Muhalefetin coşkusu, seçimlerin adaleti
Muhalefetin miting alanlarının gösterdiği tek bir gerçek duygu var, rahatlama, nefes alma isteği. Türkiye boğulmuş durumda. 16 yıldır gençlerimiz, onurlarıyla çalışmalarının hakkını alarak kamu hizmetine giremiyor. İşçiler, köylüler ellerine verdikleriyle yetinmedikleri için azarlanıyor, aşağılanıyor...
Türkiye 1946’dan beri ilk defa seçim sürecine ilişkin kural ve uygulamaların seçimin sonucundan daha önemli olduğu bir anın içinde. Bu nedenle seçim kampanyasında iktidar ve muhalefetin sunduğu vaatlerden daha büyük etkiyi yaratan temel soru seçim sonuçlarıyla iktidarın değişip değişmeyeceği. Biçimsel demokrasinin varlığı böyle bir sorunun hiçbir biçimde gündeme gelmemesini gerektirir. Çünkü zaten seçimlerin amacı, barışçıl bir biçimde siyasal iktidarın halk tarafından belirli bir sürede yeniden belirlenmesidir. Temsili rejimlerin demokratik meşruiyet kaynağı budur.
24 Haziran seçimleri, seçim öncesinde neredeyse bütün kuralların iktidar tarafından ve iktidar lehine kullanılabilecek biçimde değiştirildiği bir süreç içinde cereyan ediyor. Seçim süreci, baskın niteliğini hak edecek bir zamana sıkıştırıldı. Henüz seçim sonrası siyasal sistemi işletecek yasal düzenlemeler yapılmadan seçime gidiliyor. Seçim kanunu değişikliği üzerinden bir yıl geçmeden, anayasaya eklenen geçici madde sayesinde seçim yapılıyor. Kuralları ve uygulamayı değiştirmekle kalmayan siyasal iktidar, daha dün Cumhurbaşkanı’nın bizzat söylediği gibi istihbarat dahil bütün devlet kurumlarını seçimin içine dahil etmiş görülüyor. Muharrem İnce’nin mitingine katılan herkesin fişlendiği, muhalefetin istihbarat örgütü tarafından takip edildiğinin itirafı niteliğindeki açıklama bile durumun vahametini ortaya koymaya yeter. Cezaevindeki cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’a yönelik idam iması seçim adaletinin boyutlarını çok aşan bir adalet sorununu gösteriyor.
MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ RAPORU
24 Haziran seçimlerinin Türkiye’nin demokratik geleceği için önemini “Hukuk devletinin asgari koşullarının sağlanamadığı bir siyasal sistemde demokratik seçimlerden bahsetmek olanaklı olmadığı gibi, adil ve güvenli seçimler yoluyla siyasal iktidarın barışçıl bicimde değişme olasılığının güvencelerinin olmadığı bir rejimde biçimsel demokrasinin asgari koşullarının bile sağlanamayacağı
söylenmelidir.” cümlesiyle ifade eden Mülkiyeliler Birliği 13 Haziran’da seçim güvenliği ve adaletine ilişkin bir rapor yayımladı.
Mülkiyeliler Birliği Demokrasi Araştırmaları Merkezi’nin 2 Haziran’da organize ettiği çalıştaya katılan uzmanların tartışmalarının ürünü olan raporda 24 Haziran’a ilişkin endişelerin anayasal, yasal ve uygulamadaki kaynaklarının yanı sıra bunlara karşı getirilen öneriler de yer alıyor. Aşağıdaki linkten ulaşabileceğiniz raporun öneriler kısmını dikkatle okumanızı öneriyorum. Çünkü bu seçimlerde siyasal partilerin, demokratik kitle örgütlerinin ve bizzat tüm yurttaşların demokratik sorumluluğu, oyun içindeki rolünü oynamanın çok ötesine geçerek onu kurmak, yeniden düzenlemektir. Oyunu kullanmak, ona sahip çıkmak, küçümseyegeldiğimiz prosedürel demokrasiyi korumak, gerçek bir demokratik oluşumun zeminini düzenlemek için bugün başat önemdedir. Hatta bizzat biçimsel demokrasiyi koruma sürecindeki yurttaş inisiyatifleri ve demokratik kitle örgütleri OHAL koşullarında siyasal katılımın gücünü ortaya koymakla biçimsel demokrasinin sınırlarını kendilerinin belirleyebileceğini kanıtlamaktadırlar.
KIRAATHANELER, MEYDANLAR VE GELECEK
Olağanüstü halin bile anayasal sınırlarında kalınmadığı bir istisnai dönemde gerçekleşecek olan istisnai seçimler, Türkiye’nin bir geçiş sürecinde olduğunu netlikle ortaya koyuyor. Siyasal vaadi kalmayan bir siyasal iktidarın, zor yoluyla kurumsallaştırmaya çalıştığı iktidarının dayanağı ise kıraathaneler oluyor. Bu vaadi hiç önemsiz bulmuyorum. Kekli çaylı kıraathaneler, imam hatipleştirilmiş eğitim sistemini tamamlayacak tebliğ mekanları olarak düşünülüyor ve düzenleniyor çünkü. Evet bu siyasal iktidarın tek vaadidir ve ciddiye alınmalıdır. Çünkü bu vaat, lider-parti-hareket üçlüsünün döngüsünü sağlayacak mekanların yaratılma vaadidir; meselenin bu noktaya geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Böyle bir süreç içinde muhalefetin miting alanlarının gösterdiği tek bir gerçek duygu var, rahatlama, nefes alma isteği. Türkiye boğulmuş durumda. 16 yıldır gençlerimiz, onurlarıyla çalışmalarının hakkını alarak kamu hizmetine giremiyor. Bir tarikat-cemaat-parti torpili bulmadan yaşamını kolaylaştıramıyor. İşçiler, köylüler ellerine verdikleriyle yetinmedikleri için azarlanıyor, aşağılanıyor. Kadınlar her an harekete geçebilecek bir söylemsel tehdidin baskısı altında. Türkiye toplumunun bütün dinamik kesimleri bunaldı. İktidarın miting alanlarında da sayısı azalsa da insanlar var, çıkarlarının ancak o bunaltının içinde sürebileceğini düşünüyorlar. Fakat gidiyorlar, o kadar. Erdoğan’ın konuşmalarını dinlemediklerini Erdoğan’ın her mitinginde sorduğu sorulara istediği cevabı alamamasından anlıyoruz.
Muhalefetin miting alanlarında, lidere sempatinin çok ötesine geçen bir coşku var. Bu duygu Türkiye’nin siyasal geleceği için temel olabilecek duygudur. 24 Haziran’da hükümetin kendi koydukları dahil, Anayasa ve yasalara uymasını sağlayacak, 24 Haziran sonrası oluşacak siyasal süreçte yurttaşların haklarını talep edecek, hukukunu inşa edecek bir duygu.