'Kablo plim yapıyo'
Bundan sonra akıl “Kablo plim yapıyo” diyecek, bu saatten sonra başka ne diyecek, ne desin! Onca rasyonel çabaya rağmen bunca irrasyonalite, böyle absürd bir tepkiden başka muhtemel ve anlaşılır bir seçenek bırakmıyor akla.
Şahbender abi, ince uzun bedenine sonradan eklenmiş gibi uyumsuz duran fırlak göbeğiyle görünüşte komik bir adamdı. Görünüşte öyleydi, kendisi gayet ciddiydi. Herhangi bir olay, durum ya da sorun, mahallenin her neresindeyse kibirli asık suratıyla oracıkta biter ve her şeyi bir çırpıda izah ederdi. Çünkü her şeyi bilirdi ve bir tek o bilirdi: Bu böyledir, şu şöyledir, o da zaten hep öyledir! Elleri arkada bağlı, dudağının kenarında üşengeç sigarası ha düştü düşecek ama hiç düşmeyerek, lûtfeden bir edayla, emin ve lakayt, ihsan buyururdu: Şunu yapmak lâzım, bunu etmek lâzım…
Oturduğumuz gecekondularda kaçak elektrik kullanılırdı. Evlerin çatısından sokağın ortasındaki elektrik tellerine doğru uzanmış kırmızılı, mavili, yeşilli renk renk kablolar, bu işe yarardı. Bunlar, rüzgârdan ya da başka sebepten, bazen düşerdi. Bu gibi durumlarda hemen ucu kancalı uzun tahta sırıklar ortaya çıkar, yoksulun düşen kablosunu tekrar devletin elektriğine iliştirirdi. Ustalık, en azından yatkınlık gerektirirdi. Çocuk aklımızla özenir ama beceremezdik.
Bir gün, evimizde elektrik kesildi. Baktık, kablo yerinde duruyor. Sorun yok gibi. Yine de sokağa çıktı abim, meslek lisesinde elektrik okumuştu ne de olsa, uzun sırığıyla şöyle bir yoklayacaktı. Ben de peşinden… Nedir, ne değildir filan derken meraklı komşularla küçük bir kalabalık oluşturduk. Çözemedik. Ve o geldi: Şahbender abi! Elleri hep arkasında, gözleri kısık… Yukarı, tellere baktı. Yüzünü buruşturup, beğenmemiş ekşi bir ifadeyle kabloyu eve kadar gözüyle takip etti. Kalabalığın gözleri de onu. Derin bir nefes aldı, ama bırakmadı, tuttu. Küçümseyici bir dudakla, “Kablo” dedi, “plim yapıyo.” Döndü gitti.
Kablo plim yapıyo! Anlamadık. Meslek lisesinde elektrik okumuş abim bile anlamadı. Çünkü hiçbir anlamı yoktu. İçinden çıkılamamış durum karşısında söylenmiş uydurma bir sözdü o. Nitekim herhangi bir çare de ihsan buyurmamıştı bu kez. Öylece kalakaldık.
Bugün aklın Türkiye realitesi karşısındaki durumu, biraz bu “kablo plim yapıyo” çaresizliğine benziyor.
Seçim öncesinde durum neydi? Kapıda büyük bir ekonomik kriz vardı, zaten erken seçim kararı da bu yüzden alınmıştı; döviz artışı rekorlar kırıyordu; iktidar seçkinleri zenginleşirken, iktidar partisine oy verenler dâhil, herkes yoksullaşıyordu; hayat pahalıydı; çiftçi, esnaf, işçi, memur, emekli perişan vaziyetteydi; içeride ve dışarıda işler iyi gitmiyordu; OHAL herkesi mağdur etmişti; iktidar partisi toplumun tüm kesimlerini, muhafazakâr kesimi bile, kendisine küstürmüştü; on altı yıllık iktidarında Ak Parti ülkenin ciddi hiçbir sorununu çözememiş, yorulmuş ve yıpranmıştı; Reis’in seçim kampanyası sönük, mitingleri heyecansızdı vs… Bütün bu âşikâr sebeplerden ötürü iktidar, güya, en zayıf ânındaydı. Ama ne oldu?
Gel de izah et bakalım!
Yeni kabine açıklandı. Hangi açıdan bakarsanız bakın toptan sorunlu bir kabine ama özellikle Berat Albayrak’ın ekonominin başına getirilmesi tuhaf bir şey oldu. Ciddiyetine güvenilir ekonomistler, “Bir önceki kabinenin en önemli bakanı olan Mehmet Şimşek, ekonomik reformlar ve Türk Lirası’nı erimekten kurtarmak için politikalar öneriyordu; Erdoğan ise ekonomiyi batıracak ve Türk Lirası’nı daha da değersizleştirecek politikalarda ısrar ediyor” diyorlar. Neden böyle?
Mantığı üzmeden bir açıklama getirebilir miyiz buna!
301 kişiyi öldüren Soma faciasının görüldüğü davada patrona beraat, kalan sanıklara da 15 ile 20 yıl arasında ceza verildi.
İçin el veriyorsa, aklın serin kavramlarıyla bir değerlendir bakalım!
Dünyanın gözbebeği Türk piyanist Fazıl Say’a, kendi memleketi Türkiye’de “Defolsun gitsin!” diyorlar. Konserleri iptal edilen, üniversite ve okul salonlarında yasaklı olan Fazıl Say, iş o dereceye varıyor ki, artık buna dayanamıyor ve şahsi sosyal medya hesabından ‘’Ülkemde yaşamak istiyorum ve ülkemde sanatımı yapmak istiyorum’’ başlığıyla bir not yayınlıyor.
Aklın inceliği için fazla kaba.
RTÜK, Mahsun Kırmızıgül’ün yazıp yönettiği, Osmanlı devrinde geçen “Vezir Parmağı” filmini “toplumun milli manevi değerleri ve genel ahlâk ilkesine” aykırı buldu ve filmi yayınlayan Star TV’ye 400 bin TL ceza kesti.
Hadi gel de sulandırmadan ciddi ciddi konuş!
İzmit’te bir adam, yolculardan bir genç kız mini etek giymiş diye şoföre karakola çek diyor ve bu saçma talep çok normalmiş gibi yerine getiriliyor.
Bir saçmalıktan ancak saçmalayarak sıyrılabilineceği ender anlardan biri!
Adnan Oktar… Yok, bunu yazmaya gerek yok, bu artık o kadar saçma ki…
Neyse… Örnek çok. Uzatmayalım.
Yıllardır bu ve benzeri yığınla meselenin izahını yapmaya çalıştı akıl. Söylenmedik söz kalmadı. Analizse analiz, eleştiriyse eleştiri! İncelemesini yaptı akıl, uyarıda bulundu, öneri getirdi… Tetkik, teşhis, tedavi… Her şey tamam. Ama… Olmadı, olmadı, olmadı. Absürdlük diz boyu. O da şimdi bunlara bakıp, Şahbender abi gibi, çaresizce, “Kablo plim yapıyo” diyecek, bu saatten sonra başka ne diyecek, ne desin! Onca rasyonel çabaya rağmen bunca irrasyonalite, böyle absürd bir tepkiden başka muhtemel ve anlaşılır bir seçenek bırakmıyor akla.
Ama akıl bu. Toplum perişan olduğunda o da perişan olmaz. Yorulabilir, şaşırabilir, kanabilir… Fakat bu onun tüm erdemlerini yitirdiği anlamına gelmez. O yüzden bu hikâye de öyle bitmez.
…Ve saçmalığın ortasında birden o çıka geldi: Akıl! Şöyle bir baktı. Uzun uzun baktı. “Kablo” dedi, “plim yapıyo”. Ama çekip gitmedi.