Yüzde 50 evde zor tutuluyor
İktidar seçmeninde giderek kristalize olan ve aslında en çok yine iktidar tarafından fark edilen ve ölçülen bir "zorakilik" var. Yüzde elli artık gerçekten "evde" zor tutuluyor. Ama evde zorla tutulanlar, sokağa çıkıp "ötekilere" saldırmak için değil, evi terk etmek için eşikte duruyor.
Seçime neredeyse üç hafta kaldı. Bu seçimin son derece kritik olduğu konusunda herkes hemfikir ama önceki seçimlerde olduğu gibi seçim sokaklara inmiş değil. Türkiye'nin neresine gidilirse gidilsin, birkaç hafta sonra seçim olacakmış gibi bir atmosfer yok. Miting yapılan şehirlerde bile büyük bir hareketlilik gözlenmiyor. Erken seçim çok kısa bir takvime sıkıştı. Elbette atmosferi belirleyen en önemli neden aşırı erkenlik ve acele ama bu bile aşırı sakinliği açıklamaya yetmiyor. Bir küçük not: Hareketliliğinin aleyhine olacağını düşünen iktidar kanadı bu seçimde sokak canlanmasına katkı vermiyor, derin bir kampanya yürütüyor.
Peki, bu tablo insanların siyasete, seçime çok mu ilgisiz olduğunun göstergesi? Sokaklardaki, meydanlardaki hareketliliği yaratacak olan gençler için bunu söylemek mümkün. Hemen bütün partilerde miting kalabalıklarının yaş ortalaması fazla yüksek ama kadın sayısı da artıyor. Konuştuğunuzda ise, insanların heyecansız veya ilgisiz olmaktan çok, bunu göstermek konusunda hevesli olmadıkları anlaşılıyor. Giderek sayısı ve çeşitliliği artan anketlere ilgiden, biraz sohbetin ardından sorulan "ne olacak peki" sorularından anlaşıldığı üzere, biraz zaman tanıyınca merak hemen kendini gösteriyor. Muhtemelen seçime katılım oranları da hiç düşük olmayacak.
'DİKKAT ET UYANDIRMA'
Seçim araştırmalarının duayen ismi Tarhan Erdem ile kısa bir sohbet imkanı buldum. Erdem, genel eğilimleri ve Türkiye'nin gideceği yönü okumaktaki zorluklara işaret etti. Onun anlattığı çok çarpıcı bir anekdot, durumun başka bir yüzünü gösteriyor: Uzun zamandır alışveriş yaptığı bir esnaf, "Ne olacağını biliyoruz ama fazla fark ettirmemek lazım" demiş. Erdem, çok iyi tanıdığı bu esnafın yıllardır sürdürdüğü oy tercihini değiştirdiğinden ama bunu ilan etmeyi istemediğinden emin. Yani örtülü bir “tamam ama uyandırma” halinin izleri görülüyor. Eğer seçmeni biraz şahıslaştırarak düşünürsek, herkes gibi sürpriz yapmaktan, yaptığının söylenmesinden hoşlanmasının çok garip olmadığını düşünebiliriz.
Her seçimde alışık olunduğu gibi, "kararsız oranları çok yüksek" sözleri bu sefer pek duyulmuyor. Yayınlanma sıklığı artan anketlerde de, kararsız oranları çok yüksek çıkmıyor. Fakat bu seçimde, herkesin farklı biçimde tarif ettiği bir "dip dalgadan" bahsediliyor. Belki bu kez kararsızlardan değil, bekleyenlerden; fikir oluşturmayanlardan değil, fikrini uygulamaya koymayanlardan bahsetmek daha doğru. Sayısal olarak ölçülmese bile, neredeyse bütün gözlemcilerin birleştiği nokta, aynı gibi görünen tablonun hiç de öyle olmayabileceği, alttan alta ciddi bir yön değişikliğinin sezilebildiği.
KORKU NE YANA DÜŞER?
Seçim atmosferinin fazla canlı olmaması ile ilgili sohbetlerde, "insanlar çekiniyor" argümanı çok sık kullanılıyor. Açıkçası, OHAL, açık saldırılar ve baskılar, ayrıca seçim güvenliğine ilişkin kaygılar, bu görüşleri haklılaştıracak bir zemin oluşturuyor.
Ama korku meselesinin biraz daha karmaşık bir başka yönü daha var: Kendi yapabileceğinden korkmak. Bu korku, yüksekten bakıldığında kendini aşağıya bırakmaktan veya metro istasyonunda trenin altına doğru yürümekten korkmak gibi ürkütücü şeylerle ilgili olmak zorunda değil. Bazen, çok önemli bir meseleyle yüzleşmek, çözüm için adım atmak, bir alışkanlıktan vazgeçmek gibi çok hayırlı şeylerden de korkabilir, kaçabilir; "Şimdi zamanı mı" diye düşünebilir insan.
İktidar seçmeninde giderek kristalize olan ve aslında en çok yine iktidar tarafından fark edilen ve ölçülen bir "zorakilik" var. Yüzde elli artık gerçekten "evde" zor tutuluyor. Ama evde zorla tutulanlar, sokağa çıkıp "ötekilere" saldırmak için değil, evi terk etmek için eşikte duruyor. Evini terk etmek, bağımsızlaşmak, "o ailenin" çerçevelediği sınırların dışında bir varoluş inşa etmek cazip geldiği gibi, korkutucu da olabilir. "Münafıklık" barajı da, evini terk etme niyeti olup henüz bunu yapamayan ama biraz içeride gürültü çıkartarak zemin yaratmaya çalışanlara karşı üretilmiş gibi. Çünkü, artık "dışarıdaki tehlikeler" argümanı zayıflıyor.
HEVES KURSAKTA KALMASIN
Dışarıdan gelen "özgürlük eşitlik çok güzel, sen de gelsene" sesleri yeterince gür çıkmıyor olabilir veya henüz kışkırtıcılık korkuyu yenememiş olabilir, ama duyulmaya başlandığı kesin. Üstelik, başka seslere kulak kabartmanın nedeni, dışarıdan gelen "aşina" seslerden daha çok, içerideki kulak tırmalayıcı yeknesaklık. Dışarıda bir şenlik havası oluşmadı belki ama içeride sıkıntı veren kasvet havada asılı. 24 Haziran'ın bu dinamiği ne kadar görünür hale getireceği hâlâ belirsiz. Muhalefet tarafında gürültülü bir heyecan ortaya çıkmamasının “yine heves kursakta kalmasın" hissiyle de yakın bir ilgisi var. Yani muhalefet tarafında da, heyecanı gizlemeye çalışan örtülü bir korku hakim: “Ya olmazsa...”
Kimlik siyasetinin katılaştırdığı siyasi tablo, hem iktidar hem muhalefet seçmenindeki somut ve kışkırtılmış korkulara bir kez daha teslim olarak, çok köklü bir değişimin şartlarını üretemeyebilir. Ancak, bu durum değişimi zorlayacak bir dinamiğin oluşmadığını göstermeyecek. Değişimin mutlaka olumlu ve hayırlı olmayabileceğini not ederek, durdurulamaz olduğunu görmenin de vakti geliyor. Son hafta, ciddiye alınabilir dört – beş anketin sonuçlarına bakma fırsatım oldu, görüşlerine değer verdiğim araştırmacı ve gözlemcilerle konuştum. Hemen hepsinin birleştiği nokta, rakamların sürprizli olmasına kimsenin şaşırmayacağı. İşte bu yüzden, 24 Haziran yeni seçimlerin ve değişim arayışının kapısını açmaya aday.