Kırılmış mülkiyetin taze ceviz tadı
O gece işgal ettiğimiz toprakta her ailenin üç odalı, bahçeli güzel evleri, kendilerinin işlediği, kendi toprakları var. Bizimse içinden tavşan çıkmasını beklediğimiz bir seçim sandığı...
Gece içinde yürüyorduk. 37 aile, 184 kişi. Sayıyı iyi biliyordum çünkü evlerinin tapularını dağıtmıştık bir hafta kadar önce. Öyle resmi bir dairede değil tabii ki. Bir gecekondu mahallesinde, duvarlarında bolca MST afişlerinin asılı olduğu ve bir hamak önünde kenarına bir macheta bağlı, yani uzun ve keskin köylü bıçağı, muhtemel büyük toprak sahibinin çitlerine ilk darbeyi vuracak olan, şeker kamışı ve mülkiyet kesici ve arkada bir MST bayrağı, yeni bir kimlik simgesi kent yoksulluğundan toprağa dönen, kendi toprağına....
Yasaldı tabii ki tapular. Hani dağıttığımız yer hiç devletlerin tapu dairesine benzemese de ve ben pek tapu memuru gibi görünmesem de. Yasaldı çünkü Brezilya anayasasında belli büyüklükte ve son beş yıldır işlenmeyen toprakların toprak reformu ile topraksız halka dağıtılması maddesi vardı. Bunu yapıyordu MST ve macheta uzun ve keskin çit ve mülkiyet kırıcı ve biz eğer oradaysak. Toprak sahipleri, paralı ve silahlı bekçileri, maaşlı polisleri filan bu görüşte olmasalar da çok fark etmiyordu. Zaten onlarla aynı görüşte olmak iyi bir şey değildir hiçbir zaman. Üzerinize iktidar bulaşır, kokar kan kan.
Çiti kırmak çok keyifliydi. Harika bir tadı var taze ceviz içi gibiydi kırılmış mülkiyetin. Deneyin mutlaka sağda solda. Sonra ellerinde tapuları, 37 aile 184 kişi, naylon iplerle bağlanmış döşekleri, bazılarının kucaklarında bebekler, bazılarının bellerinde birkaç küçük kalibre tabanca ve hepsinin buradaki ilk evleri olacak, siyah naylonlarla çitin üstünden atladılar. Bir küçük nehir akıyordu onun yanına kurulmaya başladı siyah naylonlarla çadırlar. İlk başta öyle derme çatma görünüyor olabilirdi ama dünyanın en güzel evleriydiler çünkü altlarında ezilmiş çitler vardı.
Biz de de vardı bu yasanın benzeri. Anayasanın 57. maddesi ‘Barınma hakkını’nı güvenceye alıyordu. Bunun manası, her belediye başkanının bunu yapma ‘yetkisi ve görevi’ olması demekti. Yani bir belediye nasıl ki bir park ya da yol yapmak için bir yeri kamulaştırabiliyorsa, sosyal konut inşa etmek için de bunu yapabilirdi. Yani belediyeler kent topraklarını demokratikleştirmek için kent topraklarını dağıtmalıydılar. Bunu belediyelere defalarca önerdiğimde, çok radikal buldular beni. O zaman yeni anayasa çalışmaları vardı. Ben ‘heyecanlı ve güzel konuşuyordum ama ütopik’tim ve her şeyin bir zamanı vardı. Şimdi ne yeni anayasa çalışmaları kaldı geriye ne de belediyelere atanmış kayyumlardan başka bir şey ve eğer mesela 100’den fazla belediyede 1000 kadar evsize ki evsizler en çok kadınlardı hep, yani kadınlara dağıtsaydık ev topraklarını ve kolektif olarak inşa etseydik hep birlikte şimdi her şey yine böyle mi olurdu ?
–Neoliberalizm ekonomisi dediğiniz şey, yeni kent inşası, bunu besleyen otoban, viyadük, köprü, havaalanları değil midir ve buna karşı alternatif ancak kolektif, yani hep birlikte ve radikal tekellere ihtiyaç olmadan, havalı olan deyimle barınma hakkını, daha basit anlatırsak, kendi evimizi inşa etmek değil midir?–
Şimdi o gece işgal ettiğimiz toprakta her ailenin üç odalı, bahçeli güzel evleri, kendilerinin işlediği, kendi toprakları var. Bizimse içinden tavşan çıkmasını beklediğimiz bir seçim sandığı...