Yerel seçime hazır mıyız?
Yani belediyelerde demokratik bir meclis olmadı. O yüzden partiler halktan bağımsız adaylar koyabildiler. O yüzden 12 Eylül bitmiş olsa bile, koyduğu kurallarla istediği biçimde bir iktidar hep varlığını sürdürdü. Şimdi hem belediyelerde hem de ülke yönetiminde başkanlık var. Ama ülkedeki başkanlığın devam etmesi için belediyelerde de başkanlık devam etmeli.
Seçim bitti, sıra yeni seçimde. Sıradaki belediye seçimlerinin erkene çekilmesi gündemdeydi. Konu telaffuz edilir edilmez CHP hazır olduğunu açıkladı. Ancak geçen hafta düşen bir haberle işin aslını öğrendik. Yerel seçimin erkene alınması önerisine zaten MHP’nin Mart ayında itiraz ettiğini öğrendik.
Son günlerdeki gelişmeler AKP’nin hazırlanma sürecine çoktan başladı bile. Birincisi AKP seçim startını 7 Temmuz’da verdi. İkincisi yerel yönetimler konusunda mevzuat değişikliği için bir komisyon kurulmuş ve çalışılmaya başlanmış durumda. Üçüncüsü ise aday belirleme süreçlerine de başlandı. Belli ki AKP yerel seçimlerle geldiği iktidarı yerel seçimlerle kaptırmak istemiyor.
BELEDİYELERE BAŞKANLIKLA GELDİLER
AKP’nin iktidara yerel yönetimleri kazanarak geldiği söylense de asıl başkanlık sistemi ile geldi. 1984 yılında 2972 sayılı kanunda yerel seçimlere d’Hondt usulü denilen bu “nispi temsil sistemi” modeli getirildi. Böylece her partinin oyundan yüzde on kesilerek kalan oy oranı üzerinden belediye meclisi üyeliği dağıtıldı. Böylece yüzde 10 alan sıfır, yüzde 11 alan yüzde 1 oy almış gibi işlem gördü. Her partinden yüzde 10 kesilerek bütün partiler güçsüz hale getirildi ve bunun karşılığında iktidara yüzde 10 fazla belediye meclisi üyeliği verildi. Böylece güçlü belediye başkanı ve muhalefete izin vermeden güçsüz belediye meclisine sahip olduk. İşte bu kıyak başkanlık sistemi ile AKP, muhalefetin çeşitli olmadığı, belediye meclisinin etkin olmadığı, dolayısıyla halkın hiç olmadığı bir iktidar elde etti. (Bu konuda şu yazı ilginizi çekebilir.) Yani belediyelerde demokratik bir meclis olmadı. O yüzden partiler halktan bağımsız adaylar koyabildiler. O yüzden 12 Eylül bitmiş olsa bile, koyduğu kurallarla istediği biçimde bir iktidar hep varlığını sürdürdü. Şimdi hem belediyelerde hem de ülke yönetiminde başkanlık var. Ama ülkedeki başkanlığın devam etmesi için belediyelerde de başkanlık devam etmeli.
BELEDİYELERDE ADİL SEÇİM OLACAK MI?
Geçen hafta Birgün’de Nurcan Gökdemir imzalı haberde çok önemli bir alt başlık vardı. Yerel Başkanlık Modeli olarak AKP’nin seçimlere 8 ay kala düşündüğü, adına “İl belediye başkanı” denilen yeni modelde bir dizi değişiklik getiriyor. İlçe belediyeleri işlevsizleştiriliyor, işine gelmeyen küçük belediyeleri kapatıyor ve belediye yönetimini başkanlık sistemi gibi atamalı hale getiriyor. Bu şekilde bir düzenlemeye giderlerse ve diğer partiler bunu durdurup adil bir seçim olmasını sağlamazlarsa durum son seferki gibi olabilir. Yani erken genel seçimde olduğu gibi yine kurallar değişecek, bilmediğimiz bir görev tanımına sahip bir belediye başkanı seçeceğiz.
YÜZDE 43 İLE YÜZDE 60 BELEDİYE BAŞKANLIĞI
AKP sadece d’Hondt usulü ile elde ettiği avantajla varlığını sürdürmüyor. 12 Eylül sonrası getirilen d’Hondt usulü güçlü belediye başkanı ve güçsüz ve adaletsiz belediye meclisini sağlarken, mevcut sistem az oyla çok belediye başkanlığı getiriyor. AKP 2014 yerel seçimlerinde yüzde 43 oya rağmen belediyelerin yüzde 60’ına yakınını aldı. Yani 1351 belediyenin 800 tanesi AKP’nin oldu.
Yeni adil olmayan bir belediye seçim sistemi, iktidara kıyak geçen bir meclis, belediye başkanına kıyak geçen seçim sistemi var karşımızda. Bütün bunlara iktidarın koltuğu kaybetme riski var. Bu nedenle kendileri yüzde 40 ile belediyeyi alıp iktidarlarını sürdürürken yüzde ellinin çok üstünde oy alan belediye başkanlarının yerine kayyım atayabiliyorlar. Silopi belediye başkanının yüzde 78, Cizre belediyesinin yüzde 82 ile seçildiğini ve yerlerine kayyım atandığını unutmayalım.
BDP MHP CHP AKP SP DİĞER TOPLAM
KRİZ KATLANIYOR
Ama kriz derinleşiyor ve AKP’nin işi kolay değil.
Seçilmiş başkanları yerine kayyım getirilmesini üstüne bu kayyımların hesap vermemesi ve ciddi yolsuzluklarla anılması ayyuka çıkmış durumda. Hatta kayyımlar hakkında AKP içinde de şikayetler geçen yıl yükselmiş, 93 kayyım hakkında inceleme başlatılmıştı. Geçtiğimiz Nisan ayına kadar 12’den fazla kayyım görevden alınmış, bir dizi kayyım yardımcısı ise ihaleye yolsuzluk nedeniyle görevden alınmış durumda. Yani yüksek oylarla seçilmişlerin yerine atanan kayyımlarda yüksek oranda yolsuzluk olduğu ortada.
Yani ortada ülkede yaşanan ekonomik krize ek olarak bölgede yaşanan kayyım krizi ile kriz katlanıyor.
MUHALEFETİN ÖNÜNDE NE VAR?
AKP beton, asfalt ve imar artışında bir numara. Diğer partiler de belediyeciliği asfalt, beton ve imar artışı zannediyor.
Metrobüsü bir AKP icadı zanneden, Ali Dinçer ve “Tahsisli Yol” çözümünü bilmeyen çok fazla politikacı var.
Ücretsiz su politikası yüzünden iktidarın topa tuttuğu, partisinin ise savunmadığı eski Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’i bilen kim var? Ekmek tekellerine karşı Halk Ekmek’i kuran Ahmet İsvan’ı, Kızılay’ın ortasına yapılacak olan “kent suçunu yıkacağım” diyerek yüzde 61 oy alarak seçilen Vedat Dalokay’ı kim biliyor? Hadi bunlar uzak örnekler, Park Oteli törenle yıkabilen iktidarın kabusu Sözen’i, belli saatlerde ücretsiz toplu taşımayı başlatan Karayalçın’ı bilen aday var mı? Hepsini geçtik, bugün elimizde Fatih Mehmet Maçoğlu’nun Ovacık Belediyesi deneyim dışında ne var? Yok. İktidarın aynı politikası ve programı ile seçilmeye çalışan bir belediyecilik anlayışı ile sadece iktidarın krizi iktidara yarayabilir. Tıpkı bu seçimde olduğu gibi.
Yerel seçim hiç adil olmayacak. Biz belediye seçimi diye oy vereceğiz, birileri onu “İl Belediye Başkanı” diye bir yapıya çevirmiş olacak. Daha kötüsü, biz bunların ne olduğunu anlamadan kimse dur demeyecek. Hatırlayın, genel seçim ilan edildiğinde sadece “sıfır” vekil itiraz etmişti. Ancak biliyoruz ki AKP’nin ekonomik ve siyasi krizi had safhada. AKP’nin belediyecilik olarak elinde beton, asfalt ve imar artışı var. Eğer partiler de beton, asfalt ve imar artış derlerse sonuç belli. Ama iktidarın politikaları yerine halk ve doğa için çalışacak adaylar çıkartabilirse kazanmamız, krizi derinleştirmemiz mümkün. Eğer partiler toplumu kutuplaştıran iktidarın yolundan gitmek yerine bir Dalokay, bir İsvan, Sözen ya da Karayalçın, Osman Özgüven gibi birleştiren politikalar üretebilirse kazanabiliriz.