YAZARLAR

Seçim kampanyaları üzerine

Adı konulmasa da yeni Türkiye denilen, koalisyonlar dönemi de demek. Bu itibarla milletvekili seçimleri 24 Haziran’da tek turda biterken, 8 Temmuz’daki cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turuna dek geçecek on beş günde, isimleriyle söyleyelim, Erdoğan ve İnce’nin karşılıklı masaya koyacakları koalisyon tasarıları ve uzlaşıları çok önem kazanıyor.

Bu haftaki “Dünya Ve Biz” (ArtıTV) programımda konuklarım ülkemizin saygın siyaset iletişimci ve stratejistleri Dr. Gülfem Saydan Sanver ile Necati Özkan’dı. Hem program yapıyor hem programın yazısını yazıp suyunu süzüyor demezseniz, bu pazar istisnaen, değerli konuklarımın dile getirdiklerinden öne çıkanları, düşündürdüklerini, esinlendirdiklerini köşeme taşımak istiyorum. Hoşgörülerine sığınarak birebir atıfta bulunmayacağım, dileyenler geri dönüp kayıtları izleyebilirler.

Cumhuriyet tarihimizin bu en kritik seçimine esasen kırk günden az bir zaman kaldı. Halen bekliyoruz programlar ortaya çıksın, tartışalım. Adaylar belli olmadan tek güçlü, bilinen, avantajlı aday Erdoğan’ın karşısına isim değil program konulması gerektiğinden söz ediyorduk. O iş geçti. Ama teslim edelim ki, ana muhalefet İnce’yle bu defa doğru adayı buldu. 24 Haziran’a doğru bir sprint halindeyiz.

Bununla birlikte, İnce’den üç beş cümle de değil, bir iki yeni terim, bir iki slogan duymak zamanı artık. “Toprak işleyenin, su kullananın”, “ortadirek” gibi veya benzerleri. Öte yandan, İnce duruş ve hikaye olarak klavyede doğru notalara basıyor. Bu alanlarda, Erdoğan’ın gerisinde değil ve Akşener’in önünde. İddialı konuşmak gerekirse, seçimin ikinci tura kalmasının da yolunu açmış gözüküyor.

HDP, baraj sınırında geziniyor. Sanki HDP, devletin ceberrutça baskısını bir nevi Sinn Fein, Batasuna kimliğine dönüşerek göğüsleyecek gibi duruyordu. Oysa, şimdi adaylığı konuşulan ve adaylık teklif edilen isim yelpazesine baktığımızda, 7 Haziran öncesini de aşan bir gökkuşağı görüyoruz. Anlaşılan HDP, stratejik oy kullanacak seçmenin karar vermesini kolaylaştıracak bir yaklaşım benimsemiş. Bence gayet doğru da yapmış. HDP’nin, TBMM’ye girmesi, Cumhur İttifakı’nın çoğunluğu elde edememesi demek. Gerçek bu denli yalın.

Adayları yan yana koyduğumuzda, Erdoğan, İnce, Demirtaş, Akşener, dördü de kendi partilerinden daha geniş seçmen kitlesine hitap etme potansiyeline sahip. Kabaca Demirtaş ile Akşener, yüzde ondan on beşe doğru, İnce ise yirmi beşten otuza doğru oy oranlarını zorlayacak gibi duruyor. Erdoğan’ın ise kırkla yetinmeyip, kırk beş üstünü amaçladığı görülüyor.

Bir başka açıdan baktığımızdaysa, Erdoğan’ın kendi kendini yenmesi gibi bir beklenti var. Yani Erdoğan’ın kampanya yürütmede de benimsediği “tek adam” yahut “tek belirleyici” yaklaşımının onu hata yapmaya sürüklediği vurgulanıyor. En belirgin örnekler “TAMAM” ve “SIKILDIK” kozlarının muhalefete verilmesi. Londra’da uluslararası finans baronlarıyla toplantıda, faiz düşürüp enflasyonla mücadele edilebileceğini açıklaması gibi.

Pekiyi sosyal medya ciddiye alınması gereken bir gösterge mi? Evet, öyle. Doğru, seçim klavye başında kazanılmıyor. Ancak, 24 saatte iki milyon kişi “artık vakit tamam birader” diyorsa bu veri de yok sayılmamalı hatta önemle üzerinde durulmalı.

Yargılayacaklar mı, “devr-i sabık” (sahi bu söz ne denli küflü: “Güneş Motel”, “sine-i millet” gibi) yaratacaklar mı, oturup eski defterleri açacaklar mı? Seçmen dönüp üç ay öncesine dahi bakmakla ilgilenmiyor, üç ay, altı ay sonra, görebileceği gelecekte kendi durumunda olumlu değişiklik olup olmayacağına, olacaksa nasıl olacağına bakıyor. İnce, bu konuda da “olumlu gündeme” bağlı kalarak doğru yapıyor, yukarıda belirttiğim üzere içini biraz daha doldurmak gereği saklı kalarak.

Kaos, her zaman işbaşındaki lidere yarıyor. Aracın motorunun nereden yağ kaçırdığını, nereden gelen sesin hangi arızaya işaret olduğunu on altı yıldır direksiyonda oturan sürücü bilir duygusu. Ayrıca, Erdoğan kendi kendine de, AKP’ye de muhalefeti yine kendi yürüttüğü izlenimi veriyor. KONDA raporundan görüldüğü üzere, AKP seçmeninin de çoğunluğu “reis” için sandığa gidiyor.

Buradaki ince nokta, 7 Haziran-1 Kasım 2015 arası yaşadığımız türden güvenlik kaosu bu etkiyi yaparken, şimdi içinde bulunduğumuz ekonominin büyümesi ama –nasıl oluyorsa- istihdam yaratmaması, dolar kurunun roketlemesi, enflasyona faiz düşürerek müdahale, inşaat dışında girdi yaratamayan sistem ve artık gayrimenkule yatırımın enflasyona karşı güvenli sığınak oluşturamaması gibi unsurları bulunan ekonomik kaos, aksine dümendeki kaptana yaramıyor.

Afrin Operasyonu’nun sonradan Cumhur İttifakı alan AKP-MHP oyuna 3-4 puanlık steroid etkisi kısa ömürlü oldu ve geri dağıldı. Şimdi Kudüs’ten benzer bir hormon devşirme şansı az. Benzerini Hakan Atilla davasından çıkan görece ılımlı sonuç ve Halkbank’a gelecek mali cezanın seçim sonrasına bırakılması konuları için de söyleyebiliriz. Kandil’e harekat ise gerçekçi bir seçenek değil.

CHP’deki yenilik, İnce’nin teşkilatı elektrifiye etmiş olması. AKP’de yenilik, “metal yorgunluğu” (aradaki bağıntı müphem de olsa) Afrin Harekatı’yla bitti de denilse, teşkilatın adayın peşinden sürükleniyor ancak yaratıcı katkı sunamıyor görüntüsü vermesi. Bu yönüyle, mağduriyetten oy devşirmenin üst sınırları belli oldu. Yeni nesil seçmene “28 Şubat”, yukarıda değindiklerim gibi, küflü bir geçmişin parçası, tavan arasındaki sandığa ait.

Akşener, İnce’nin adaylığı açıklanana dek muhalifler arasında önde koşuyordu. Sonra geri düştü. Dili renkli, lider eleştirisi keskin. Kürtçe eğitim konusunda, milliyetçi cenah için yenilik sayılacak çıkış da yaptı. Ancak oy alacağı küskün MHP seçmeni kütlesinin ötesi bulanık. Diyeceğim, Akşener oyununu “ikinci turda Erdoğan’ı geçecek aday benim” söylemine dayandırıyor ancak aritmetik bize 10-15 arasını gösteriyor.

Demirtaş’ın cezaevinden olma mağduriyetini oya tahvil edeceğini öne sürmek bana göre ahlak dışı ve erdemsiz. Demirtaş’ın güçlüğü 7 Haziran öyküsüne aşina olmayan, yeni seçmene erişmekte. HDP, en eski - kapıdan kapıya ve en yeni - dijital medya yöntemleriyle bu açığı doldurma çabası gösterecek.

Erdoğan ve AKP'nin seçim başarılarında imzası olan rahmetli Erol Olçok 15 Temmuz gecesi katledilmişti. Bu defa kampanyayı asıl işi kamuoyu yoklaması yapmak olan Faruk Acar’ın kurduğu ajans üstlendi. AK’ı “vAKit” sözcüğüne yedirerek Almanya, Japonya, Fransa versiyonları yapılmış propaganda filmine bakarsak, doğrusu aklındakini sahaya yansıtabildiğini ben söyleyemem. Ayrıca, bu risk, Şampiyonlar Ligi maçı öncesi teknik direktör değiştirmeye benziyor.

Kamuoyu yoklamaları doğası gereği geriye dönük. Kamuoyuyla seçmenin kararını manipüle etmek oldukça hurafe. Son dönemde kamuoyu yoklamaları zaten büyük ölçüde çuvalladı: Macron, Trump, Brexit, İtalya vb. Seçmen kararını, kararsızların son güne dek nasıl karar vereceğini kestirebilmek güç hatta olanaksız. Seçim sonucunu da tüm adayların üzerine oynadığı o kararsızlar kümesi belirleyecek.

Sandık güvenliği, seçim güvenliği önemli. İnce’nin seçim gecesi için elli bin avukata cübbelerini el altında bulundurup, gerektiğinde YSK önünde randevu vermesi de önemle not edilmeli.

Adı konulmasa da yeni Türkiye denilen, koalisyonlar dönemi de demek. Bu itibarla milletvekili seçimleri 24 Haziran’da tek turda biterken, 8 Temmuz’da yapılacak ikinci tur cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turuna dek geçecek on beş günde, isimleriyle söyleyelim, Erdoğan ve İnce’nin karşılıklı masaya koyacakları koalisyon tasarıları ve uzlaşıları çok önem kazanıyor.

HDP’nin barajı stratejik oylarla aşacağı beklenir. Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turundan ise İnce’nin aşağıdan yukarı doğru yüzde 30 ve Erdoğan’ın da yukarıdan aşağı doğru yüzde 40 oranlarına yakınlaştıkları ölçüde, ikinci tur kıran kırana sonuçlanacak. Aksi halde İnce için yüzde 25’lerden kazanmak, Erdoğan için ise yüzde 45’i aşan skorlardan kaybetmek pek olası gözükmüyor.

Şimdiye dek seçmen, kızgınlığını sandığa yansıtamadı. Kızgın seçmen, hep korkan seçmene dönüştürüldü. Ancak kızsa da, korksa da ülkemizde seçmen sandığa gidiyor. Olağanüstü bir durum olmadıkça, bu seçimde de rekor düzeyde katılım beklenir. Anlayacağınız, Gezi zamanından kalma bir sloganla sözü bağlarsak, yanlış anlaşılmamak kaydıyla: “Öfkelenince çok güzel oluyorsun Türkiye’m...”


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.