YAZARLAR

AKP kazanırsa ekonomik istikrarsızlık biter mi?

“Yeniden dengelenme” programı bir stagflasyonist sıkışma ile sonuçlanabilir. Olası kriz, (i) iç talebin daraltılması nedeniyle ortaya çıkacak olan ekonomik durgunluk ortamında, (ii) TL’deki değersizleşmenin sürmesi nedeniyle enflasyonun düşürülememesi ile daha da derinleşecektir.

24 Haziran 2018 seçimlerine sadece beş gün kaldı. Sonucu fotofiniş ile belirlenecek olan seçimler üzerine muhakkak ki çok sayıda değerlendirme yapılacak. Ancak şimdiden belli olan şu: 2002’den beri ülkede hüküm süren AKP iktidarları dönemi kapanıyor. Bu 24 Haziran’da gerçekleşirse, mevcut ekonomik ve siyasi enkaz daha da büyümemiş olacak. AKP ve cumhurbaşkanı adayı parlamento ve başkanlık seçimini kazanırsa, ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın sürmesi muhtemel.

Bu yazıda, mevcut yönetimin sürmesi durumunda uygulanacağı ilan edilen “yeniden dengelenme” programının detaylarını yazdım. Geçtiğimiz hafta ilan edilen program, içeriği itibariyle “IMF’siz bir IMF programı” niteliğindedir, o nedenle bunu yeni bir IMF programı olarak adlandıracağım.

YENİ IMF PROGRAMININ ADI: 'YENİDEN DENGELENME'

2016’nın üçüncü çeyreğindeki ekonomik daralma sonrası ekonomi yönetiminin uygulama koyduğu geleceğe kaçış planının Korkut Boratav’ın ifadesiyle “bir atımlık barut” olduğu ortaya çıktı. Geleceğe kaçış planının faturası, enflasyonun ve cari açığın artması idi. Geçtiğimiz hafta Mehmet Şimşek’in ilan ettiği “yeniden dengelenme” programı, enflasyonun ve cari açığın düşürülmesini amaçlamaktadır. Programın dört öğesi var.

İlki, para politikasının enflasyonu dizginlemeye odaklanmasıdır. Bunun araçlarından bir yüksek faiz artışları iken diğeri de sadeleştirme sürecidir. Amaç, geleceğe kaçış planının en temel öğesi olan yüksek tempolu iç talep büyümesinin dizginlenmesi, hatta daraltılmasıdır. İç talebi daraltacak bu politika, çalışanlar için alım güçlerinin daralması anlamına gelecektir.

“Yeniden dengelenme” programının ikinci ayağı, tipik bir IMF programında olduğu gibi, kamu için harcama azaltıcı ve gelir artırıcı önlemler oluşturmaktadır. M. Şimşek’in ifadesiyle “kalıcı harcama kesintileri” ve “verginin tabana yayılması” suretiyle vergi gelirinin artırılması, iki önemli maliye politikası aracı olacaktır. Vergi yükünün yaklaşık üçte ikisinin zaten “tabanın” üzerinde olduğu mevcut yapıya ek olarak, yeni vergiler anlamına gelecek olan bu uygulama, iç talebi daraltacak ve geniş kesimlerin alım güçlerini azaltacak etki yapacaktır.

Programın üçüncü ayağı, makro ihtiyati tedbir paketinden oluşmaktadır. Paketin içeriği, döviz borçlusu firmaların özellikle bankacılık sistemi için oluşturdukları riskin azaltılmasıdır. Buna göre paket ile döviz riski, döviz geliri olan firmaların üzerine aktarılmaktadır.

Son olarak, OHAL’in kaldırılması, “yeniden dengelenme” programının siyasi ayağını oluşturacaktır. Bu şekilde uluslararası yatırımların yeniden Türkiye’ye gelmesi sağlanacak ve dış finansman ihtiyacı bu şekilde karşılanacaktır.

'YENİDEN DENGELENME'NİN AÇMAZLARI

Şimşek’in ilan ettiği “yeniden dengelenme” programı, tipik bir kemer sıkma programıdır. Zira Türkiye’de enflasyonun ve cari açığın bu kadar kısa sürede düştüğü yıllar genellikle ekonomik daralmanın yaşandığı kriz yılları olmuştur. Ekonomi yönetimi krize, yani sert çakılmaya varmadan “yumuşak iniş” senaryosunu hayata geçirecek önlemler almaya çalışıyor. Ancak iki nedenle “yumuşak iniş” senaryosunun hayata geçmesi zor.

Bunlardan ilki “güven krizinin” sürüyor olması. I. Londra Seferi sonucunda Mayıs 2018’de ortaya çıkan ve “güven krizi” olarak adlandıran bu sürecin iki yönü var. Bunlardan ilki, küresel finans kapitalin hükümetin ekonomi politikalarına güvenidir. Bu sorun, Ortodoks ekonomi politikalarına dönüş konusunda tavizsiz çağrılardan anlaşılabilir. İkincisi yönü ise, Türkiye’deki yurttaşların hükümetin para politikasına güven duymamaları sonucunda oluşan “dolarizasyon”dur. TL’deki değersizleşme rekorlar kırarken dahi yabancı para mevduatının artmaya devam etmesi bunun en önemli göstergelerinden biridir. Dolayısıyla “güven krizi”, döviz talebinin artmaya devam edebileceğini ifade ediyor.

İkinci olarak, küresel konjonktürdeki değişim, karşı karşıya olduğumuz sürecin bir “yumuşak iniş” değil, yapısal kriz olduğu ifade ediyor. ABD merkez bankası Fed’in geçtiğimiz hafta faiz artışına devam etmesi ve Avrupa Birliği Merkez Bankası’nın 2019 itibariyle parasal genişlemeye son vereceğini ilan etmesi, AKP’nin 2002-2013 arasında cömertçe yararlandığı bol ve ucuz döviz döneminin sonlandığını ifade ediyor. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde TL’deki değersizleşmenin önlenmesi oldukça zordur ve bu ancak daha yüksek faiz ile mümkün olabilir.

KRİZİN ÖZELLİĞİ VE 24 HAZİRAN

Yukarıda sıraladığım iki özellik, dövizin değerlenme eğiliminin sürmesi nedeniyle enflasyonun “yeniden dengelenme” programında öngörüldüğü gibi düşmeyebileceğini göstermektedir. Zaten yapısal olarak ithalata bağlı üretim yapısı nedeniyle firmaların döviz ihtiyacı artmayı sürdürürken, buna ilave olarak TL’nin değersizleşmesi eğiliminin durdurulamaması, yaşadığımız stagflasyonist sıkışma nedeniyle, içinden çıkılması oldukça zor bir yapısal kriz halini almaktadır.

Uzun lafın kısası, “yeniden dengelenme” programı bir stagflasyonist sıkışma ile sonuçlanabilir. Olası kriz, (i) iç talebin daraltılması nedeniyle ortaya çıkacak olan ekonomik durgunluk ortamında, (ii) TL’deki değersizleşmenin sürmesi nedeniyle enflasyonun düşürülememesi ile daha da derinleşecektir.

Programın uygulanması sonucunda ekonomik büyüme yavaşladığı ortamda, TL’nin hızla değersizleşmeye devam etmesi, ekonomi yönetiminin krize müdahale seçeneklerini sınırlayacak ve bir kere daha “kontrol kaybı” durumunun ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bunun nedeni, TL’deki değersizleşmeyi durdurabilmek için faiz artışı yapılması durumunda, zaten duraklamış olan ekonominin daha da sert bir şekilde daralmasını göze almanın, Mart 2019’daki yerel seçimler nedeniyle siyaseten mümkün olmamasıdır.

Kısacası, mevcut iktidar 16 yılın sonunda gerek siyasi gerek ekonomik olarak sorun çözme kapasitesini yitirmiştir. Hatta eğitimden dış politikaya, pek çok alanda bizzat AKP iktidarlarının kendisi, mevcut sorunları daha da derinleştiren bir faktör haline gelmiştir. 24 Haziran’da yeniden kazanmalarının tek sonucu, ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın sürmesi olacaktır.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Akçay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme programında almıştır. Güncel olarak, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma, yeni otoriterliğin ekonomi politiği konularıyla ilgilenmektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl: Türkiye'de Kriz, Devlet ve Siyaset (İstanbul, Doğan Yayınları, 2024), Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV Yayınları, 2007) kitaplarının yazarı; Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene Yayınları, 2016) kitabının ortak yazarıdır. Akçay’ın Cambridge Journal of Economics, Contemporary Politics, Globalizations, Internaltional Journal of Political Economy, European Journal of Economics and Economic Policies ve Journal of Balkan and Near Eastern Studies gibi dergilerde uluslararası yayınları bulunmaktadır.