etmesinin yanında İran’ın bir diğer özelliği hem Rusya hem de Çin’in bu bölgedeki stratejik ve ekonomik ortakları olması. Aradaki sorunlara rağmen Rusya ve İran Suriye’de ortak hareket ettiler, ikisi de ABD baskısına karşı ortak bir direniş sergilediler ve ABD baskısı arttıkça askeri alandaki işbirliklerini geliştiriyorlar.

2015 nükleer anlaşmasının ardından Çin başkanı Şi, İran’ı ziyaret ederek önümüzdeki 25 yıl içinde iki ülke arasındaki ticaret hacmini 600 milyar dolara çıkaracak bir dizi anlaşma imzaladı. Çin’in İran’dan ithal ettiği petrol rekor düzeye çıkarken, İran’daki Güney Pars gaz sahası ve petrol rafinerilerinin yenilenmesi dahil olmak üzere çok sayıda yatırımı başlattı.

ABD’nin bu hamlesi görüldüğü gibi yalnızca İran’a yönelik değil, İran’da bir rejim değişikliği sağlayarak Rusya ve Çin’in de Ortadoğu’daki ayağını kesme politikası üzerine kurulu. Kısa vadede rejim değişikliği gerçekleşmese bile, Çin yine, 2015 öncesi gibi İran’a yatırım yapıp bazı sektörlerde ABD pazarından vazgeçmek zorunda kalacak.

ABD’nin aynı anda Çin, Rusya ve İran’a yönelik olarak başlattığı bu saldırganlığın altında, şimdiden önlem almazsa, ileride özellikle Çin’in yükselişi karşısında daha büyük sorunlarla karşılaşma kaygısı olduğu görülüyor. Büyük bir olasılıkla, İran üzerindeki baskılar sonuç vermeye başladığında, ABD iktisadi ve diplomatik araçlarla Çin’in üzerine daha çok gitmeye başlayacak, başta G. Kore, Japonya, Vietnam, Avustralya, Filipinler gibi Çin’in Güney Çin Denizi'ndeki faaliyetleri ve artan askeri gücünden endişe eden ülkeleri de yanına alıp erken bir hesaplaşmaya girişecek.

Bu politikaların başarılı olup olmayacağı ABD’nin kendi kapasitesi, hedefe koyduğu bu ülkelerin direnme gücü ve iradesi ile ABD’nin müttefiklerini bu stratejiye ne ölçüde ikna edebileceğine bağlı olacak. Örneğin, Avrupalı müttefiklerinin de Doğu Avrupa’daki politikasından rahatsızlık duydukları Rusya’ya karşı ABD’nin yanında yer aldıklarını gördük. Yine, Suriye’deki hedeflerin vurulması konusunda da kritik iki müttefiki İngiltere ve Fransa operasyonda doğrudan yer aldı. Ama Avrupalı müttefikleri, daha yeni ticari ve yatırım bağlantıları geliştirmeye başladıkları İran konusunda ABD’ye destek vermediler. Dolayısıyla, İran söz konusu olduğunda ABD Avrupalı değil, bölgesel müttefikleriyle birlikte hareket etmek zorunda kaldı ve öyle de devam edecek. Yine, büyük bir olasılıkla, ABD, Çin ile ekonomik ilişkilere giren bazı Latin Amerika ve Afrika ülkelerine yönelik olarak da baskılarını artıracak.

Bu iddialı politika başarılı olursa ve özellikle Çin’i ekonomik olarak geriletebilirse, ABD hegemonik olarak, içsel sorunları devam etmekle birlikte, konumunu güçlendirerek devam ettirecek, bir tür ekonomik/stratejik “önalıcı” hamlede bulunmuş olacak. Başarısızlığı durumundaysa, orta vadede hegemonik pozisyonu ağır bir yara alacak, küresel sistemdeki belirleyiciliği ciddi bir düşüşe geçecek. Her iki durumda da küresel siyasette gerilim artacak.


İlhan Uzgel Kimdir?

1988’den itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalıştı. Bölüm başkanı iken Şubat 2017’de ihraç edildi. Ankara ve Cambridge Üniversitelerinde yüksek lisans yaptı, Ankara Üniversitesinden doktora derecesini aldı. LSE, Georgetown gibi üniversitelerde doktora ve doktora sonrası araştırmalar yaptı, Oklahoma City Üniversitesinde dersler verdi. British Council, Jean Monnet ve Fulbright gibi burslardan faydalandı. Daha çok ABD dış politikası, Türk dış politikası, Balkanlar gibi konularla ilgilendi. Ulusal Çıkar (2004, İmge), Türkiye’nin Komşuları (derleme, 2002, İmge) ve AKP Kitabı (derleme, 2009 Phoenix) gibi çalışmaları vardır.