Tamamlanmakta olan devrim ve devrimciler
Kapitalizm, devrime gebe doğmuştur. Hatta kapitalizm, köklü değişim arzusunu kurumlaştırmış, bu arzu devrim kelimesi ile kavranır olmuştur. Kapitalizm öncesine kadar isyan, kıyam olarak kavranan ve mevcut durumdan rahatsızlık üzerinde temellenip etraflı bir gelecek kurgusuna nadiren sahip olan olaylar kapitalizmle birlikte devrim olarak kavranmaya başlamıştır.
Kapitalizm savunucularına göre, insanın şahsi menfaati peşinde koşmasına izin verilmesi halinde (ki bu sinsi, doğal olarak da sığ bir özgürlük anlayışına karşılık gelir, öte taraftan şahsi menfaat dedikleri büyük oranda iktisadi çıkardır) dünyamız insani potansiyelin alabildiğine gerçekleştiği, rengârenk, müreffeh bir yer olacaktır. Ama bu, bir türlü gerçekleşemiyor, zira böyle bir dünyayı olanaklı kılacak girişimciye bir türlü rahat verilmiyor; kapitalist vahşetin bütün etkinsizliği, müsrifliği, kıyıcılığı girişimciye gün yüzü gösterilmemesine bağlanıyor. Devlet/kamu denen zorbalık, girişimciye rahat verse kapitalizmin yeryüzü cennetine yol açması sadece zaman meselesidir. Sanki devletler kapitalist mülkiyetin, liberal ütopyanın kılıcı, kalemi, payandası değil.
Herhangi bir devletin bütçesinin nasıl pay edildiğine, bütçenin kimden alıp kime dağıttığına bakmak devletin kimin hizmetinde olduğunu, daha doğrusu devletin kim olduğunu görmek için yeter. Kendisine toplumsal refahı gerçekleştirme vazifesi bahşedilmiş, bundan sorumlu kılınmış girişimcinin ya da işletmenin kamu hukuku yerine özel hukuka tabi olması, ayrıca en olgun hali olan anonim şirketin bizzat söz konusu özel hukuk eliyle toplumun borcu olarak var edilmesi, anonimleşen girişimciyi sorumsuz kılmak üzeredir. Hem hiçbir sorumluluk almayacak hem de toplumsal refahı sağlamaktan sorumlu kılınacak: Mucize.
Kapitalizmde kimsenin borçlanmaya hakkı yoktur, devlet ve sermaye hariç. Devlet hep borçludur, devletin inanılmaz düzeyde borçlanması yadırganmaz. Sermaye ise bizzat borçtur; hatta olgun bir kapitalist hep başkasının parasıyla iş yapandır, kendi paralarıyla iş yapan kapitalistler bir süre sonra işi bırakmak zorunda kalırlar (Borçluluğun en yüksek olduğu ülkelerin dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkeleri olduğu zahmetsiz bir araştırmayla görülebilir). Sorumsuzca borçlanabilirler çünkü muktedir sorumsuzdur, iktidarının gerektirdiği asgari sorumluluk neyse o: Kitlelerin ne kadarı çarkı çeviriyorsa, o kadarının karnı doyurulmalı, geriye kalanı açlıktan ölebilir yahut kapitalistlerin mallarını satın alabilecek kadar zenginleşmeliler yahut bütün hayatlarını hiç kullanmayacakları şeyleri biriktirmek için harcamalılar. Kapitalist toplumlarda tebaa devasa miktarda sermaye karşısında öylesine çaresizleştirilmiş, öylesine büyük bir tekinsizlikle karşı karşıya bırakılmıştır ki rantıyla kendini güvende hissedeceği mal biriktirmek zorundadır. Kendisine söylenen dilediğini yapmakta serbest olduğu yalanına, güvenlik içgüdüsüyle inanır… Serbestlik yalanı, tebaanın hemen her davranışından, işinden sorumlu tutuluyor olması nedeniyle, tüm borçlarının er ya da geç kendisinden tahsil ediliyor olması nedeniyle kendini kolayca ele verir. Bununla birlikte devasa sermaye birikiminin yarattığı korku imparatorluğu, serbestlik yalanını kitlelere özgürlük ideali diye kabul ettirir. Kapitalizm, tutsaklığı özgürlük diye sunmak zorunda olduğundan ortadan kalkacaktır.
Kapitalist muktedirler, yani devletler ve sermayeler, birbirlerine bahşettikleri sorumsuzluk imtiyazıyla her nasılsa birbirlerine rahat vermiyorlar. Özünde büyük insanlığa ait kaynakları şahsi menfaatleri (esasında siyasi menfaatleri) için gözünü sakınmadan sarf eden, doğası itibarıyla kendisinden başkasını umursamayan, kârlı bulmadığı hiçbir iş için kılını kımıldatmayan girişimcinin yarattığı devrevi kaosların, krizlerin maliyetlerini toplumlara yıkmak için, bırakılsa vahşi hayvanlar misali birbirlerini yiyecek girişimcilerin arada bir tımar edilmesi, yollarının tesviye edilmesi için gerekli olan devletler ve onları teşkil eden kurumlar, onlar olmasa insanlık ortadan kalkacakmış gibi takdim edilir. Bu takdim, kurucu mitlerin harcını oluşturduğu tarihin, çok çeşitli ritüellerde görünür olan kutsallıkla sırlanmasıyla gerçekleştirilir. Devletin ‘manevi şahsiyetini’ oluşturan kutsallık, topluma ait olanın girişimciye aktarılmasını itiraz edilemez kılar. Diğer işlevleri bir yana, girişimcinin bir ajanı olmasaydı, modern devletin var olacağını söylemek zor olurdu. Devletler ve sermayelerin muktedir olarak var olmalarını sağlayan sorumsuzlukları, terörize ettikleri, korkunun hüküm sürdüğü dünyayı özgürlük idealiyle paketlemeleri nedeniyle sürekli kılınabiliyor. Kapitalizmin yarattığı ‘mucizelere’ rağmen iflah olmaz kapitalizm karşıtlığının nedeni, insanlık tarihinin her türden imtiyazın zamanla ortadan kalkması eğilimine sahip olmasıdır. Her alanda, insan ömrünü aşan vadelerde demokratikleşme insanlık tarihinin temel bir karakteristiğidir. Kapitalizm de temel belirleyicilerinden biri olan tutsaklık ve imtiyaz yaratma niteliği nedeniyle geride bırakılmak zorundadır.
Evet, kapitalizm, devrime gebe doğmuştur. Hatta kapitalizm, köklü değişim arzusunu kurumlaştırmış, bu arzu devrim kelimesi ile kavranır olmuştur. Kapitalizm öncesine kadar isyan, kıyam olarak kavranan ve mevcut durumdan rahatsızlık üzerinde temellenip etraflı bir gelecek kurgusuna nadiren sahip olan olaylar kapitalizmle birlikte devrim olarak kavranmaya başlamıştır. Aslında kapitalizmden sonra işlerin seyrinin değiştiğinin delili olan devrim kavramlaştırmasına dayanak teşkil eden olaylar, yine de isyan, kıyam, hükümet darbesidir (Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi, Rus Devrimi, Çin Devrimi…). Örneğin Rus Devrimi, bir süre ‘olay’ kelimesi ile nitelenmiş, gerçekleşenin devrim olduğu hususunda sonradan, siyasal iktidar elde edildikten sonra bir uzlaşıya varılmıştır. Tamamı kapitalizm sonrasında gerçekleşen bu olayları köklü birer değişimin eşiği olarak kabul edip devrim diye adlandırmamız, kuşkusuz kapitalizmin yol açtığı sürekli köklü değişim arzusu nedeniyledir. Bunun yanı sıra, söz konusu olaylarda arzulanan köklü değişim için ödenen bedel o denli büyüktür ki sonuçta yaşanan köklü bir değişim olmasa da bu olaylar devrim olarak adlandırılmışlardır. Peki, bir değişimin köklü olmasını sağlayan nedir? Yahut bir devrim ne kadar uzun sürer; köklü bir değişimin bir insan ömrü boyunca gerçekleşmesi olanaklı mıdır?
Her şey hareket ediyor; bir yerden bir yere, bir halden bir hale. Bu sürekli hareketin, oluşun farklı hızlarda hareket eden ‘parçaları’ sükûneti, huzuru, dolayısıyla da değişimi kavranabilir kılıyor. Bu bitimsiz hareketin nedenini, belki de bilinemez olduğu hissiyle pek az sorarız. Aynı şekilde farklılaşan hareket hızlarının nedenini sormak da ürkütücüdür. Bununla birlikte şeylerin neden hareket ettikleri ve neden o hızla hareket ettikleri, tüm radikal sorular gibi daima pratikte yanıtlanırlar. Bu sorulara verdiğimiz pratik yanıtlar, yaşamlarımızın, dünyalarımızın esasını teşkil eder. Tüm deneyimimizin (dünyalarımızın –siyasal, toplumsal, estetik, vb.) hızını belirleyen ise gündelik yaşamlarımızdır. Bu durumda olayların gidişatı da gündelik yaşamlarımızın ritmi, hızı tarafından belirlenir. Sözlüklerin belirli bir alanda yaşanan hızlı, köklü değişim; çevrilme, katlanma, bükülme, terse dönme, yön değiştirme; yerleşik toplumsal düzeni değiştirme ve yeniden biçimlendirme olarak tarif ettiği devrimin yeterince köklü bir değişime tekabül edebilmesi için gündelik yaşamlarımızı angaje etmesi gerekiyor öyleyse. Yani yediğimiz ekmekten içtiğimiz suya, eğlenme, dinlenme biçimimize, uyuma, çalışma alışkanlıklarımıza, giyim tarzımıza, siyasal, sanatsal, dini faaliyetimize dek, akla ne gelirse, bize fiilen ait olan tüm zaman, yani aktivitemize dek gündelik yaşamımızı kökten dönüşüme uğratan değişim devrim kabul edilmeli. Böyle bakıldığında, devrim kabul ettiğimiz gelişmeler, bir büyük devrimin aşamaları, önemli uğrakları ama kendi başlarına devrim olarak görülemez gelişmelerdir. Çağımız için devrim, kapitalizmin aşılmak üzere baştan aşağı kat edilmesiyle cereyan eden gelişmelerin tamamıdır, çünkü gündelik yaşamımızı, ritmimizi, hızımızı kapitalizm kadar kapsayıcı bir düzeyde belirleyen hiçbir şey yok. Dolayısıyla köklü bir değişim, ancak kapitalizmin aşılmasıyla olanaklıdır ve bu tek başına hükümetlerin devrilmesiyle, siyasal iktidarın ele geçirilmesiyle, planlamayla, vb. mümkün değildir. Gündelik yaşamı, hızı, ritmi el vermedikçe, toplumlar köklü siyasi değişimleri kabul etmezler, içselleştirmezler, sonunda siyasal mekanizmalar yine toplumsal ritme, hıza göre biçimlenirler.
Kapitalizm, toplumların hızına, ritmlerine müdahale etti, kapitalist devrim gerçekleşti (Amerikan ve Fransız devrimleri kapitalist devrimin siyasi uğraklarıydı), bu toplumsal düzeni arzulayan kapitalist devrimciler, arzuladıkları insan tipini alelade insan haline getirdiler, bunu hıza, ritme müdahale ederek yaptılar esasen. Kapitalizm ortaya çıkar çıkmaz da insanlık tarihindeki demokratikleşme eğilimi nedeniyle bir sonraki büyük devrimi başlatmış oldu. İmtiyazların olabildiğince ortadan kalkacağı bu yeni toplumsal düzenin köklü bir değişimin eseri olabilmesi için gündelik yaşamı, hızı, ritmi angaje etmesi gerekiyor. Bu büyük değişim arzusu, insan yaşamını baştan ayağa kavrayan bir gelecek tasavvuru gerektirir. Devrimci, esasen sürekli olarak değişecek bu tasavvura sahip olup gündelik yaşamı olabildiğince bu istikamette dönüştüren kişidir. Bu bakımdan bütün ömrü, yaşamı, her anı ve kendinden sonrası devrimdir. Yaşamın ritmini daha imtiyazsız bir dünya istikametinde değiştirmeyi başardığı ölçüde devrimin icracısı, devrimcidir kişi. Dolayısıyla siyasal iktidarı ele geçirmeye dönük çabalar devrimin birer parçası olup devrim değildirler, devrim öncelikle gündelik yaşamı, ritmi dönüştürmelidir, köklüdür ama ani değildir. Bu bakımdan tamamlanmak üzere olan bir devrimin içinden geçiyoruz. Kapitalist iktidar kompleksinin biriktirdiği güç ve kitleleri bu güç karşısında büyük oranda pasifize etmesi, iradelerin en fazla işler olduğu gündelik yaşamın, ritmin, hızın imtiyazsız bir dünyayı mümkün kılacak biçimde nasıl dönüştürülebileceği sorusunu devrimci taleplere temel kılmıştır. Yani devrimciler trafik düzeninden gıda rejimine, sağlık sisteminden eğitim sistemine, siyasal karar alma mekanizmalarından kültürel yaşama, ne giyeceklerine, ne yiyeceklerine, nerede yaşayacaklarına, hangi teknolojileri kullanacaklarına, vb. öncelikli olarak odaklanarak imtiyazların olabildiğince elendiği bir dünya için sürekli güncellenecek bir gündelik yaşam, ritm, hız talebinde bulunacaklar ve bu kapitalizmin önerdiğinden köklü bir biçimde farklı olacak. Devrimci esasen büyük bir kriz olan kapitalizmi, yani muktedir sorumsuzluğunu yaşamın her alanından tasfiye eder; devrim de yaşamdan herkesi sorumlu kılma, özgürlüğü ve imtiyazsızlığı her alanda deneyimleme pratiklerinden oluşur. Tamamlanmakta olan devrimin ne kadar sürede tamamlanacağı, kapitalist vahşetin ne kadar süreceği, devrimcilerin siyasal iktidarı değil yaşamı kazanmaya dönük gayretlerine bağlı.