YAZARLAR

1989 seçimleri üzerinden 'şarkılı seçim tarihi'ne giriş

Seçimlerin tarihine baktığımızda aynı şeyle karşılaşıyoruz: Sağın kullandığı doneler değişmiyor. “İstikrar” bunlardan biri. Beton aşkı da öyle. Sağ iktidarlar yaptıkları barajlar, asfaltlar ve köprülerle övünüyor. Buna son dönemde camiler de eklendi –ki bu da “şehitler” üzerinden kurulan söylemi güçlendiriyor.

Bundan 167 yıl önce Almanya’nın Hanover kentinde doğan Emile Berliner, memleketinden Amerika’ya uzanan yolda ilerlerken dünyayı değiştirecek bir buluşa imza atacağını bilmiyordu. İçindeki öğrenme aşkı o kadar büyüktü ki küçük yaşta atıldığı “iş” hayatı, eğitimine engel olmadı ve 19 yaşında göç ettiği Amerika’da ikisini aynı anda yürüttü. New York’a yerleşen, gündüzleri kağıt toplarken geceleri fizik eğitimi alan Berliner, sesle ilgilenmeye başladı. Sesi iletmek için çeşitli deneyler yaptı, başarılı oldu. Bugün telefon olarak bildiğimiz aleti icat etti ama patentini Edison’a kaptırdı. Bunun üzerine sesi raptetme çalışmalarına girişti.

1887 yılının 8 Kasım günü gramofonun patentini aldığında 36 yaşındaydı. Orada da durmadı: 1895’te Amerika’da The Berliner Gramophone Company’yi kurdu, bunu İngiltere, Almanya ve Kanada’da kurduğu kardeş şirketler izledi. Bu şirketler, gramofonu ve taş plakları dünyaya tanıttı. Almanya’da kurduğu şirketin adını yazayım, bir önceki cümleyi pekiştireyim: Deutsche Grammophon. Şirket klasik müzik kayıtlarıyla ünlü ama arada kimi belgesel plaklara da imza atıyor. Yakın dönemde Berlin’de aldığım bir Deutsche Grammophon plağı, ABD Başkanı John F. Kennedy’nin 1963 yılının 23 – 26 Haziran tarihleri arasında düzenlenen Batı Almanya seyahati sırasında yaptığı konuşmaları derliyor. [Meraklısı için: Kennedy in Deutschland / im Zeichen der Freundschaft, DG 009 202] Plaktaki kayıtlar arasında meşhur “ich bin ein Berliner” cümlesini söylediği konuşma da var.

Berliner’in icadı olan gramofon, sesi yok olmaktan kurtardı ve yaygınlaştırdı. Dünyayı 78 devirli taş plaklar sardığında İstanbul da bu salgından nasibini aldı. Dahası, burada kurulan fabrikalar Balkanlar ve Orta Doğu’ya ithal edilen plakların üretildiği bir merkeze dönüştü.

28 Şubat 1943’te, Türkiye’de tek parti döneminin son seçimi yapıldı. Seçimi (doğal olarak) Cumhuriyet Halk Partisi kazandı ve “Millî Şef” İsmet İnönü, hükümeti kurma görevini Şükrü Saraçoğlu’na verdi. O dönem yayımlanan gazeteler bir yenilikten söz ediyor ve seçim öncesinde, propaganda döneminde parti merkezince hazırlanan plakların Anadolu’da belediye hoparlörleri vasıtasıyla halka dinlettirildiğini yazıyor. Sonrasında yapılan seçim, çok partili dönemin ilk seçimi; bir diğer deyişle Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Parti iktidarını başlatan seçim. Propagandanın plaktan devlet radyosuna kaydırıldığı bir dönem bu. 1965 yılında yapılan seçimlerle yeniden plaklı propaganda başlayacak ama bir farkla: Taş plakların yerini 45’likler alacak.

Geçtiğimiz hafta yayımlanan yazımda 1977 seçimlerine odaklanmış, CHP’nin kazandığı “zafer”den söz etmiştim. Bunda, kullandıkları şarkının payı büyüktü. Şarkıların “kapışma”sına sahne olan ilk seçimlerden biri bu. Sonrasında darbe var ama 1983 yılının 6 Kasım günü yapılan seçimden itibaren bu “kapışma” hızlanıyor. Şarkılar, seçimlerin “olmazsa olmaz”ı olarak hayatımıza giriyor. Son dönemde durum (ve şarkılar) biraz tatsız belki ama öncesinde renkli sahneler yaşanmış.

Bugün, Türkiye tarihinde “sol”un zafer kazandığı bir başka seçime odaklanacağım: 26 Mart 1989 yılında yapılan yerel seçim, 12 Eylül sonrasında Turgut Özal başkanlığında art arda iktidara gelen ANAP’ın (Anavatan Partisi) saltanatına son verdi ve Erdal İnönü başkanlığındaki SHP’nin (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) zaferiyle sonuçlandı. SHP, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 39 ilin belediye başkanlığını kazandı. İktidardaki ANAP’ın (kazandığı 3 belediye başkanlığıyla) üçüncü sıraya düştüğü seçim bu: Yok oluşun başlangıç noktası.

SHP, iki partinin oluşumuyla kurulmuş bir “yeni” partiydi ve tıpkı Bülent Ecevit’in 1977 seçimlerinde yaptığı gibi “bir şey” söylüyordu. 1983 yılında Erdal İnönü tarafından kurulan SODEP (Sosyal Demokrasi Partisi) ve ondan hemen önce Necdet Calp tarafından kurulan HP (Halkçı Parti), 1985 yılında İnönü’nün “solda tek çatı” çağrısıyla birleşti ve bu iki parti, SHP çatısı altında yoluna devam etti. Seçmen, desteğini esirgemedi ve 1987 yılında yapılan genel seçimlerde SHP’yi ana muhalefet koltuğuna oturttu.

Bunda o yıl yapılan kampanyanın büyük rolü var. Tarihin en başarılı kampanyalarından biriydi bu ve seçime günler kala iktidarı zor durumda bıraktı. “Kararlıyız! Nefes aldıracağız!” sloganıyla başlayan kampanyanın televizyon spotlarında Erdal İnönü “Bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Yüzünüzü güldüreceğim.” sözünü veriyordu. Özal’ın altını dolduramadığı “çağ atlatacağız” sloganına karşı hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ve enflasyon üzerinden yürütülen kampanyanın golü son hafta atıldı: “Beş yıl daha bir limon gibi sıkılmaya hayır!” diyen SHP, bu cümleyle gündemi de belirledi. Gazeteler “Özal’ın keyfine limon sıktılar!” başlığını atarken kulislerde bu “yeni” partinin son dakika golü konuşuluyordu. Karşı hamle hızla geldi ama “oy uğruna millet limona benzetilemez” çıkışı bir işe yaramadı.

Turgut Özal, kaybettiği belediye başkanlıklarının ardından mecliste yaptığı konuşmada “erken seçim” isteyenlere şu cümleyle yüklenecekti: “Türkiye’yi istikrarsızlığa mı götürmek istiyorsunuz?”

Seçimlerin tarihine baktığımızda aynı şeyle karşılaşıyoruz: Sağın kullandığı doneler değişmiyor. “İstikrar” bunlardan biri. Beton aşkı da öyle. Sağ iktidarlar yaptıkları barajlar, asfaltlar ve köprülerle övünüyor. Buna son dönemde camiler de eklendi –ki bu da “şehitler” üzerinden kurulan söylemi güçlendiriyor. Şehitleri kutsarken “din – iman elden gidecek” cümlesi de sıklıkla kuruluyor. Özal’ın “çağ atlamak” olarak literatüre soktuğu durum, sürekli kullanılan bir başka done. Bugün yetmiyor, hedef olarak “sonrası” belirleniyor. Şüphesiz her parti gelecek için söz verir ama burada durum biraz farklı. Yakın döneme baktığımızda bunu daha iyi görüyoruz zira iktidar şu anda yapması gereken her şeyi seçim sonrasına bırakıyor. Sonrasında da yapmıyor, ayrı. Elbet bir gün bunun farkına varılacak ama korkarım iş işten geçmiş olacak. Bir tek şey söyleyeyim: Bundan önceki seçimde OHAL’i kaldırma sözü veren hükümet, sonrasında bunu yedi kere uzattı. Bu seçimde yine aynı sözü veriyorlar. Bile bile lades diyeceklere elbette sözüm yok ama iktidara yakın olma hırsı ve eldekileri kaybetme korkusu, bir milletin kaderini belirliyor. Yazık ki böyle bu.

.

Daha da tatsızlaşmadan konuyu şarkılara getireyim… Sağ partilerin kullandığı şarkılarla solda duran partilerin kullandıkları arasında büyük bir fark var. Sağdakiler lideri (ve dolayısıyla biatı) överken soldakiler “yeni ve güzel bir gelecek” sözü veriyor. ANAP’ın 1983 seçimlerinden sonra kullandığı şarkılara bakarsak, bunu daha iyi anlarız. İlk örnek, 1983 seçimlerinden itibaren değişmeyen (ve partinin amblemine atfen yapılan) “Arım Balım Peteğim”: “Arım balım peteğim / Anavatan çiçeğim / Bilsem ki öleceğim / Yine onu seçeceğim…” “Samanyolu”ndan uyarlanan bir başka şarkı, aynı minvalde: “Bir sevgisin sen Özal / Ömür boyu sürecek / Bu hizmetlerin / Dillerden düşmeyecek…” Karadeniz şivesiyle söylenen “Uy Özal canım Özal / Al benim oyumu al” da öyle. Dönemin meşhur arabesk şarkılarından birinden uyarlanan dördüncü şarkı, ölçüyü kaçırıyor: “Bunu dünya âlem bilir / Âşığım ben Özal’a / Vurgunum ben Özal’a / Tutkunum ben Özal’a / Reyim Anavatan’a…” Bu bile “masum” kalıyor gerçi. Bugün yapılan şarkılar bu ölçüsüzlüğün geldiği noktayı da gösteriyor. Bu paragrafı, bugün AKP’den aday olan, birkaç seçimdir bunu yinelemesine rağmen meclise giremeyen meşhur “türkücü” İbrahim Tatlıses’in şarkısından uyarlanan bir şarkıyla bitireyim: “Allah Allah Allah Allah / Yeni bir çağ bu / Allah Allah Allah Allah / Özal’ın yolu // Çağ atlayan Türkiye yaratmadık mı? / Dört bir yana köprü yol yaptırmadık mı? // Bu güzel yurt uğruna / Canım feda yoluna / Başbakan Özal’ım ölesim gelir…”

Yazıyı bitirmeden bir bilgi daha vereyim: 20 Mayıs, artık adı anılmayan iki partinin kuruluş yıldönümü. Bundan 35 yıl önce, aynı gün, döneminin iki güçlü partisi kuruldu: ANAP ve HP. ANAP için “yıkılmaz” denirdi, kısa sürede çöktü. Bugün, twitter üzerinde bir parodi hesabın adı. Güçlü rakibi HP ise hatıralarda kaldı. “Yıkılmaz” denen ne varsa yıkılıyor, bunu unutmayalım.

.

24 Haziran’a kadar yazacağım yazılarda memlekette yaşanmış seçim manzaralarına değineceğim. Bir sonraki yazıya referans yapayım ve ‘70’li yıllardan kopup gelen son bir şarkıyla bugünkü yazıyı sonlandırayım… O yıllarda (daha ziyade tribünde) dillendirilen meşhur sloganlardan biri, “Haydi bastır!”. Liderler için yapılmış plaklarda bu slogan sıklıkla kullanılmış. Ecevit için söylenenlerden biri, Ali Avaz işi “Haydi Bastırrrr Karaoğlan”. Şarkının alt başlığı “Ecevit Geliyor”. Sözlerinden ziyade kapağının altını çizmek isterim zira gördüğüm en güzel kapaklardan biri bu. Ecevit, eline altı oktan yapılmış bir çoklu mızrağı almış, savaştıklarını kovalıyor. Yukarıdan aşağıya sayarsam, tefeci, vurguncu, sömürücü, istismarcı, karaborsa ve pahalılık… Hepimizin karşı olduğu şeyler bunlar. “Çalıyor ama çalışıyor” cümlesi çoktan tarihe karışmalıydı ama sağ iktidarların beslendiği ruh hâli bu. Önümüzdeki seçimlerde bunun değişeceğini umuyorum. Güzel, aydınlık bir yarın istiyorsak olması gereken bu. Aksi taktirde bugün yaşadıklarımızı misliyle yaşayacağız.

24 Haziran 2018, 1977 ya da 1989’da yaşananlar gibi bir dönüm noktası olabilir. Neden olmasın ki?


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.