Ahlat Ağacı: Kör kuyularda…
Öncelikle 188 dakikalık, çok katmanlı, bol karakterli; edebiyattan dini metinlere, mitolojiden günümüz Türkiye toplumuna uzanan onlarca göndermeyle bezeli bir filmi, üstelik izledikten birkaç saat sonra, bütünüyle değerlendirmenin zorluğunu belirterek başlamakta yarar var. Bir yanda Sinan’ın kendisi ve babası ile olan dertleri, diğer yandan ise belki de bu dertlerin ‘üst çerçevesi’ olarak tanımlayabileceğimiz aşk, yaratıcılık, inanç gibi sorgulamalar…
Cannes’daki ilk gösterimden itibaren Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi “Ahlat Ağacı” için en çok kullanılan tanımlardan birisi “roman gibi” oldu. Dostoyevski, Çehov, Salinger bu romanın ruhunu anlamak için en fazla referans verilen isimlerdi. Hepsinin de doğru saptamalar olduğunu belirterek başlayalım. Ama ille de bir bağ kurulacaksa “Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır" diyen Hasan Ali Toptaş ve “Kuşlar Yasına Gider” romanı ile bir akrabalık kurmak gerekir. Ki kitabın kapağındaki fotoğrafların Nuri Bilge Ceylan’a ait olması aradaki bağı dolaysız hale getirmeye yeter! “Kuşlar Yasına Gider”in kahramanı tanınan bir yazardır ama babası ile kurduğu ilişki, “Ahlat Ağacı”nın genç yazar adayı Sinan ile benzerlikler taşır. Yazarın babası uzun yıllar kamyon şoförlüğü yapmış, batmış- çıkmış, ailesini birçok kez zor durumda bırakmıştır. Hastalanan babası ile yıllar sonra yeniden yoğun bir bağ kurmak zorunda kalan romanın kahramanı yazar, Ankara-Denizli yollarını aşındırırken “oğulun babaya dert, babanın oğula yük” olduğu dünyanın kapısını aralar.
“Ahlat Ağacı”nın Sinan’ı da Çanakkale’de üniversiteyi bitirip babası gibi ‘sınıf öğretmenliği’ diplomasını alıp Çan’daki eve döndüğünde benzer bir dünyanın içinde bulur kendisini. Kumara bulaşmış borç içindeki babası İdris, kırkından sonra ‘el âlemin çocuğuna bakmak zorunda kalmış’ annesi Asuman, eski arkadaşlarla açılmış mesafeler bir yanda; öğretmen olarak atanamazsa polisliğe başvurmak ile kitabını yayınlatıp yerel çapta da olsa tanınan bir yazar olmak kaygısı diğer yanda…
ODYSSEİA’DAN KUTSAL METİNLERE
Öncelikle 188 dakikalık, çok katmanlı, bol karakterli; edebiyattan dini metinlere, mitolojiden günümüz Türkiye toplumuna uzanan onlarca göndermeyle bezeli bir filmi, üstelik izledikten birkaç saat sonra, bütünüyle değerlendirmenin zorluğunu belirterek başlamakta yarar var. Bu notu düştükten sonra ilk elden “Ahlat Ağacı”nın birbirinin içine geçirilmiş iki ayrı koldan akan bir hikâye yapısı olduğunu belirtelim. Bir yanda Sinan’ın kendisi ve babası ile olan dertleri, diğer yandan ise belki de bu dertlerin ‘üst çerçevesi’ olarak tanımlayabileceğimiz aşk, yaratıcılık, inanç gibi sorgulamalar… Sinan’ın eve dönme, aile sorunlarıyla yüzleşme, kitabını bastırmaya çalışma, atamasını bekleme, babası ile hesaplaşma vb. gibi ‘dünyevi’ dertlerinin yanında; Nuri Bilge Ceylan sinemasında “Bir Zamanlar Anadolu’da” ile başlayan “Kış Uykusu” ile görünür olan ve burada neredeyse 20 dakikayı bulan karşılıklı konuşmaların yer aldığı ‘bölümler’ var. ‘Bölümler’ diye tanımlamak tam karşılamasa da Homeros’un “Odysseia” hikâyesinde olduğu gibi Sinan’ın yolculuğu boyunca birileriyle karşılaşıp uzun uzun konuştuğu anlar bunlar.
Hatice ile aşk, Süleyman ile ‘taşra ve edebiyat’, kum ocağı sahibiyle iş dünyası, iki imamla din üzerine yapılan uzun sohbetler; bir yandan karakterin kuşatıldığı evreni anlatmaya çalışırken diğer yandan da ülkenin kültürel, ekonomik ve politik ikliminin çerçevesini çiziyor. Süleyman ile yapılan edebiyat sohbetinin, yazar olmak isteyen Sinan’ın dünyasında bir karşılığı olduğu muhakkak. Hatice ile de bir geçmişi olduğunu düşünmemiz için nedenler var. Fakat kum ocağı sahibiyle ‘iş bitiricilik’, imamlarla ‘dinin nasıl yorumlanması’ gerektiği üzerine sohbetlerin hem uzun (özellikle ikincisi) hem de filmin genel akışı içinde ayrıksı durduğunu; karakteri kuşatan dünyayı anlamamıza yardımcı olsa bile, filmin çerçevesinden dışarıya taştığını söylemek gerek. Bu bölümlerde Nuri Bilge Ceylan’ın ve filmin yaratıcılarının (yönetmen ile birlikte senaryoya imza atan Ebru Ceylan ve Akın Aksu) daha çok kendi tartışmalarını ya da filmin geçtiği evrene dair fikirlerini hikayenin içine yedirmeye çalıştıklarına dair bir hisse kapılmamak elde değil.
BABANIN BIRAKTIĞI YERDEN
“Ahlat Ağacı”, gençliğinde âşık olduğu kadının gözlerinin içine bakarak doğadan, topraktan, hayattan bahseden, kasaba memuriyetinin çarkları arasında öğütüldükten sonra ailesini yoksulluğa mahkûm eden bir kumarbaza dönüşen İdris’le; yazar olmak için hevesten başka bir şeyi, taşradan çıkmaya cesareti olmadığı için giderek babasına dönüşen Sinan arasındaki ilişkiyi örerken oldukça da mahir öte yandan. Dede, baba ve oğulun bir tarlada, kör bir kuyunun önünde başlayan döngünün; torunun bütün mücadelelerden yenik ayrılmış, ergenlikten erginliğe geçmiş bir halde babasının kaldığı yerden devam etmesiyle sona eriyor. Bu yalnızca sinematografik bir tutarlılığı değil, aynı zamanda bu topraklarda bir kader gibi kabul edilmiş gerçekliğe dair de çarpıcı bir döngü aynı zamanda. Sinan babasına karşı bütün öfkesine rağmen; cebindeki üç kuruşu at yarışına yatıracağını bile bile ona vermesinden, cebinden alınan paranın akıbetini bilip de kabul etmemesinden anlıyoruz içten içe ona benzediğini. Kitap bastırmakla, at yarışı oynamanın aynı can sıkıcı sonuçları yaratan ‘hevesler’ haline dönüşebileceğini fark ettiğimizde İdris ile Sinan arasındaki mesafe de kapanıyor.
ERKEKLERİN SUSTUĞU, KADINLARIN KONUŞTUĞU ANLAR
Nuri Bilge Ceylan’ın konuşkan bir hikâye tercih etmesi, kendisinin de röportajlarında ifade ettiği gibi diyalogların karakterlerin ağzında gerçekçi durması için bazı estetik tercihler yapmasına neden olmuş. Bu yüzden bildik Nuri Bilge Ceylan kadrajları karakterlerin konuştuğu anlarda değil, sustuğu anlarda gösteriyor kendisini daha çok. Sinan ile Hatice’nin ağaç altında buluşmasındaki sessizliklerde, Sinan’ın babasının köpeğine her bakışında aklından geçen bir sürü şeyin görüntüyle anlatılmasındaki ustalıkta örneğin… Uzun diyalogları ise tek mekânda ‘açı-karşı açı’ formülüyle çözmek yerine karakterlerini yollara düşürmeyi tercih etmiş. Geniş çerçevelerin içinde, kimi zaman uzaktan kimi zaman yakından takip ederken kamera onları, sesler birbirleriyle değil, seyirciyle de konuşuyor kimi zaman. Edebiyata, aşka, inanca dair cümleler uçuşuyor havada. Filmi ‘roman’ havasına sokan da bu seyirciyle konuşma hali daha çok. Bir kitabı okurken metnin kafanızda yarattığı imajlar gibi akıyor görüntüler bu sahnelerde çoğunlukla…
Erkekler sustuğunda görsel dilini daha da yukarılara taşıyan film, kadınlar konuştuğunda hikâyeye dair soru işaretleri bırakıyor ama. Hatice, eski sevgilisi Ali Rıza gibi ‘çocuk’larla işinin olmayacağını söyleyip ‘kaderine’ boyun eğip çekiliyor sahneden. Asuman, İdris’e söylenmediği tek uzun diyaloğunda kocasının özünde iyi bir insan olduğunu anlatmaya çabalıyor oğluna. Bütün yaşadıklarına rağmen Asuman’ın ağzından, dönüp dolaşıp sözü “babayı anlamaya” getiriyor “Ahlat Ağacı”. Sahi, Sinan aile ve baba dertleriyle uğraşıp dururken evdeki kız kardeşi ne düşünüyor acaba? Bunu göstermiyor bize film? Ahlat Ağacı, bir tarafıyla çok fazla diğer yanıyla tamamlanmamış duygusu bıraksa da İdris’in yitip giden, Sinan’ın yitmek üzere olan hayatını kör bir kuyuda buluşturmak üzerine kuruluyor muhteşem final. Hiç çıkmayacak bir yudum su için kör bir kuyunun dibinde debelenip duruyor erkeklik!
Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan
Oyuncular: Doğu Demirkol, Murat Cemcir, Bennu Yıldırımlar, Hazar Ergüçlü, Serkan Keskin, Tamer Levent, Ahmet Rifat Şungar, Öner Erkan, Akın Aksu
Yapım: Türkiye, Fransa, Almanya, Bulgaristan
Süre: 188 dk.