YAZARLAR

Yangın yerinde yaşamak

‘90’lı yıllar, “Bugün acaba sıra kimde?” sorusunu sıklıkla sorduğumuz yıllar. 1980 darbesini çocukken yaşamış, anlam verememiştim belki ama bu yılları Ankara’da üniversitede yaşadım. Aklımın ermeye başladığı dönemde arkadaşlarımın, “abi”lerimin ortadan yok oluşuna şahit oldum. Aralarından dönmeyenler de oldu. Ama 2 Temmuz’da kalbimize oturan taş, ağırlaşarak yerinde durmayı sürdürüyor.

Bir dönem çok dinlediğim bir albümü anarak açayım lafı: 1995 yılında yayımlanan Zülfü Livaneli imzalı “Neylersin”. Albüm, adını Paul Eluard’ın bir şiirinden alıyor: “Kapılar tutulmuş neylersin / Neylersin içerde kalmışız / Yollar kesilmiş / Şehir yenilmiş neylersin / Açlıktır bastırmış / Elde silâh kalmamış neylersin / Neylersin karanlık da bastırmış / Sevişmezsin de neylersin” Çeviri (1959 yılında Yeditepe Yayınları’nın 94 numaralısı olarak basılan Ahmet Necdet imzalı “Çağdaş Fransız Şiiri” başlıklı antolojiye göre) Sabahattin Eyüboğlu’na ait. Eyüboğlu, 1976’da yayımlanan “Şiir Çevirileri” kitabında bu şiiri bambaşka bir hâle sokmuş ama Livaneli’nin bestesi yukarıya aldığım çeviri üzerine. Umutsuzluğumda sığındığım şarkılardan biri bu. Dinlediğimde beni saran, Ahmet Kaya’nın “Kum Gibi” adlı şarkısında karşımıza çıkan o enfes dizenin verdiği hisse benzer bir his: “Şehirlere bombalar yağardı her gece / Biz durmadan sevişirdik…”

Seçimden beri suskunuz. Şüphesiz bulunduğumuz (gerçek ya da sanal) ortamlarda sonuçlar üzerine konuşuyoruz, yaşadıklarımızı sorguluyoruz ama genel anlamda bir sessizlik hâkim Yaşadığımız, 12 Eylül darbesinden sonra Türkiye’nin üzerine çöken suskunlukla aynı. Bir süredir yaşamakta olduğumuz duygu, daha da ağır bir şekilde üstümüze çöreklendi. Arkadaşlarımızı, ailemizi, yakınlarımızı merak ediyoruz, şu soruyu sıklıkla kendimize soruyoruz: Bugün acaba sıra kimde?

Benzer bir suskunluğu bundan 25 yıl önce yaşamıştık: 3 Temmuz 1993 sabahı, Sivas’tan gelen haberi aldığımızda… O yılın 2 Temmuz günü öğleden sonra art arda gelen haberlerin vahimliğinin farkına varamamış, yaşananın bir katliam olduğunu ertesi sabah öğrenmiştik. İnternetin olmadığı, telefonların henüz cebe girmediği bir dönemde haber alabildiğimiz tek kaynak saat başı radyoda tekrarlanan “ajans”tı ve ona kitlenmiştik. Yeni açılmış özel televizyonlar “hadise”yle pek ilgilenmemiş, haberler (o dönemde iktidarın borazanı hâline gelmemiş) TRT aracılığıyla bize ulaştırılmıştı.

‘90’lı yıllar, “Bugün acaba sıra kimde?” sorusunu sıklıkla sorduğumuz yıllar. 1980 darbesini çocukken yaşamış, anlam verememiştim belki ama bu yılları Ankara’da üniversitede yaşadım. Aklımın ermeye başladığı dönemde arkadaşlarımın, “abi”lerimin ortadan yok oluşuna şahit oldum. Aralarından dönmeyenler de oldu. Kimi “faili meçhul” bir kurşuna kurban gitti, kimi gözaltında “kaybedildi”. Şüphesiz hepsi çok ağırdı, her biri üzerimizde derin bir iz bıraktı ama 2 Temmuz’da kalbimize oturan taş, ağırlaşarak yerinde durmayı sürdürüyor.

Ağırlaşıyor çünkü o gün Sivas’ta Behçet Aysan’dan Metin Altıok’a, Hasret Gültekin’den Asım Bezirci’ye tanıdığımız, hayran olduğumuz insanlar öldürüldü. Hepsinin üzerimde emeği vardır: Kimi şiiriyle, kimi sazıyla, kimi sözüyle dokundu bana. Bir kısmıyla sohbet edebildim, çoğunun konuşmalarını dinledim, bazılarının konserine gittim. Kasetleri, CD’leri, kitapları hâlâ başucumda duran isimlerden söz ediyorum… Yukarıda saydığım isimlere Ankara’da kurduğu Elyazıları Yayıncılık bünyesinde bastığı kitapları heyecanla karşıladığım Uğur Kaynar’ı, karikatürlerini sevdiğim Asaf Koçak’ı, sazıyla demlendiğim Âşık Nesimi Çimen’i de katayım. Bu kadar da değil: Ölenler arasında Sivas’a semah dönmek, hep birlikte türküler söylemek üzere gidenler ve yeni bir kültürle tanışmak için orada bulunanlar var. İşin özü şu aslında: Şenliğe gittiler, yakıldılar.

İnsan aklının almadığı bir şey bu. Bir dönem kitaplar yakıldığında da eminim bu cümle kurulmuştur –ki kitap yakanların varlığını öğrendiğimde kurduğum cümlelerden biridir bu. Türkiye’de, bundan 25 yıl önce kitapları değil kitapların sahiplerini yaktılar. Bugün bile dillendirirken rahatsız olduğum bir “hadise” bu ama gerçek böyle. O gün canımızdan can koptu, kalbimde derin bir yara açıldı ve bu yara 25 yıldır sarılmadı. Biliyorum ki hayatımın sonuna kadar sarılmayacak, her geçen yıl, faillerin (bilindiği hâlde) cezalandırılmadığı aklıma gelecek ve o yara içimdeki öfkeyi artıracak. O gün orada bulunan, halkı kışkırtan, Madımak Oteli önünde toplanarak oteli ateşe veren yani insanları yakan kalabalığa duyduğum bir öfke bu ama bu kadarla sınırlı değil: Failleri bildiği hâlde cezalandırmayan, dava düştükten hemen sonra “hayırlı olsun” cümlesini kuran da bu öfkeden nasibini alıyor. Bugün elimizden bir şey gelmiyor belki ama ilerleyen yıllarda dosya yeniden açılacak ve arkadaşlarımızı, sevdiklerimizi öldürenler ile onları koruyanlar muhakkak ceza alacak.

Bahsi öfke meselesine getirmişken yakın dönemde önüme düşen iki albümü anmak isterim: Çok zamandır heyecanla beklediğim yeni Peyk albümü “Lay Lay Lom” ve uzun bir aradan sonra nihayet yayımlanan Bandista albümü “Buhal”. Her ikisi üzerine de sonrasında uzun uzun yazmak istiyorum, burada adlarını zikretmekle yetineceğim ama yine de birer şarkıyı kenara ayırayım. Peyk albümünde karşıma çıkan “Sabret” biraz umutsuz başlıyor: “Masallar anlatır birisi inansan iyi edersin / Hayaller gidin başımdan / Bitti bir devir, gelmez ki yenisi…” Her şeye rağmen sonrasında ortaya çıkan (ya da çıkması beklenen) öfke, umudun diğer adı aslında: “Her taraf kara adamlar / Öfke lazım bana biraz…” “Sabret”, Peyk albümünün ikinci şarkısı.

Buradan, Bandista albümündeki ikinci şarkıya geçeyim. “Nenni” adını taşıyan bu kolektif şarkı “uykusuzluğa övgü” notuyla albüme alınmış: “nenni yavrum, bebeğim, anam, babam nenni / sana kimse öğretmedi mi dayanışma ve sevgiyi? / söylemedi mi özgürlük dolu cümleyi? / çalmadı mı enternasyonal ezgiyi? / dönmedi mi sevgi dolu o gözleri? / nenni halam, komşum, gülüm, dostum nenni…” Aslında her şey bu şarkıda gizli. İçimizdeki öfkeyi yaratan, şarkının hitap ettiği kesim: Sevgisizlikle büyümüşler, şarkı dinlememişler, dans etmemişler, sevişmemişler… Bugün bizi yönetenlerin bir kısmı da bu kesimden. Toplumdaki sevgisizlik, tahammülsüzlük, düşmanlık ve dillerdeki nefret söylemi biraz da bundan.

Yazıyı uzatmayayım. Elim kalem tutmaya başladığından beri her 2 Temmuz’da Sivas katliamı üzerine yazıyorum. Unutmamak, unutturmamak için. Bu yazı katliamı anan yazılardan biri ama onun hakkında değil. Geçtiğimiz yıl Sivas üzerine yakılmış ağıtlardan da söz eden bir yazı yazmıştım. Bugün bunları tekrar tekrar anmayayım ama son sözü, yazının başında bir şarkısından dem vurduğum Zülfü Livaneli aracılığıyla Sivas acısını derinden hisseden bir şaire bırakayım. Livaneli’nin “Neylersin”den iki yıl sonra piyasaya çıkan albümü “Yangın Yeri”, adını bir Ataol Behramoğlu şiirinden alıyor. Katliam sonrası yazılmış ağıtlardan sadece biri bu ve tarif ettiği biraz da bugünkü Türkiye: “Yaşamak bu yangın yerinde / Her gün yeniden ölerek / Zalimin elinde tutsak / Cahile kurban olarak / Yalanla kirlenmiş havada / Güçlükle soluk alarak / Savunmak gerçeği çoğu kez / Yalnızlığını bilerek / Korkağı döneği suskunu / Görüp de öfkeyle dolarak…”

Şu ara bir umutsuzluk hâkim olsa da yaşanacak güzel günlere ulaşmak için çabamız sürüyor, sürecek. Uzakta belki ama imkansız değil.


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.