Seçim ve yeniden kuruluş
Diyelim seçim kaybedildi; bu imkân ve irade ortadan kalkmış mı sayılacak? Niye? Nasıl? Ya da kazanıldı. Otokrasiciler eyvallah deyip, bizden aparttıkları servetleriyle ondan bundan aparttıkları mülklerine mi çekilecekler? Hayır. Siyasî mücadele sürecek. Seçim sonucu ne olursa olsun, şu anda oluşmuş bulunan, parlamenter rejim ve kuvvetler ayrılığını yeniden kurma iradesi, Türkiye Cumhuriyeti siyasî tarihinde yakalanmış en ciddî demokrasi imkânıdır.
Pazar günkü seçimle, bir dönem kapanacak. Türkiye’nin yarını, eğer çok büyük engeller çıkmaz, kazalar olmazsa kurulmaya başlandı bile. Kimlerdir yarını kuracak olanlar? Bir muhalif güçler koalisyonu mudur?
Herhalde bu ülkede hiçbir siyaset sorusu bu kadar berrak bir cevaba sahip olmamıştı: Evet. Kesinlikle.
Niye bu kadar berrak? Çünkü tek cevap şıkkı var. Hâlihazırdaki cumhurbaşkanının “artık öyle bir şey yok” diyerek ölümünü duyurduğu parlamenter demokrasi, ancak ve ancak, farklı, rakip siyasî parti ve hareketlerin, hattâ birbirinden pek hoşlanmayan kesimlerin ortak yarışma-tartışma ilkeleri etrafında birleşmesi, ortak yaşama iradesi meydana getirmesi ve bunu fiilî-aktif siyasî güce dönüştürmesiyle yeniden kurulabilir, eskisinden sağlam olabilir. Başka türlüsü de olamaz.
Burada bize yol gösterecek olan, tam da, önce Meclis’i şahsiyetsizleştiren, giderek parlamenter demokrasiyi yıkan, en cılız birlikte yaşama iradesini bile gördüğü yerde zehirleyen mevcut iktidardır. Tayyip Erdoğan eline belli dozun üzerinde iktidar geçirir geçirmez ne yaptı? Toplumu birbirinin yüzüne bakamayacak iki düşman kampa böldü. Bunu yaparken elbette karşısındaki kesimin siyasî kültürünün kolaylaştırıcı tesirinden de yararlandı. Sadece anıp geçeyim. Asıl dikkat çekmek istediğim, kurulmak istenen post-modern otokrasi rejiminin ön koşullarından biri: Kamplaşma, kutuplaşma, birlikte yaşayamaz, birbirini varsayamaz hale gelme. Bütün modern popülist otokratlar ve otokrat adayları bunu yapıyor. Bunsuz olmaz.
Tam da bu sebeple, bir araya gelmesi zor görünen siyasî kişilikler, hareketler ve toplum kesimlerinin, kabaca bir arada nasıl yaşanacağına dair asgarî ilkeler üzerine bina edilmiş ortak hareketi, otokrasinin toplumun böğrüne zerk ettiği zehre karşı yegâne panzehirdir. Bunun çekingen ilk adımları bile muazzam pekişmiş gözüken iktidar gücünü nasıl paramparça etti!
İKİ EKSİK
Hâlihazırda bu alanda iki önemli eksik var. İlki, birçok düzeyde işbirliği yapan muhalif siyasetçilerin bu ortak hareket kapasitesini seçim sonrasına uzanan bir siyasî anlaşmaya -resmen- yükseltmemiş ve bunu herkeste heyecan ve kararlılık yaratacak yollarla ilan etmemiş olmalarıdır. Bir ‘parlamenter demokrasi yeniden kuruluş manifestosu’ ile, partilerin bağımsız çizgilerini koruyacaklarına dair garantiler eşliğinde, hangi ortak ilkeleri benimseyecekleri, yerleştirmeye çalışacakları, kuvvetler ayrılığının güvenceleri başta, hangi kurumları hemen yeniden oluşturacakları, yargı bağımsızlığı ve asgarî adalet kavramının tesisi için ilk elde alınacak tedbirler vs. duyurulmalı. Bu çalışma acilen, en geç seçimin ikinci turundan önce yapılmalı. Ama bir bürokratik teşebbüsün ruhsuz havasında değil, umut ve heyecan yaratacak tarzda, iddialı, gürültülü, şenlikli… İnandırıcı!
İkinci önemli eksik, Türkiye’nin seçmen yapısı, yani aslında toplum yapısı ile ilgili ve hem konusu daha derin hem de atılacak adımlar daha zorlu. Şimdiye kadar bu iktidara destek olmuş insanlara seslenme yollarının yeterince aranmadığını, bu hayatî ihtiyacın, bunca yıldır bunca zulüm karşısında ister istemez birikmiş haklı öfkenin, hattâ bir nevi intikam arzusunun gölgesinde kaldığını sanıyorum.
Oysa otokrasi cengâverlerinin temel yanılgısını paylaşmanın âlemi yok: Bu toplumun bir yarısı nasıl yok olmayacaksa, “mantar tabancası”, “idam”, “iç savaş” tehditleriyle nasıl sindirilip bir deliğe tıkılamayacaksa, öbür yarısı da yok olmayacak! Eğer sağlam bir ortak yaşama zemini kurulmak isteniyorsa, iktidar destekçisi kesimlerden birilerinin de, seçime, çoklu alternatifli siyasete, parlamentoda ve siyasetin bütününde farklılıklara, kuvvetler ayrılığına, hukuk fikrine, adalet duygusuna kazanılması gerekiyor. “Hele bir devirelim, bakın size neler edeceğiz” yollu söylemlerin bu hayatî amaca hizmet etmeyeceği ortada. Zaten yirmi-otuz milyon insana Süleyman Soylu muamelesi yapılamaz.
Herkese dümdüz gitmeye en çok hakkı bulunan siyasetçi Selahattin Demirtaş başından beri bu denklemin farkında; son derece dikkatli, anlayışlı konuşuyor. Muharrem İnce de doğru bir yaklaşımı kendisini destekleyenlere özellikle benimsetmeye uğraşıyor. Temel Karamollaoğlu, başka bir yönden yaklaşarak, benzer bir kapsama-bütünleştirme çizgisi izliyor. Bunlar, siyasetçilerin söz konusu eksiğin farkında olduklarını, gereğini yapmaya çalışacaklarını gösteren, değerli işaretler.
SEÇİM SON DURAK MI?
Günlük siyaset üzerine yazan başka meslektaşlarımın da (özellikle Kemal Can) değindiği, ama topluca yeterince vurgulamadığımıza inandığım bir gerçeğe dikkatinizi çekmek istiyorum: Seçimle bir süreç bitmeyecek, aksine, başlayacak.
Türkiye’de sahici demokrasi hiçbir zaman olmadı, hukuk düzeni kurulmadı, adalet nosyonumuz ceninlik aşamasına bile gelemedi. Ancak Erdoğan+AKP iktidarının özellikle son beş yıldaki tasarruflarından önce, zaman zaman hukuk kırıntılarına, kuvvetler ayrılığını cisimleştiren kurumların bazen buna uygun davrandıklarına şahit oluyor, en azından hep beraber işleri bu yönde geliştirmeye çalıştığımızı sanıyorduk. Bazı kural ve kurumların en azından görünürdeki varlığı, iliklerimize işlemiş, bireyler düzeyinde ahlâk, yönetim katında devlet felsefesi halini almış olan “mış gibi yapma” alışkanlığı, yine de kural ve kurumların var olması gerektiğini hatırlatan bir işlev görebiliyordu.
Bugünkü ortam bu değil. Tek adamın otoritesi karşısında “ne kuralı, kurumu lan!” aşamasındayız. Ve bu kuralsızlık kurumlaşsın diye seçimler yapıyoruz!
Ancak işler muktedirlerin öngördüğü şekilde yürümedi. Ve hiç beklenmedik bir anda, ülkenin ite kaka sokulduğu otokrasi yolundan, üstelik bu defa daha sahici bir parlamenter demokrasiye dönüş imkânı, iradesi doğdu.
Soru şu: Diyelim seçim kaybedildi; bu imkân ve irade ortadan kalkmış mı sayılacak? Niye? Nasıl? Ya da kazanıldı. Otokrasiciler eyvallah deyip, bizden aparttıkları servetleriyle ondan bundan aparttıkları mülklerine mi çekilecekler? Hayır. Siyasî mücadele sürecek.
Seçim sonucu ne olursa olsun, şu anda oluşmuş bulunan, parlamenter rejim ve kuvvetler ayrılığını yeniden kurma iradesi, Türkiye Cumhuriyeti siyasî tarihinde yakalanmış en ciddî demokrasi imkânıdır.
Seçimin bu imkânı değerlendirmeyi sağlayacak bir sonuç vermesini elbette umuyorum. Ama bu sefer vermezse de, hemen toparlanıp en yakın zamanda yeniden demokrasi atağına kalkılması gerektiğini akıldan çıkarmamak lazım. Harekete geçmiş olan potansiyel, kolay durdurulabilir cinsten değil; buna güvenmeli!
* * *
Bilmiyorum bu satırları okuyan var mıdır, şayet varsa, AKP seçmenine seslenerek bitirmek isterim: Partiniz yıllar önce, hakkıyla kazandığı seçimlerden sonra işgüzar ve kapasitesiz bir Yargıtay Başsavcısı’nın gazete kupürlerini toplayıp açtığı davayla kapatılmak isteniyordu. Güç, hukuk tanımayan hukukçuda, moral-ahlâkî üstünlük sizdeydi. Şimdiyse roller-yerler değişti. Aynı partinin önderleri, gazete kupürlerinden dava imal etmenin bin beterini bin defa yapıp hayatlar söndürdü, sabahtan akşama akıl almaz, vicdana sığmaz yalanlarla iş görüyor, yaklaşan seçimlerde de hile hûda planlıyor. Muhalifler ise, dürüst seçim yapılsın diye canını dişine takıyor. Üstünlüğü bırakın, ahlâk nâmına hiçbir şey kalmadı iktidar katında. Orada o şey her ne idiyse bitti. Ahlâkî üstünlük muhalefette.