YAZARLAR

Günlerin bugün getirdiği

Dipte biriken bir dalga bu. Mayıs sonuna doğru öyle bir coşacak ki, direngen bir halkın onuru ile oynanmayacağını herkese gösterecek.

Ashna Ahmed Dawlat

Bir gün, 1995 falan, şu aralar sürgünde olan iki akrabamla -biri önde gelen bir felsefe doktoru, öbürü iyi bir şairdir- Batman’dan Ankara’ya gitmek üzere bir otobüse bindik. Otobüs şehrin hafif dışındaki Esentepe’den iki kadını aldı. Biri iri ve siyah saçlı, öbürü zayıf ve sarı saçlıydı. Adana’ya bırakılacak olan kadınlar hemen hostes rolüne büründüler. Siyah saçlı ve iri olanı sürekli biçimde bana bakıyordu. Bu durum, arkamda oturan iki akrabamın da dikkatini çekti. Tipik erkek muhabbeti ile geyik çevirdiler.

Otobüs Siverek’te mola verince söz konusu kadın yanıma gelerek son derece kıvırcık bir şive ile otobüste bir yarışma düzenleyeceğini, katılırsam mutlu olacağını söyledi. “Tamam” dedim. Uzaktan gören arkadaşlar erkek muhabbetini ileri taşıdılar, ama ben bir sosyal deney yapıyordum ve deneyin bir parçasıydım. Hem zaten bana saat soran, adres soran çok olur. Bir kuyrukta sıraya girince, insanlar gelip önümde oluşan boşluktan geçerler. Göz çukurlarım çok derin ve bu, trajik ve güvenilir bir görüntü yansıtıyor. Yüzü, insanın kaderidir. Sanırım iyi bir insanım ben!

Sayın yolcular yerlerini alınca kadın mikrofonu aldı ve yadırgama dışında belli bir duygusu olmayan yolcuları yadırgatacak şekilde “sayın yolcular” diye başladı. Meraklı bir sessizlik meraklı bir beklentiye kapıldı. “Yolculuğumuz çok uzun” dedi ve aslında hepsi garip birer sesten oluşan harfleri yuta yuta devam etti: “Bu uzun yolculuk ancak eğlence yaparak geçer.” Yadırgayan gözlere cevabını alamadığı soruyu sordu: “Ne dersiniz, bir eğlence yapalım mı?”

Kadın yadırgayan gözler içinde gözlerimi buldu ve yardım ister gibi sordu: “Gönüllü kimse var mı?” Ben hemen elimi kaldırdım ve yüzünün yarısını kaplamaya başlayan müteşekkir gözlerine kendimi iyice gösterdim. Arkadaşlar dürttüler ama kalktım ve otobüsün ön tarafına gittim. Cümle kurmakta zorlanan yeni dostum evet-hayır yarışması yapmak istedi. Birkaç soru sonra “hayır” diyerek mutluluğuna mutluluk kattım. “Alkışlayın” dedi o da. Akrabalarım dışında herkes alkışladı! O başka gönüllüler için birkaç kez art arda çağrı yaparken arka koltuktan sürekli dürten akrabalarım söylenip durdular: “Oğlum, ne biçim adamsın yaw sen? Ağır ol yaw biraz. Yakışıyor mu böyle şeyler?” Sonunda dönüp şöyle dedim: “Bakın göreceksiniz, birazdan siyaset başlar. Halkımızı bilinçlendiriyorum. Sizin haberiniz yok!”

Takip eden gönüllülerin bir kısmı yarışmaya Türkçe devam ettiler. Sonra orta yaşlı biri mikrofonu yanına isteyip Kürtçe kilam okuyup okuyamayacağını sordu. “Tabii” dedi kadın. Birkaç kişi günümüz stranlarından okudu. Çeyrek saat sonra otobüs karanlığın içinde bütün ışıkları açık şekilde gidiyordu; yaklaşık 50 kişi yüksek sesle zamanın en radikal politik şarkısına eşlik ediyordu: “Li Mêrdînê, li Bagokê / Şer dewam kir şev û rokê…”

Üç cümle sonra ““Li Mêrdînê, li Bagokê”ye bağlanan ruh beliriyor yine. Dün Ava Weqfê (Buzlupınar)’de “tabakanızı müsaade eder misiniz” sorusunu “sana kurban da ederim” diye cevaplayan amcanın sözleri ile. “Nerenin tütünü” sorusuna “Bitlis” diyor. Üçüncü cümleye geliyoruz: “Kota yok mu?” Amca da bir tane sarmaya başlayarak “onu, ona oy verenler düşünsün!” diyor.

Sanırım sandıkları son iki bahara verilmiş bir cevap ile dolduracaklar. İki bahardır yas tutan bir halk çünkü. Tümüyle siyasetin ve onun temsilinin hanesine yazılamayacak bir başarı beklemeli. Çünkü başka hiçbir dile çevrilemeyecek “xîret”, bu halkın hayat görüşü oldu. Dipte biriken bir dalga bu. Mayıs sonuna doğru öyle bir coşacak ki, direngen bir halkın onuru ile oynanmayacağını herkese gösterecek.

Not: Geçen haftaki yazımda garip bir cisimden de bahsetmiştim, birkaç yan cümlecik ile. Bu kavgada “bir nokta, bir virgül değil, bir küçük, bir zavallı yeşil” olan bu seviyesiz hacıyatmaz uzun bir küfürname döşenmiş. Onu dehleyen efendilerine değil, bana çemkirmiş. Şu hikâye geliyor akla: “Yek tifî beqê dike, beq dibêje, ‘bara rojê di avê de şil nabim, ma ez ê bi tifa te şil bibim?’” (Biri kurbağaya tükürünce kurbağa demiş ki, “bütün gün suda ıslanmıyorum da senin tükürüğünle mi ıslanacağım?”)


Selim Temo Kimdir?

27 Nisan 1972’de Batman’ın Mêrîna köyünde doğdu.2000 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Etnoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1997’de Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü, 1998’de Halkevleri Roman Ödülü’ne değer görüldü. Yüksek lisansını (“Cemal Süreya Şiirinde Bedenin Yazınsallaşması”) ve doktorasını (“Türk Şiirinde Taşra: 1859-1959”) Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. 2009’da Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. 2011’de, Exeter Üniversitesi’ndeki (İngiltere) Centre for Kurdish Studies’de konuk hocalık yaptı. Hrant Dink Vakfı tarafından “dünyada, geleceğe dair umudu çoğaltan kişiler”den biri sayılarak “2011’in Işıkları” arasında gösterildi. Radikal gazetesinde başladığı köşe yazarlığına (Kasım 2013-Kasım 2014), Ocak 2017’den beridir Gazete Duvar’da devam ediyor. Dört Türkçe iki Kürtçe şiir kitabı, bir romanı, iki antolojisi, 12 çocuk kitabı, yedi roman-öykü çevirisi, iki şiir kitabı çevirisi, bir çevrimyazısı, bir gazete yazıları ve iki edebiyat kuramı kitabı yayımlandı. 6 Ocak 2017’deki 679 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edildi. Amed’de yaşıyor.