İnce'nin peşinde: Sakın Tarkaaan diye bağırma!
İnce nihayet alandaydı. Coşku daha da artmıştı. Ben de Tarkan konserine gittiğim günlerdeki heyecanımı yeniden yaşıyordum... Üç saatte insanların azarlanmaktan, sürekli kendilerine bağırılmasından, umutsuzluktan, çatık kaştan “Eyyy” nidalarından nasıl bunaldığını gördüm. Gülmek istiyorlardı. Kendisi ve rakipleriyle şakalaşan siyasiler bir de...
Dün Eskişehir’de gerçekleşen Muharrem İnce’nin mitingini izlemek için Ankara’dan öğle saatlerinde yola koyulduk. İnce buradaki ikinci mitingine hazırlanırken, ben de ikinci mitingime gidiyordum. Sabah evimde olmanın konforu utanca karışırken Edirne Cezaevi'nde tutuklu bulunan cumhurbaşkanı adayı Selahaddin Demirtaş’ın yaklaşık yedi dakika süren mitingine katılmıştım. Demirtaş’ın sesinin coşkusu, eşinin güler yüzü içimi ısıtmasına ısıtıyordu, ancak utancım daha ağırdı. Ara ara aklıma gelen "Ne demek cumhurbaşkanı adayı cezaevinde propaganda yapmak zorunda kalacak?" isyanı, araç Eskişehir’e yaklaştıkça İnce’yi izleyecek olmanın heyecanına yerini bıraktı.
Nihayet miting alanına geldik. Bir buçuk saat önce alanda olduğumuz için kalabalığın dakika dakika artışına tanık oldum ve insanlarla sohbet edebildim. Yaklaşık 20'lerindeki bir genç, çiseleyen yağmura karşı bir ağacı kendine siper etmişti. Yanına gittim, "Yağmur var, acaba etkiler mi mitingi?" diye sordum. Samimi şekilde, "yağmur bu, diner" dedi. "Bugün finalim vardı, aslında uykusuzum. Final telaşı bir yana kaç gündür bu anı bekliyorum" diye ekledi. Yanındaki arkadaşı da "Siz basındansınız. Bizim üniversiteyi de bölerler mi, bir şey duydunuz mu" diye sohbete katıldı. Bilemediğimi söyleyince "Kim biliyor ki zaten bence kendileri de ne yapacaklarını bilmiyor. Sanki her şey son dakikada oluyor" dedi biraz da umutsuzca.
'BUNLARI YAZABİLECEK MİSİN, HADİ YAZDIN DİYELİM BASARLAR MI?'
Az ötede iki çocuğuyla mitinge gelen bir aile dikkatimi çekti. Beş yaşındaki çocuk babasının omuzundaydı. "Daha mitinge var. Zor olmuyor mu, çocuğu ne kadar böyle taşıyabilirsiniz?" diye sorunca "Abla ben çocuklarım için geldim" dedi babaları. "Bak sen ne güzel okumuşsun gazeteci olmuşsun. Benim kızım da okusun, devlet imkânlarıyla okusun" dedi. Sonra benzinlikte çalıştığını, devlet imkanı olmazsa çocuklarını okutmasının zor olduğunu söyledi. "Eski Türkiye’yi anlatın diyor ya vallahi anlatıyorum. Kız çocukları okula giderdi, devlet göndermezsen kapına gelirdi, okuturdu" diye ekledi. Okumakla da bitmediğini, gazeteci olmadığımı, barış talep eden bir metni imzaladığım için araştırma görevlisiyken ihraç edildiğimi düşünürken sadece gülümsemekle yetindim.
Küçük kızın yanağından bir makas alıp etrafı kolaçan ederken bu kez harıl harıl parti görevlilerine bir şeyler anlatmaya çalışan 65’lerinde bir bey dikkatimi çekti. "Noldu amca bir sorun mu var?" diye sorunca önce şüpheyle baktı bana, "Sen partiden misin?" diye sordu. "Ben gazeteciyim" dedim. (içimden "Heyt be Mühdan Hanıım iki yazı yazdın diye gazeteci mi oldun?" "Havalara bak, duruşa bak" diye de söyleniyordum).
Bu seferki sohbet konumuz 16 bin gencin sınavla girdiği Astsubay Meslek Yüksekokulu'nun 15 Temmuz darbe girişiminden sonra apar topar kapatılmasıydı. Muhatabım dertliydi:
"Torunum Astsubay Meslek Yüksek Okulu’ndaydı. Darbe girişiminden sonra hepsine bir diploma verdiler okulu kapattılar. Çocuklara İstanbul Teknik Üniversitesi Havacılık Bölümü'nün diplomasını vermişler. Diplomada 'OHAL bilmem ne sayılı kanunla bu okuldan mezun olmuştur' yazıyor. Çocuk ordudan başka nerede çalışacak bu diplomayla, onları kim alır?"
İnce'den ne isteyeceğini sorunca torununun hakkını kovalayan adam devam etti: "Kızım adalet diyor ya adalet istiyoruz, çok hak yeniyor çok. Artık kime gideceğimizi bilmiyoruz. Kim duyar benim torunumun sesini? İşte bir umut. İnce başa gelirse, 'Meydandan bu durumu biliyorum' derse belki çocuklar iş bulur. Zor kızım iş bulmak çok zor."
Konuşmamız biterken söylediklerimi yazıp yazamayacağımı, yazsam da nasıl yayınlanacağını sordu şüpheyle. Bizim gazeteyi söyledim. Umarım bu satırları okuyordur.
Mitingin başlamasına 20 dakika kala, yaklaşık 20 engelli parti görevlilerinin yardımıyla ön tarafa getirildi. Yüzleri gülüyordu. Kendilerine ulaşamadım ama onlara yardımcı olan bir üniversite öğrencisi genç kadınla sohbet edebildim. "Keyifli görünüyorlar" dedim. "İnce bugün Urfa’da yapılan yazlık sarayı engelliler için tatil merkezine dönüştüreceğim demiş, ilk defa adları geçmiş, bir de tatile gideceğiz diye sevinmişler hem teşekkür etmeye hem de kendi kulaklarıyla duymaya geldiler" dedi. Gülümsedim. Ne kolay aslında insanları mutlu etmek!
'HAYDAAA O NEYDİ GIZ?'
İnce nihayet alandaydı. Coşku daha da artmıştı. Ben de Tarkan konserine gittiğim günlerdeki heyecanımı yeniden yaşıyordum. Tabii kendime "Sakin Mühdan! Sakın “Tarkaaaan” diye bağırma, vallahi haber olursun" diye telkinde bulunmayı ihmal etmeden. Bu arada ne diye "Tarkaan" diye bağırdığımızı, o gençlik hevesiyle ne umduğumuzu sorgulamadım tabii. Sonuçta bugün görsem yine 14 yaşımdaki gibi bağırmayacağımın garantisi yok. Neyse sanırım bağırmadım. :)
İnce ve Ülkü Hanım alandakileri selamlarken, İnce’ye bir şey fırlatıldığını gördük. "Haydaaa o neydi gız" edasıyla etrafa baktım. Amanın! Tarkan fikrine çok kaptırdım kendimi deyip malum Tarkan konserlerinde atılan çamaşırlar geldi aklıma. Yok artık herkes mi benim gibi düşünmüş diye sorgularken, “yemeni atmış bir teyze” dedi yanımdaki gazeteci arkadaş. Amma fesattım ha, aklıma neler geldi!
İnce yemeni elinde teyzeye bakarken teyze yemenisini Muharrem İnce’nin eşi Ülkü Hanım’a hediye ettiğini söyledi. "Bunun anlamı derindir" dedi yanımdaki arkadaşlar. İnce yemeniyi Ülkü Hanım’ın boynuna taktı. Miting boyunca yemeni Ülkü Hanım'ın boynundaydı...
Derken kahkahaların yükseldiği anlara yaklaştık. İnce sık sık Cumhurbaşkanı Erdoğan dediğinde, kalabalıktan yükselen “yuh” sesleri üzerine kitleyi sakinleştirdi. "Arkadaşlar sakın yuhalamayın, o cumhurbaşkanımız. Ayrıca kimseyi yuhalamayın yoksa sizi güldürmem vallahi" dedi. Meydanlarda bir annenin yuhalatışı geldi aklıma...
'HEPİNİZİN PAŞASIYIM' VE YÜKSELEN KAHKAHALAR
Kalabalık yuhalamaktan vazgeçince bir video yansıtıldı alandaki dev ekranlara. Video Erdoğan’ın “Anayasa’ya göre ben onun paşasıyım hepsinin paşasıyım” sözleriyle başladı. Sonra meşhur Tosun Paşa filminden Kemal Sunal’ın sesi geldi. “Sen de paşasın ben de paşayım, hepiniz paşa olun hepimiz paşayız”. Video bitti, kalabalığın kahkahaları bitmek bilmedi. Mitinge gülme arası verilmişti sanki. O zaman insanların azarlanmaktan, sürekli kendilerine bağırılmasından, umutsuzluktan, çatık kaştan “Eyyy” nidalarından nasıl bunaldığını gördüm. Gülmek istiyorlardı. Kendisi ve rakipleriyle şakalaşan siyasiler bir de...
İnce ve ekibinin hem rakiplerini hem de sosyal medyayı yakından takip ettiğini de buzdolabı konusu açılınca fark ettim. İnce “Herkesin evinden buzdolabı var, bu refahımızı gösteriyor, diyor. Sanki ondan önce yemeklerimizi ağaç kovuğunda saklıyorduk. Köylü bir ailenin çocuğu olarak 40 yıldır evimizde buzdolabı var" dedi. "Erdoğan ile gelmedi buzdolabı, o buzdolabının içini boşalttı" , dedi. Meydan alkış sesleriyle inledi.
Gençlere iş, barış, büyüme ve bölüşme, TRT’nin yanlı tavrı, 180 defa değişen Kamu İhale Yasası İnce’nin gündemiydi. Engellilerin beklediği sözü de yeniden ifade etti, "yazlık sarayı engellilere tahsis edeceğim" dedi. Daha bir aydınlandı, tekerlekli sandalyede oturan yüzler.
Mitingden sonra aracımızla İnce’nin otobüsünü takip edecektik. Ama 10 dakika boyunca yerimizde durduk. Camdan kafamı çıkarıp bakınca otobüsün önünde büyük bir kalabalığın biriktiğini fark ettim. Ne oluyor bir aksilik mi var soruma, bize eşlik eden CHP yetkilisi, "Hayır hocam. Fotoğraf çektirmek, dert anlatmak, hoş geldiniz demek için insanlar İnce’nin yanına gidiyor" dedi. Peki hep mi böyleydi? "Vallahi bu 72. miting. Hepsinde de böyle oldu".
Kısacası, üç saat boyunca alanda umudu, tepkiyi, gülümsemeyi, can kulağıyla dinlenen vaatleri gördüm, duydum. Bu da böyle bir anımdır, sayın okurlar. Pazartesi, Rusya ve Japonya’nın Kore barış sürecindeki rolüne değineceğiz. Hepinizi yazılı mitingime beklerim.
Mühdan Sağlam Kimdir?
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.
'Ortadoğu’da Kürt meselesinin çözümü Türkiye'siz düşünülemez' 13 Kasım 2024
'Erdoğan Kürt Sorununu çözmeye değil stabilize etmeye çalışıyor' 04 Kasım 2024
Yapay zekanın açıldığı kapı: Nükleerin yeniden keşfi 30 Ekim 2024
Cumhuriyet'in 101. yılı: Demokrasi, laiklik, anayasa, eşit yurttaşlık 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI