YAZARLAR

Rant ekonomisinin düsturu: Çıkınca merdiveni çek!

Bütün adaletsizlikleri hazırlayan bölüşüm adaletsizliği. Türkiye ise bölüşüm adaletsizliğini devlet felsefesi kılmış bir ülke. Devlet eliyle burjuva (sermayedar) yaratma politikasıyla kalkınma modelini sürdürdüğü için. İktidara gelen parti ve uygulanan hükümet sisteminin değiştirmediği yönetim anlayışı bu. Kimler, kimlerin zenginleşmesine karar verecek? Devlet, kime yürü ya kulum diyecek? Devlet kimin cebinden alıp, kimin cebine koyacak?

İkinci kattakilerle üçüncü kattakilerin kavgasına benziyor Türkiye siyaseti. Tüm eziyeti en alt kattakilerin çektiği bir tepişme hali. Amma gel gör ki seçim sonucunda da hem ikinci kat hem üçüncü kat dönüp hesabı alt kata soruyor, tek suçlu hep alt kat oluyor. Seçmeyi bilmiyor. Hangisinin yönetiminde daha iyi ezileceği, suyunu daha iyi hangisinin çıkaracağı kararını doğru dürüst veremiyor. Ve yıllar, yıllar geçiyor da adı değişmiyor. Yığınlar. Yığınlar dedi mi bir köşeci ya da siyasetçi entelin dik âlâsı sanıyor kendisini. Oysa sadece ucuz “aydınlık” taslama meraklısı. Ukalalığın ta kendisi… Geniş hak kesimlerini, oy çoğunluğunu oluşturan seçmen kitlesini yığınlar olarak isimlendirmekten vazgeçemeyenlerin seçim kazanması, eşyanın tabiatına aykırı. Kendisini çöp yığını gibi görenlere kim niye oy versin ki?

Uyarınca da ucuz halkçılık, halk yardakçılığı yapmakla suçlanıyor insanlar. Neyse, alt kattakiler zamanla içlerinden bir kısmına omuz verip ikinci kata taşımayı da başarıyorlar. Ama mesele işte tam burada başlıyor. İkinci kata yani alt orta sınıfa terfi edenler, burjuvazi yolunda bir parça mesafe kaydedenler, hemen geride kalanlara blok koyuyor ilk iş olarak. Merdiveni çekiyorlar. Yeni gelenler olmasın ki iyice yerleşebilsinler, alt orta sınıfa. Ama taban desteği olmadan, alt kat onları sırtlamayı sürdürmeden yerlerinde kalamayacaklarını da bildiklerinden, üst katla aradaki çatışma devam etmeli. Çekişmede -ki tepişme demeyi seviyorum aslında- alt kattakilerin gönlüne nüfuz edecek söylemle kuruyorlar, sözde çatışmayı. Çatışma sözde ve sözle gerçekten. Bir nevi kayıkçı kavgası… Çevredekileri/izleyenleri ki konumuz itibarıyla alt sınıfları cezbedecek kelimeleri en iyi kullananlar doğallıkla oradan yeni çıkmış olanlar. Hatıraları hâlâ taze olduğundan, çileleri, beklentileri umutları daha doğru ifade ederek oy devşirebiliyorlar.

1946’dan bu yana Türkiye siyasetinde sağ partilerin iktidar yarışında ön almasını sağlayan temel dinamik, halkı tanıma ve anlama becerisi yani. Beceri demek yanlış tabi bir süre daha etkisini gösteren tanışıklık hali diyebiliriz buna. Bir süre işte belki birkaç kuşak belki birkaç on yıl… Vakta ki alttan gelen itki yeni bir siyasi söylemi ikinci kata taşısın o zaman üçüncü katın çehresi değişiyor. Üst orta sınıf yeniden şekilleniyor. Eski demokratların çocukları ve torunları bugün eski halkçıların çocukları ve torunlarıyla nasıl aynı sınıfı oluşturabiliyorsa muhtemelen bugünkü AKP'lilerin çocukları ve torunları da yarın aynı kabullenişe mazhar olabilecek. 60’larda 70’lerde “çoban sülü” olan Süleyman Demirel’in 90’larda “baba”ya dönüşmesinin “var mı başka izahı?”

Üst orta ve alt orta sınıfların iktidar olma arzuları da aynı sebebe dayanıyor. Rantın nasıl bölüştürüleceğine karar verme gücüne sahip olmaktan öte değil bu beklenti. Bazen vatan-millet bazen çağdaşlık-aydınlanmacılık soslu olsa da arzu edilen şey sadece rantı kendi çevresine aktarabilmek için suyun başını tutmaktan ibaret. Göksel Aymaz hatırlatmıştı yakın geçmişteki bu beklentiyi:  “Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır… 2001’de yaşanan büyük ekonomik krizin ardından, eğitimli orta sınıfın, önce Serdar Turgut tarafından dile getirilen, sonrasında epeyce destek bulan bir “teknokratlar gelsin” önerisi olmuştu. Serdar Turgut’un önerisine göre, halk doğru kişileri seçemediği için seçimler kaldırılmalı, atanmış bir “teknokratlar hükümeti” kurulmalıydı. Kendisini de bir üyesi olarak gördüğü “orta sınıf”ın mağduriyetinden söz ediyor ve onlar adına konuşuyordu Serdar Bey.” Sanırım yeni sistemle Serdar Bey’e gözaydınlığı dilemek gerek. Sistemin Erdoğan ve AKP tarafından kurulmasını istemiyor tam tersine Erdoğan ve AKP gibilere karşı kurulmasını istiyordu kuşkusuz ama istediği sistem tam olarak 24 Haziran'la başlayan yönetim şekliydi. AKP’nin de üst orta sınıfa terfi hamlesi aynı zamanda. Öyle ya! Vaktiyle üst orta sınıfın, alt orta sınıfı baskılamak için kullandığı vesayet kurumlarını tek eline aldığına göre… Teknokratlar hükümeti kurulacak. Bürokrasiye ateş püskürülerek hazırlanan yönetim şemasında siyasetin etkisi bürokrasinin hayli gerisinde kalacak. Bütçe denetimi bile zayıflatılmış parlamentonun, yasama yetkisinin kuvvetlendirildiği aldatmacasıyla seçmen uyutulup, sınırsız cumhurbaşkanlığı kararnamesi yetkisiyle milletin temsilcileri, deyim yerindeyse “mebusculuk” oyunuyla avutulacak.

Halkı avutacak oyunlarsa devlet aklının sınırlı hayal gücüyle pek yenilenmeden sadece aktörlerin değişmesiyle kolaylıkla tekrar tekrar sahnelebiliyor nasılsa. Dün Nuh Mete Yüksel vardı herkes inanırdı, üniversitedeki başörtülü öğrencilerin devleti yıkacağını söylemesine. Bugün de Süleyman Soylu var, parlamentoda Kürt siyasetçilerin yer almasıyla devletin bölüneceğine herkesi inandıran. Dün DGM vardı bugün OHAL. Yaşanan çözüm süreciyle PKK, korkutuculuğunu biraz kaybedince FETÖ eklendi yanına. Yetmezmiş gibi görülmüş olmalı ki Sedat Peker, o da zayıf kalınca Alaatin Çakıcı ekleniyor şimdi. Karar yazarlarına ölüm emri vererek rolünü ifa ediyor. Böyle çatışma süreçleriyle alt sınıflar oyalanırken de yavaş yavaş maksat hasıl olacak tabii ki.

Gerçekse yalın. İnanılmaz yalın. Yeryüzünde iki sınıf var. Din, dil, ırk, zaman, mekan fark etmeksizin bu iki sınıfın çatışması hakim. Kuran kıssalarında çok örneği var bu iki sınıfın. Kanaatimce Marx’ın temel yanılgısı da bu iki sınıfı isimlendirirken çatışmaya dar çerçeveden bakması. Tarihin yaşadığı kesitinden, Endüstri Devrimi'nden bakarak isimlendirmesi temel yanılgısı. Yer yüzünün iki karşıtlığı ise sadece yönetenler ve yönetilenler. İnsanlığın en önemli karşıtlığı.

Yönetenlerin tabiatı yetki aşımına meyyal hep ve daima daha fazla güç istiyorlar, ne pahasına olursa olsun gücün her biçimini ele geçirmek temel dertleri. Yönetilenlerse bu ayrı bir sınıf olma bilincini hatırlayabildikleri ve itiraz yükseltebildikleri zamanlar kısa süreliğine de olsa insan onurunu yüceltmeyi başarıyorlar. Kuran'daki peygamberlerin hepsinin hükmedenler karşısında yer alması boşuna değil yani. Kendi toplumlarını yönlendirmeyi başardıklarında ise topluma insanca yaşamayı mümkün kılan yönetim modelinin temel ilkelerini sunmuşlar. Hz Muhammed son örnekle kapsamlı fikir geliştirme imkanı sundu bize bu konuda. Yeter ki yönetilen sınıfında olduğumuz bilincini kaybetmeyelim. Ve şu öğüt yolumuzu çizsin:

Ey iman edenler! Kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun (Nur/135).

Bütün adaletsizlikleri hazırlayan bölüşüm adaletsizliği. Türkiye ise bölüşüm adaletsizliğini devlet felsefesi kılmış bir ülke. Devlet eliyle burjuva (sermayedar) yaratma politikasıyla kalkınma modelini sürdürdüğü için. İktidara gelen parti ve uygulanan hükümet sisteminin değiştirmediği yönetim anlayışı bu. Kimler, kimlerin zenginleşmesine karar verecek? Devlet, kime yürü ya kulum diyecek? Devlet kimin cebinden alıp, kimin cebine koyacak? Kimin emeği sömürülecek, kim yattığı yerden servetini katlayacak? Tabii bu kim, kimler pek öyle belirsiz kesimleri anlatmıyor. Karar ve aktarım orta sınıflar arasında görünürde kavgalı, perde gerisinde anlaşmalı sürüyor. Rant ekonomisi değişmediği, üretim ekonomisi gelişmediği, iktidar ülke rantını dağıtma aracı olmaktan çıkmadığı sürece tekrarlanacak döngü.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.