YAZARLAR

Altın sarısı

Kooperatif kurmuyorlardı çünkü hepsi ertesi gün, mesela yüz bin dolar edecek bir altın kayası bulacaklarını düşünüyorlardı. Ne kadar yoksullarsa, o kadar büyük oluyordu bu kaya. Bunu paylaşmak istemiyorlardı. Birbirlerine uydurma olduklarını iyi bildikleri büyük voli vuran madenci öyküleri anlatıyorlardı. Sonra üstlerine yapışmış yoksulluğu içkiyle silmeye çalışıyor, yaralarına umut basıyorlardı.

Gördüğüm en düzgün altın madeniydi. Çalışma saatlerimiz filan vardı. Başımızda kasklar, güvenli bir asansör, işçi tulumları, sarı ve yattığımız temiz bir koğuş, oldukça toprak kokulu, belki biraz altın tozu ya da bana öyle geliyordu ama parlıyordu üstümüze yapışınca toprak. Venezuella'da bir altın madeni kooperatifiydi çalıştığım yer. 30 madenci bir araya gelip kurmuştu. Chavez hükümeti kooperatifleri destekliyordu. Kredi veriyor, ucuz yakıt sağlıyordu. Daha da önemlisi altın arama işi yasallaşıyordu ki bunun manası bulduğun altının yüzde 30-40'lara kadar varan bir kısmını, mafyaya vermekten kurtulman demekti.

Ölüm biraz daha uzak gibi görünüyordu burada. Daha çok asansörde geliyordu bu aklıma. Bolivya’ya da gümüş madeninde çocuk madenci, tahta bir çıkrıkla beni aşağı indirirken, 'ip kopma sesi duyarsan bacaklarını açıp kuyuya tutun ben seni gelip alırım' diyordu. Etkiliyor insanı böyle şeyler ve yanağı şişti onun, koka yaprağı çiğniyordu, kabak çekirdeğini kabuklarıyla yer gibi bir tadı vardı ve kokusu.

Kooperatif kurmamak çok saçma geliyordu bana. Bir sürü avantajı vardı. Sadece daha az iş kazası ve daha az mafya demek değildi. İş güvenliği, sosyal sigorta, emeklilik, ucuz yakıt, iş saatleri, çocuklar için okul ve bir sürü şey. Ama herkes böyle düşünmüyordu hatta çoğunluk diyelim. 60 bin altın madencisi vardı Venezuella’da.  -'Bu kadar çok olduğunu bilmiyordum' dedim bir madenciye. 'Hiç kimse bilmiyordu' dedi madenci. ‘Bizim farkımıza bir İsa varmıştı, bir de Chavez’- Yüzde 10’u bile kooperatif kurmadı. En az 6 en çok 30 kişi bir araya gelip kurabiliyordun halbuki. 20-30 katlı bir apartman derinliğinde, iki-üç futbol sahası genişliğinde büyük çukurları kazmaya devam ediyorlardı. Tahta çarmıklarla 50 metrelik kuyulara inip, eğer kopmazsa tünellere giriyorlardı. Nehirlerin suyunu elekten geçiriyor altın süzüyorlardı. Yüksek ve uzun rampalardaki halılara altın çökertiyorlardı. Ağaçları yıkıyor, asitle kendi ciğerlerini ve toprağı öldürüyorlardı. Birbirlerini vuruyorlardı, kumar, içki ve mutlaka altın yüzünden, bazen de aşk. Sonra mafya onları vuruyordu. Yani her şeyi yapıyor ama kooperatif kurmuyorlardı.

Kooperatif kurmuyorlardı çünkü hepsi ertesi gün, mesela yüz bin dolar edecek bir altın kayası bulacaklarını düşünüyorlardı. Ne kadar yoksullarsa, o kadar büyük oluyordu bu kaya. Bunu paylaşmak istemiyorlardı. Birbirlerine uydurma olduklarını iyi bildikleri büyük voli vuran madenci öyküleri anlatıyorlardı. Sonra üstlerine yapışmış yoksulluğu içkiyle silmeye çalışıyor, yaralarına umut basıyorlardı.

Size de saçma gelmiyor mu kooperatif kurmamaları?

Hadi onlar altın arıyorlar da, biz niye kurmuyoruz, bu daha saçma değil mi?


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...