YAZARLAR

OHAL kalktı, normalleşme hemen şimdi!

KHK’ların aralarında hukukçuların, hatta anayasa profesörlerinin de olduğu AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla TBMM’de yasalaşmasıyla başka bir hukuk garabeti doğmuş oldu. Bunlar, kişiye özel yasalardı. Sosyal bilim eğitimi veren fakültelerde ve elbette hukuk fakültelerinde birinci sömestrde verilen 101 kodlu Hukuka Giriş derslerinde anlatılan hukukun temel prensiplerinden birisidir kişiye özel yasa olmayacağı.

Şoför, zabıt katibi, kamera asistanı, diyetisyen, tapu müdürü, mütercim, veteriner, sağlık teknikeri, matematikçi (matematikçi unvanlı bir belediye çalışanı!), ses sanatçısı, biyolog, kütüphaneci, makinist, alet operatörü, hemşire, psikolog, doktor, gişe memuru, çarşı ve mahalle bekçisi, sosyolog, itfaiye eri, kimyager, vasıfsız işçi, mimar, müzeci, santral memuru, arama kurtarma teknisyeni, muhabir, aşçı, avukat, şehir plancısı, usta, antrenör, bakıcı, ebe, laborant, istasyon şefi, dağıtıcı, pedagog, lokomotif tamir işçisi, hizmetli, orman muhafaza memuru, öğretmen, spiker, redaktör, eksper, eczacı, akademisyen…

İlk bakışta ortak noktalarının ne olduğu anlaşılmayan bunca meslek sahibi insan, önce Kanun Hükmünde Kararnamelerin, daha sonra ise TBMM’de görüşülen yasaların ekli listesinde çalıştığı kurumların, isimlerinin ve ünvanlarının yayınlanması yoluyla Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23. Maddesinde tanımlanan çalışma hakkından ve 13. Maddenin 2. bendinde “Herkes, kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.” ifadesi ile açıklanan seyahat hakkından men edildi. Çoğunun hakkında açılmış bir dava, bir soruşturma, bir yargı kararı dahi olmaksızın, işgüzar amirlerin keyfe keder kanaatiyle, normal bir hukuk düzeninde delil bile sayılamayacak çocuğunu yazdırdığı okul, gittiği dershane, belli bir yılda belli bir sınava girmiş olmak ya da bir bankadan kredi çekmek gibi sebeplerle, üyesi olduğu sendika ya da Barış için Akademisyenler’de olduğu gibi eleştiri hakkı kapsamındaki bir metne e-posta yoluyla atılan imzadan dolayı, uluslararası belgeler ve beğenmediğimiz 12 Eylül Anayasası tarafından bile korunan en temel haklarından mahrum bırakıldılar. OHAL’in son KHK’sı ile birlikte bu sayı 131 bin 182’yi buldu. İhraç KHK’larının zamanlamasına baktığınızda, pek çoğunun maaşların ödendiği ayın 15’inden bir hafta önce yayınlandığını görebilirsiniz. Böylece, yukarıda mesleklerini saydığım, mantıken ve yaptıkları işlerin çeşitliliğini dikkate aldığınızda silahlı bir darbe girişiminde fiilen yer almaları mümkün görünmeyen maaşla geçinen insanlar, oturdukları evin kirasını, çocuklarının okul parasını, banka kredilerinin taksitini ya da kredi kartlarının borçlarını ödedikleri tarihin bir hafta öncesinde ansızın bildikleri tek işi yapmaktan men edilmekle kalmadılar, aynı zamanda gelirsiz de bırakıldılar.

KHK’ların aralarında hukukçuların, hatta anayasa profesörlerinin de olduğu AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla TBMM’de yasalaşmasıyla başka bir hukuk garabeti doğmuş oldu. Bunlar, kişiye özel yasalardı. Sosyal bilim eğitimi veren fakültelerde ve elbette hukuk fakültelerinde birinci sömestrde verilen 101 kodlu Hukuka Giriş derslerinde anlatılan hukukun temel prensiplerinden birisidir kişiye özel yasa olmayacağı. Bunu bilmek için ne milletvekili ne de anayasa profesörü olmaya gerek yoktur yani. Oysa Resmi Gazete’de yayınlanan ihraç yasalarının metni bize tam tersini söylüyor: “… ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz…”

Daha önce belli bir kişinin tahliye edilmesini, siyasete girip başbakan seçilmesini, kestiği naylon faturaların affedilmesini sağlamak, başbakanlık izni olmaksızın soruşturulmasını ya da hakkında tazminat davası açılmasını engellemek için, elbette isim belirtilmeksizin, ancak yapılan düzenlemenin niteliği nedeniyle belli koşullarda ortaya çıkan belli bir soruna çözüm getiren yasalar yapıldığı olmuştu. Hatta bunlardan birini (Aziz Yıldırım'ın cezaevinden çıkabilmesini olanaklı kılacak şike yasasını) zamanında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “kişiye özel yasa olmaz” diyerek veto etmişti. Şimdi ise durum oldukça farklı; fiili durumda belli bir kişiyi ya da kişileri etkileyecek genel bir düzenleme yapılmış değil. Söz konusu ihraç yasaları, Baskın hocanın “Söke Söke Döneceksiniz!” dediği 115 binin üzerindeki kamu görevlisinin isimlerinin bir yasa maddesinin ekinde teker teker yayınlanması ile yapıldı (*). Yasa maddesinde ayrıca bu kişilerin tekrar kamu hizmetine giremeyecekleri ve pasaportlarının iptal edileceği de yazıyordu. Aşçısından itfaiye erine, şoföründen ebesine, doktorundan öğretmenine, mühendisinden öğretim üyesine, on binlerce kişi isimlerimizin bir yasa maddesinde yayınlanması yoluyla tarihe geçmiş olmakla kalmadık. Aynı düzenlemede pasaportlarımızın iptal edilmesiyle seyahat hakkımız, ucu sonu belli olmayan bir şekilde (sonsuza kadar diye mi okumalıyız?) elimizden alınmış oldu. Kendi ülkemizde rehin durumuna düştük.

OHAL kararnamelerinin yasalaşmasıyla aynı zamanda 1419 dernek ve sivil toplum kuruluşu, 6’sı haber ajansı, 18’i televizyon kanalı, 22’si radyo, 50’si gazete ve 20’si dergi olmak üzere toplam 116 basın kuruluşu yine isimleri yasa maddesinde yayınlanmak yoluyla kapatılmış oldu.

Normalde yasaların genelliği ilkesiyle çelişmesi nedeniyle yasa niteliği taşımayan ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi gereken bu düzenlemeler, 20 Temmuz 2016’da güvenlik ve kamu düzeni adına aşırı tedbirler almayı gerektiren koşulların oluştuğu gerekçesiyle ilan edilen OHAL artık kalktığına göre, geçerliklerini de yitirmiş olmalılar. İktidar ise, bir seçim vaadi olarak ileri sürdüğü OHAL’i kaldırırken meclisten bu sefer OHAL’i sürekli hale getirecek yasaları geçirme telaşında. Oysa tam tersine, sadece hakları gasp edilen bizlerin değil, başına her an benzer işlerin gelebileceği endişesiyle yaşayan milyonların da, yatırım yapacak güvenli sular arayan sermayenin de, OHAL’in nimetlerinden yararlanıp terfi alan, ihraç edilen meslektaşlarından boşalan kadrolara yükselmenin hesaplarını yapan fırsatçıların da ve hatta OHAL’i sonsuzlaştırıp ülkeyi bir muktedirin iki dudağından süzülecek fermanlarla yönetme hayali kuranların da, hepimizin aslında ihtiyacı olan şey normalleşme. Adı üzerinde, olağan olmayan, şeylerin doğasına da aykırı olan ve bu yüzden ilelebet süremeyecek olan demek.


* Kişiye özel ihraç yasaları ile ilgili hukuki bir değerlendirme için Kerem Altıparmak, Dinçer Demirkent ve Murat Sevinç’in, tam da yasanın yayınlandığı 8 Mart 2018 tarihinde İnsan Hakları Ortak Platformu’nun web sayfasında yayınladıkları bilgi notuna bakılabilir. Bu notta, hiçbir nesnel gerekçeye, yargı karanına dayanmaksızın kişileri cezalandıran, kişiye özel çıkarılmış bir düzenlemenin neden yasa olamayacağı net biçimde açıklanıyor. Dahası, idari bir organ olan OHAL Komisyonu’nun artık mecliste kabul edilerek yasa haline gelmiş bu düzenlemeleri iptal yetkisinin de söz konusu olamayacağını anlatıyorlar. 


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.