Diyarbakır’daki kaldırımlar boyandı mı?
3 Mayıs 2000. Galatasaray, Diyarbakır’a geliyor. Şuraya. Bir saat öteye. Antalya’yla Türkiye kupası finali oynuyoruz. 2000 yılına girdiğimiz gün dünyanın çok acayip bir yer olacağı bilgisi beş ay geride kalmış. Ama bu çok acayip bir şey. Galatasaray Diyarbakır’a geliyor.
Biraz kişisel muhavere, önce. Şöyle ki:
Futbol büyülü bir şeydir. Bunu bilmeyene, hissetmeyene, anlamak istemeyene anlatmak oldukça zordur. 22 adam bir topun peşinde... gibi şeyler, falan feşmekân. Büyülü bir şeydir futbol, onu söylemiştim.
Galatasaray, en yakın Antep’e geldi yıllarca. Senede iki yarı var, bu iki yarıdan birinde Galatasaray içeride oynuyor, birinde Antep’e geliyor. Antep’le Kızıltepe arası varsa yoksa altı saat yol. Dolmuşa doluş, Birecik’te nehre şaşır, biraz ötede kebap, devam et, Antep’e girmeden evvel Mirkelam tesislerinde dur, her defasında şarkıcı adamın aslında soyadının adı olduğu muhabbetini çevirin, biri illa ki Müjde Ar emsali versin, devam edin, stada yaklaştıkça biri illa ki Celal Doğan’ın aslında devrimci olduğunu, Deniz’lerin ahbabı olduğunu söylesin. Maça girmeden evvel külahta çekirdek, mevsimin durumuna göre kısa kollu forma yahut atkı; maç başlasın, bağır çağır, tezahürat senkronunu anca maçın sonuna doğru tuttur, illa ki birisi çıkıp “Seni seviyoruz, seni seveni de seviyoruz!” diye bağırarak hançeresini yırtsın, galip gelmişsek sevinçle, yenilmişsek üzüntüyle, berabere kalmışsak sası bir duyguyla aynı yolu geri dön.
Şimdi haber:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önceki gün kenti ziyaretinde, ‘Türkiye Kupası’nın 9 Mayıs 2018 tarihindeki final karşılaşması inşallah Diyarbakır’da, bu stadımızda yapılacak. Takımlarımızı iyi ağırlayacağınıza, şu salondaki coşkunuz, sevginiz ve centilmenliğinizle ülkemize tarihi bir final maçı yaşatacağına inanıyorum.’ ifadelerini kullanmasının ardından Diyarbakır’da 18 yıl aradan sonra Ziraat Türkiye Kupası Final maçına ev sahipliği yapacak olmanın heyecanı hakim.” [Hürriyet, 19 Mart 2018. Özgün imla]
Kişisel, esas muhavere:
3 Mayıs 2000. Galatasaray, Diyarbakır’a geliyor. Şuraya. Bir saat öteye. Antalya’yla Türkiye kupası finali oynuyoruz. 2000 yılına girdiğimiz gün dünyanın çok acayip bir yer olacağı bilgisi beş ay geride kalmış. Ama bu çok acayip bir şey. Galatasaray Diyarbakır’a geliyor. Nasıl bilet alabiliriz, kim kim gitsek, neye binsek neyden insek, ne zaman geri dönsek. Nihayetinde bir evden üç, öteki evden iki, dolmuşlara doluşarak varıyoruz Diyarbakır’a. Marshall’lı formamız, UEFA’yı aldığımız o büyülü forma. Kalede Kerem, Davala’sı, Popescu’su, Arif’i, Ergün’ü, Hakan’ı, Capone’si... hepsinden de öte, hepsinden ziyade Hagi’si. Gheorge Hagi! Gün yüzüyle, iki gözle onu izlemek ihtimalinin şuracığa kadar gelmesi. Büyülü bir şeydir futbol. Bunu demiştim.
O zamanki başkan Feridun Çelik. 99’da Ahmet Bilgin’den devralmış belediyeyi. Kürt siyasal hareketinin aslında Diyarbakır’daki “ilk” başkanı. Galatasaray geliyor. Kaldırımlar boyanıyor mesela. Valiliğin oralar, şehrin Mardin tarafından girişi, Şehitlik, Ofis, Dağkapı... her yerde kaldırımlar var. Ve Galatasaray geliyorsa, o kaldırımlar sarı kırmızıya boyanacak. Bir aksilik var, valilik anımsıyor bunu. Kaldırımların hemen arkasında patlayan baharın yeşillikleri göze çarpıyor. Bu üç renk, henüz yan yana olamaz kamusal alanda. Son gün beyaza boyanıyor kaldırımlar. Biz, şehri o haliyle göremediğimiz için hayıflandığımızla kalıyoruz.
Kadroda Okan Buruk da var. Hayatın ilk şakası: 2000’de kadroda 7 numaralı formasıyla Galatasaray adına kupayı kaldıranlardan biri olan Okan Buruk, 18 yıl sonra Akhisar’ın hocası olarak, ezeli rakip Fenerbahçe’yi eleyerek şampiyon oluyor – yarı finalde Galatasaray’ı eleyerek. İkinci şaka: Bahsi geçen ilk maçtan 18 yıl sonraki ikinci maçtan hemen önce, Buruk’un ailesinden biriyle tanışıyorum İstanbul’da. “O kadro benim yaşımdaki birçok insanın hayal kadrosudur,” diyorum ancak.
Aklımda şu var sadece. Bu defa kaldırımları kimse boyamadı, değil mi?
Futbol, büyülü. Evet, bunu epey demiştim.