Adile Naşit’in kuzucuklarıyız!
Yakın dönemde Adile Naşit’in gündeme gelmesi yine AKP sebebiyle zira hazırlanan tanıtım filmlerinden birinde görüntüsü vardı. Sloganlarında “yeni” Türkiye’den dem vuruyorlar ama tanıtımları hep “eski” Türkiye ile… Dikkat edin, milleti tavlayacak görüntüler arasında yaptıkları icraata dair bir şey yok. Köprülerin, havaalanlarının ve duble yolların artık “iş yapmadığının” farkındalar. Sığınabilecekleri tek liman AKP öncesi –ki o da sorunlu aslında...
Bildik bir atasözü vardır: Bir deli bir kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkartamamış. Son dönemde yaşadıklarımız, bu atasözünün meali olarak okullarda okutulsa yeri. Birileri bir şeyler söylüyor, hemen tepkiler geliyor ve sonrasında (gençlerin tabiriyle) sosyal medya “yıkılıyor”. “Biz HDP’liler” diyerek ahkam kesenle Adile Naşit’i cümle içinde kullananın farkı yok. Hadisenin kökü yukarıda zira cumhurbaşkanının görevinin başına geldiği andan beri yaptığı bu. Başbakanken de böyleydi. Malûm atasözündeki imam – cemaat ilişkisi gibi, onu takip edenler, yaptıklarını misliyle yapıyor.
Memleketteki en büyük dertlerden biri, düşünmeden konuşmak. Çok insanın başını yakıyor bu. Düşünemeyenleri elbette ayrı tutuyorum, onlara söyleyebileceğim bir şey yok –ki çoklar. Düşünebilenlerin bir kısmı, biraz da zeki olanlar, ortaya kışkırtıcı bir laf atıyor, sonrasında seyreyleyin gümbürtüyü! Bir de düşünmeden konuşanlar var: Ağızlarından çıkan lafın nereye gideceğini bilmeden ilerliyorlar. Mahir Ünal, bunlara son örnek.
Ne dediğini hatırlatmama gerek yok, iki gündür herkesin gündeminde… “Eski” Türkiye’yi kötüledi ama bunu yaparken cümlenin içinde en olmayacak isimlerden birini geçirdi: Adile Naşit. Bendeki yerini şöyle özetleyeyim: Kuzucuklarından biriydim. O gereksiz cümlenin canımı yakması biraz da bundan.
1981 yılının 5 Ekim günü, akşam üstü heyecanla televizyon karşısına oturduğumuzda yıllardır hayatımızın bir yerinde karşımıza çıkan, ailemizin, ailelerin sevgilisi Adile Naşit’i televizyonda gördük. Bir yıl önce hayatımıza giren ve çok sevdiğimiz “Uykudan Önce”nin, yeni yayın dönemindeki ilk programıydı bu ve alıştığımız Ergun Uçucu’yu bekliyorduk. Yadırgamadık. Hemen alıştık. Alışmak ne, müptelası olduk! Programı, daha o yıllarda hepimizin sevgilisi olmuş Hafize Ana sunuyordu çünkü… Burada gereksiz bir ayrıntı vereyim: Sinemada seyrettiğim ikinci filmdir “Hababam Sınıfı”. Sonrasında defalarca televizyonda gösterildi ama ben şanslıyım, Çanakkale’de kordondaki yazlık sinemada hepsini seyrettim. Asıl şansım, Adile Naşit’i Münir Özkul’la birlikte aynı yazlık sinemanın sahnesinde canlı görmüş olmak. İlkti, son olmadı. “Hisseli Harikalar Kumpanyası”ndan “Yedi Kocalı Hürmüz”e pek çok oyunda onu seyrettim. Dönem öyle bir dönemdi.
Uykudan Önce önemli bir program. Ekran başına toplanıyorduk ve sonrasında sahiden yatıyorduk. 9 yaşımdan söz ediyorum. Ergun Uçucu’ya (muhtemelen “hadi sütünüzü için ve uyuyun” ısrarı yüzünden) ısınamamıştım ama Adile Naşit ne derse yapıyordum! Dedim ya, kuzucuklarından biriydim. Şüphesiz programı heyecanla beklememde dönüşümlü olarak yayımlanan çizgi filmler Atom Karınca, Değerli ve Ayı Ailesi’nin de katkısı var ama bir önceki yayın döneminde Ergun Uçucu’dan ziyade çizgi film Tonton Ailesi’ne kitlenmişken bu dönemde kahramanım Adile Naşit olmuştu.
Neydi peki sırrı? Bir kere hepimizi adımızla çağırırdı ve “acaba bu gece hangimizin adını söyleyecek?” diye merak ederdik. Adımı ne zaman söyledi hatırlamıyorum ama ilk programında uçurtmalardan söz ettiğini biliyorum. O kadarını hatırlamıyorum elbette, TRT arşivinde buldum, yıllar sonra yeniden (ve yine doyamayarak) seyrettim. “Berrin, Berrak, Cengiz, Didem, Ahmet, Cenk, Hakan, Kaan…” diye başladığı programın “masal” faslına geçmeden önce şunu söylüyor Adile Naşit: “Gücenmek yok, her zaman hepinizin isimlerini teker teker söyleyeceğim. Hiç ben sizleri birbirinizden ayırt eder miyim ayol? Hepiniz benim canlarımsınız!” Sırrı tam da burada işte: Kimseyi kimseden ayırmıyor, bugünkülerin yaptığı gibi “sendensin/bendensin” demiyor ve düşmanlığı körüklemiyor. Onunla büyüyenler ve anlattıklarını dikkate alanlar, bugün yaşanan bu düşmanlığa karşı çıkanlar. Çocukluklarında onunla (sadece onunla değil, çizgi filmler ve masallar dahil hiçbir şeyle) ilgilenmeyenler, bugün onun döneminden söz ederken “kabus gibiydi” diyebiliyor.
Bu noktada televizyonun bir illüzyon aracı olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Haklılar elbette ama Adile Naşit o illüzyona dahil değil çünkü gerçek. Anneannemiz, komşu teyzemiz, arkadaşımızın halası kadar gerçek üstelik. Filmleri de bu yüzden seviliyor: Bize bizi anlatıyor.
Adile Naşit’in plağı yok. Oysa kantocu bir annenin kızı. Amelya Hanım, dönemin önemli seslerinden. Babası, Direklerarası’nın yıldızlarından Komik Naşit Bey. Necdet Mahfi Ayral’ın yönlendirmesiyle girdiği Darülbedayi’nin çocuk bölümünde yetişiyor ve kendini genç yaşta sahnelerde buluyor. 17 yaşında ilk kez sinema perdesinde izlediğimiz Adile Naşit, asıl ününü, ‘70’li yılların ikinci yarısında çekilen (“Süt Kardeşler”den “Neşeli Günler”e uzanan, aralarında “Hababam Sınıfı”nın da olduğu) filmlerle kazanıyor. Hayatımıza onlarla giriyor, bir daha çıkmıyor. Televizyonda katıldığı programlarda seslendirdiği kimi kantolar dışında şarkı işine bulaşmamış. Yine de “Yedi Kocalı Hürmüz”, “Hisseli Harikalar Kumpanyası”, “Şen Sazın Bülbülleri” gibi oyunların şarkılarını toplayan plak ve kasetlerde sesini duymak mümkün. Çocukluğumda teypten çıkarmadığım bir de kaseti var: “Adile Teyze Kuzucuklarıyla”. Masal anlatıyor, evet.
Yakın dönemde Adile Naşit’in gündeme gelmesi yine AKP sebebiyle zira hazırlanan tanıtım filmlerinden birinde görüntüsü vardı. Sloganlarında “yeni” Türkiye’den dem vuruyorlar ama tanıtımları hep “eski” Türkiye ile… Dikkat edin, milleti tavlayacak görüntüler arasında yaptıkları icraata dair bir şey yok. Köprülerin, havaalanlarının ve duble yolların artık “iş yapmadığının” farkındalar. Sığınabilecekleri tek liman AKP öncesi –ki o da sorunlu aslında: Recep Tayyip Erdoğan geçmişi anlatırken (bilerek ya da bilmeyerek) olayları saptırıyor, halkı yanıltıyor. Uzun uzun anlatmayayım, iki gün önce duvaR’da tartışmalı beyanlarından bir kısmı üzerine bir yazı (Erdoğan'ın 7 tartışmalı beyanı) yayımlandı. Aslında yazının başına otururken niyetim Erdoğan’ın çarpıtarak anlattığı “eski” Türkiye’yi şarkılarıyla anlatmaktı ama Mahir Ünal’ın sözleri ekseni kaydırdı. İyisi mi şarkılı/türkülü tarih dersini haftaya bırakayım ve bu yazıyı toparlayayım…
Mahir Ünal, gelen tepkiler üzerine yaptığı açıklamada Adile Naşit ismini bir belirteç olarak kullandığını, onun sanatına bir şey demediğini, sanat ve sanatçıyla bir alıp veremediğinin olmadığını söylüyor. Olabilir. Sorun, “eski” Türkiye’yle dertleri. “Yeni” kelimesi, Türkiye’nin başına 1977 seçimlerinde CHP tarafından getirildi –en büyük oy oranına ulaştıkları seçim bu; hikâyesini yazmıştım. O seçim öncesinde esen rüzgâr bugün yeniden esiyor. İnsanlar huzur, barış, özgürlük, demokrasi gibi kavramların yeniden hayatımıza girmesini istiyor. Bakmayın iktidarın memleketi toz pembe gösterdiğine, hiç de öyle değil aslında. Daha iki gün önce Kadıköy’de taleplerini dile getiren öğrenciler yaka paça gözaltına alındı ve herkesin gözü önünde dövülerek karakola götürüldü. İlk değil, son olmayacak; bunu hepimiz biliyoruz. İktidar değişmediği sürece daha beterlerini de göreceğiz. Onun için 24 Haziran seçimleri çok önemli…
Bugün müzikten pek söz etmedim ve gündemden yola çıkarak Adile Naşit üzerinden lafı buraya getirdim. Üstelik Mahir Ünal’ın söyledikleri arasında pop müzikten söz ettiği bir kısım var, çok istediğim hâlde ona hiç girmedim. Haftaya, “şarkılı/türkülü kısa Türkiye tarihi”ni anlatacağım. Buralarda olursanız, memleket tarihinde birlikte dolanırız.