27 Mayıs’a giden yol: 555K
Duymuşsunuzdur: 555K parolasıyla simgelenen bir buluşma bu. Uzun söylersek, 5. ayın 5. günü saat 5’te Kızılay’da… 27 Mayıs öncesinde yapılan sivil eylemlerden. Hayır, orduyu göreve çağırmak için değil, Adnan Menderes başkanlığındaki hükümete itirazlarını dillendirmek için yapılıyor bu buluşma. Öğrencilerin çağrısıyla yapılıyor ve memleket tarihinin ilk sivil itaatsizlik eylemi olarak tarihe geçiyor.
1988 yılının 12 Eylül günü hayatımda yeni bir sayfanın açıldığı dönem. O gün Ankara’ya geldim, o dönem Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi bünyesinde bulunan Kimya Mühendisliği bölümünde okumak üzere üniversiteye kaydımı yaptırdım. Korkuyordum çünkü ilk kez ailemden uzaklaşacak, bir büyük şehirde yalnız kalacaktım. Heyecanlıydım çünkü yalnız kalacağım şehir uzaktan sevdiğim Ankara’ydı ve ben çok sevdiğim bir bölümde okumak için buraya gelmiştim. Heyecan korkuyu yendi ve ilk yılım şehri keşfederken bir anda bitiverdi. İkinci yıl kayıt yenilerken zafer kazanmış kumandan gibiydim: Korkum kalmamıştı, yaşadığım şehre (en azından bana yetecek kadarına) hâkimdim ve okulumu çok seviyordum. Sonrası küçük savrulmalarla geçen yıllar –ki o savrulmalar beni bugüne getirdi, kimya mühendisi olmak için geldiğim şehirde kendimi bambaşka bir yere konumlandırdım: Dinlediğim müziğin tarihini merak ediyor, öğrendiklerimi çevremde bulunanlara heyecanla anlatıyor, bulduğum plakları arkadaş ortamlarında dinletiyordum.
Ankara’da keşfettiğim ilk dükkânlardan biri, Kızılay’ın göbeğindeki Ada Müzik. Logosunu tesadüfen elime geçen Çağdaş Türkü kasetinden bildiğim “şirket”i karşımda görmek, yaşadığım ilk heyecanlardandı. Sonrasında Zafer Çarşısı içindeki diğer dükkânı ve SSK İşhanı’ndaki “merkez”i keşfedince ne kadar doğru bir yere geldiğimi anlamıştım. Yönümü müziğe doğru çizmem, bu “keşif”ler sonrasında. Yine SSK İşhanı içindeki Kavel Bar ve Karanfil Pasajı’ndaki Ezgi Müzik, yönümü sabitleyecek dokunuşu yaptılar ve beni Radyo Arkadaş’la tanıştırdılar. Bir anda yeni kurulacak bir radyonun, Türkiye’nin ilk solcu radyosunun oluşum toplantılarına katılmaya başladım. Radyo yayına başladığında çarşamba gecesini kapmış, “Dünden Yarına” adlı programı hazırlamaya ve sunmaya başlamıştım...
Sonrasında iflah olmadım zaten. Livaneli’nin bir şarkısında söylediği gibi “düşe kalka yollarda” ilerlerken sadece müziği değil, memleketi de tanıdım. Lisede bütünlemeye kaldığım tek ders tarihti, sevmezdim ama Ankara’da kendimi bulduğum ilk yıllarda tarihin ne kadar önemli olduğunu anladım. Lisede bize öğretilen, yaşananlarla alakası olmayan şeylerdi. “Yazılmış” bir tarihi etüt ederken asıl hadiseyi ıskalıyorduk ve bu, hayatımızın sonrasında büyük bir eksikliğe yol açıyordu. Kendimi tamamlamak, memleketimi öğrenmek, dinlediklerimi içine yerleştirmek ve daha iyi anlamak için resmî tarihten hep uzak durdum, kendi sivil tarihimi oluşturdum. O yıllarda bir şey daha gördüm: Bugünü anlamak için düne bakmak ve ondan feyz alarak yarını bugünden şekillendirmek gerekiyordu.
Hayatımın ilerleyen yıllarında tarihe hep özel önem verdim. Dinlediğim her şeyi tarihiyle değerlendirdim. Uyandığımda yaptığım ilk şey günün tarihine bakmak, dünden bugüne bir şeyleri taşımak ve onları yarına aktarmak oldu. Bunun için yazılar yazdım, radyo programları hazırladım. Bugün elimde bütün yılı kaplayan bir kişisel ajandam varsa yaklaşık yirmi yılda attığım adımlar sayesinde.
Ankara’da hayatımı değiştiren mekânların Kızılay civarında olduğunu az önce söyledim. Bu bir türlü meydan olamayan meydan, memleket tarihinde de bir kırılma noktası. 1960 yılının başlarında bu noktada yapılan bir buluşma, sonrasında yaşanacakların habercisi. Duymuşsunuzdur: 555K parolasıyla simgelenen bir buluşma bu. Uzun söylersek, 5. ayın 5. günü saat 5’te Kızılay’da… 27 Mayıs öncesinde yapılan sivil eylemlerden. Hayır, orduyu göreve çağırmak için değil, Adnan Menderes başkanlığındaki hükümete itirazlarını dillendirmek için yapılıyor bu buluşma. Öğrencilerin çağrısıyla yapılıyor ve memleket tarihinin ilk sivil itaatsizlik eylemi olarak tarihe geçiyor.
Öğrencileri harekete geçiren, Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz’in 28 Nisan’da Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi önünde öldürülmesi. 20 yaşındaki genç, polisin silahından çıkan bir kurşunla hayatını kaybetmişti. Nâzım Hikmet, onun ardından (sonrasında Timur Selçuk tarafından bestelenecek ve yorumlanacak olan) “Hürriyet Marşı”nı yazdı: “Beyazıt’ta şehit düşen / silkinip kalktı kabrinden, / ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını / Yıktı Şahmeran’ın mağarasını.” Yeni Türkü ve Fuat Saka tarafından ayrı ayrı bestelenecek bir diğer Nâzım Hikmet şiiri “Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü” de bu olayı anlatıyor. Mevzu hakkında yazılmış bir Enver Gökçe şiiri ise yıllar sonra Ahmet Kaya sayesinde dolaşıma girdi: “Hay bu nasıl devran? / 28 / Nisandı / Yavri / Hey! / Ham / Meyveyi / Kopardılar / Dalından.” Şarkının Büyük Ev Ablukada yorumu ayrıca muazzam.
Şarkılar, sivil tarih oluşumunda en önemli belgeler. Şunu unutmamak gerekiyor: Dinlediğimiz şarkının bir yerinde muhakkak güne/döneme dair bir done var. Anlayacağınız, şarkının tarihe mâl olması için illa siyasî olması gerekmiyor. Şiirler, hikâyeler, romanlar, oyunlar ve filmler de öyle. Onları tarihle ilişkilendirerek okuduğunuzda/seyrettiğinizde bir anda bambaşka bir açıdan bakmaya başlıyorsunuz. Cemal Süreya’nın “Bursa’da ipek çeken kızlar”ı anlattığı şiiri misal… Şöyle dizeler içerir: “Görmeğe alıştığımız nice yazlar / Kimleri alıp götürdüler ama kimleri… / Karanfil bıyıklı genç teğmenleri / Ak saçlı profesörleri, öğrencileri / Adları şuramıza işlemektedir”
Cemal Süreya şiirinin başlığı “555K”. Şair, o gün Kızılay’da toplananlar arasında. Yanında okul arkadaşı Altan Öymen de var. Yakın çevresinde yer alan Sezai Karakoç, o gün o buluşmaya gitmemiş ama 2 Mart 1990 tarihli Diriliş’te rastladığımız “hatıralar”ında günün fotoğrafını çekmiş: “Saat 5 olunca Kızılay mahşeri bir görünüm alır. Çünkü: O saatte memurlar dairelerinden çıkarlar. Esasen memur kenti olan Ankara’da bilhassa Yenişehir, bu saatte oluk oluk memurların bulvara boşaldığı yerdir. Bakanlıklardan, hatta şirket bürolarından çıkan çoğu genç insan, Kızılay’dan Sıhhiye’ye doğru yürürken, daha önceden gelmiş öğrenciler de toplu gösterilerine başlıyorlardı.(…) Denildiğine göre, Mülkiyeliler Birliği’nde bir grup öğrenci, başlarında keman çalan, müzisyenliği olan idareci mesleğinde bir sınıf arkadaşımız (o sırada Ankara’da bulunuyor) ‘Gazi Osman Paşa Marşı’nı mızıka ile söyleyerek Yenişehir’e çıkıyorlarmış. Sıkıyönetim olduğundan askerler gelip alıp götürüyor onları ve biraz ilerde salıveriyor.”
Aynı günü, Orhan Duru’nun günlüğünden okuyalım: “(…) Yenişehir’de yeni bir gösteri. Kalabalık önce ‘Dağ Başını Duman Almış’ı söylemeye başladı, sonra eski bir şarkıya geçtiler. ‘Osman Paşa’ şarkısı. Herkes bilir. Hatırlamıyorum şimdi güftelerini. Fakat Osman Paşa’yı İsmet Paşa diye söylüyorlardı. Polisler nümayişi dağıtmakta güçlük çekti. Bu arada süvarilerin geldiğini gördük. Dolaşanlar ıslıkla aynı türküyü söylüyorlardı. Kalabalığın verdiği yüksek heyecan. Polis nümayişçileri copla dağıttı. Bir kadın çığlık attı.”
Orhan Duru, 5 Şubat 1959 tarihinde yeni defterine şu notu düşmüş: “İşte yeniden. Uzun zaman var ki bırakmıştım günlük tutmayı. Yeniden bulunca böyle güzel bir defter, yazmak isteği doğdu içime. Hem arada olan bitenler var. Neler neler anlatacağım ben size kağıtlar.” Anlattıkları, 27 Mayıs’ı hazırlayan günler. Polis, baş köşede. Yaptığı, halka zulmetmek ve korku yaratmak. Tanıdık, değil mi?
27 Mayıs sonrasında, en çok polisin ortadan kalktığına seviniyor, Duru. Ferit Edgü’ye yazdığı 16 Haziran tarihli mektupta şu cümleleri kuruyor: “Ankara’da 27 Mayıs’ta bu yana hiç polis yok. Polis elbiseli adamlar yok. Polis suratlılar hiç yok. Bu ara bunun için çok seviyorum Ankara’yı. Çıldırıyorum hiç polis yok diye. Ne güzel! Gereksiz bir şey galiba polislik. İnsanları suç işlemeye itenler polisler miydi yoksa? (…) Meyhanede, kerhanede, yolda, önünde, arkada konuşmalarını dinleyen bir polis yok.” Orhan Duru’nun “polis yok” diye tarif ettiği, asker dolu sokaklar. 27 Mayıs kimilerince “devrim” olarak kabul edilir ama aslında bir darbedir. Evet, sonrasında Türkiye’nin gördüğü en özgürlükçü anayasa hazırlanmıştır ama bu, darbeyi hoş görmemizi gerektirmez.
Yukarıdaki satırları YKY tarafından yayımlanan bir kitaptan aldım: “Ferit Edgü & Yüksel Arslan’a Gençlik Mektupları (1957-72) ve ‘27 Mayıs’ Günlüğü, Orhan Duru, 2015”. 27 Mayıs romanlara, şiirlere, filmlere konu oldu. Şarkı derseniz, bizzat bir marşla kaderi çizildi. Bugün 58. yılını devirdiğimiz darbe, Demokrat Parti iktidarını ortadan kaldırdı ama sonrasında çok şey yaşandı.
Kızılay, memleketteki ilk sivil itaatsizlik eyleminin merkezi. Kişisel tarihimde “sivil itaatsizlik” adımını atmama yol açan mekânları barındıran merkez aynı zamanda… Ankara’ya geldiğim yıl henüz 16 yaşındaydım. O yıllarda seçme yaşı 20’ydi ve ben dört yıl sonra oy kullanabilir duruma geldim. Oyumu verdiğim ilk seçim, 1995 genel seçimleri. 24 Aralık’ta, sandık başına gittiğimde mührü nereye basacağımı çok iyi biliyordum. Fiilen çalıştığım bir kampanya yapılmıştı ve slogan basit ama güzeldi: “Oylar kelebeğe!” Hiç tereddüt etmeden oyumu işaret edilen yönde kullandım. Sonrasında da yönümü değiştirmedim. İlk oyumu HADEP’e verdim, 24 Haziran’da mührü HDP’ye basacağım. Bunu da tarihe bir not olarak düşeyim.
Cemal Süreya şiiri “555K” şu dizelerle sonlanır: “Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya / Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya / Anamız çay demliyor ya güzel günlere / Sevgilimizse çiçekler koyuyor a bardağa / Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız / Bu, böyle gidecek demek değil bu işler / Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz / Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını / İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz”
“Bir”lik güzel şey. Dayanışma da öyle. 24 Haziran, güzelliğin ortaya çıktığı, “hürlüğün havası”nı “bir ağızdan tutturduğumuz” gün olsun. Hep söylüyorum: Şarkılar o gün güzelleşecek.