YAZARLAR

Kötülüğü çoğaltmak

Şok edici, abartılı ve kimi zaman rahatsız edici içerikleri yüksek trafik uğruna kullanmak, bir kronik medya hastalığı olan istismarcılığı muhalif olma iddiasındaki kullanıcılara da bulaştırdı. Sevimsiz, gerçek dışı ve kutuplaştırıcı paylaşımları olan -alay etmek, deşifre etmek veya tepki göstermek bahaneleriyle mesajları paylaşılan- isimler, sadece destekçileri ile değil muhalifleri sayesinde de milyonlarca takipçiye ulaşıyor.

Bu hafta 110 yıl önce sansürün kaldırılış günü olarak olarak bilinen ama bugün yaşanmakta olanlar nedeniyle kutlanması pek mümkün olmayan 24 Temmuz Basın Bayramı'nı idrak ettik. Bu sıkışmışlık içinde, inatçı birkaç yayının bütün zorluklara karşı haber vermeye çalıştığı, sosyal medyanın asli haber alma fonksiyonu üstlendiği ve her geçen gün durumun daha da ağırlaştığı bir zeminde yürünüyor. Habere, bilgiye en etkili ulaşma yollarından biri haline gelen internet ve sosyal medyanın etkisi ve muhalefet dilini belirleme gücü de kaçınılmaz olarak artıyor. Ancak, yine bu hafta yaşanan birkaç olay, ağırlıklı olarak sosyal medyadan yayılan ama artık yerleşik bir tarz olmaya başlayan bir sorunu da bir kez daha gösterdi. Daha önce de çeşitli vesilelerle tartışılmış olan ve galiba tartışılmaya devam edilecek, edilmesi gereken bir mesele: Kötü olanı görünür hale getirmek, tepki göstermek ile kötüyü taşımak, yeniden üretmek, hatta çoğaltmak arasındaki sınır nerede başlıyor ve bir yerde bitiyor mu?

Ahmet Şık haftanın başında meclis kürsüsüne çıktı ve bu iktidarı orada temsil edenlere karşı ne yaptıklarını ve sonunda ne olacaklarını anlatmaya başladı. Fakat onun söylediklerine tahammül edemeyenler kürsü dokunulmazlığını hiçe sayarak sesini kısmak istediler, yetmedi üzerine saldırmaya kalktılar. Olay aynı gün içinde medyanın ve sosyal medyanın en çok konuşulan konusu oldu. Yıllardır gazeteci olarak cesurca haberler yapmış, gazete sayfalarında, onu yıldırmak için attıkları hapishane hücrelerinde, susturulmaya çalışıldığı mahkeme salonlarında sözünü söylemekten hiç geri durmayan Ahmet Şık'ın, mecliste de yaratılan "yeryüzü cehennemini" anlatması engellenmişti. Hem Ahmet Şık'ın "O halde en azından ne olduğunuz, bir kez daha yüzünüze karşı söylenmeli" diyerek yaptığı konuşma, hem de bunun meclis kürsüsünde ve zorbalıkla engellenmeye çalışılması haberdi, yayılması herkese duyurulması gerekiyordu. Öyle de oldu. Meclis başkanvekilinin mikrofon kapatarak, AKP milletvekillerinin kürsüye saldırarak engellemeye çalıştığı konuşmanın metni hemen yayınlandı.

Fakat aynı sırada bir başka şey daha oldu. Olayın ardından twitter'daki en çok bahsedilenler listesinde Ahmet Şık dışında bir başka isim daha üst sıralara tırmanmaya başladı: Eski futbolcu AKP milletvekili Alpay Özalan. Çünkü Alpay Özalan kürsüye saldıran AKP'lilerin içindeydi ve sonra da mecliste bulunan gazetecilerin karşısına çıkmış, "ilerleyen zamanlarda daha sert tepkiler vermeyi düşünüyor musunuz" gibi utandırıcı sorulara anlamsız gülümsemesiyle "yaparım" minvalinde cevaplar vermişti. Bir taraftan saldırgan milletvekillerine "işini iyi yapmış görevli" muamelesi yapan Aktroller ve destekçileri, diğer taraftan da Alpay'ın yaptıklarını kınayanlar ve onun zaten boş beleş bir adam olduğunu söyleyenler beraberce bu dalgayı beslediler. Yaptıkları için kınanması, düştüğü durum için acınması gereken ve olayda meclis kürsüsünde konuşan Ahmet Şık'a saldıran güruhun içinde olmaktan başka bir vasfı olmayan Alpay, hakkında konuşulan biri oluverdi. Şimdi, olaya muhalefet iddiasıyla dahil olanların neyi taşıdıkları, neyi çoğalttıkları hakkında sorması gereken bir şeyler yok mu?

Yine bu hafta bir başka olay daha yaşandı. Yunanistan'da korkunç bir yangın oldu, insanlar öldü, çok can yakıcı sahneler ortaya çıktı. Yine sosyal medya bu konuda da beklenebileceği gibi yoğun bir hareketlilik yaşadı. Haber, bilgi, insani destek ihtiyaçları hem duyuruldu hem örgütlenmeye çalışıldı, insani dayanışma örnekleri sergilendi. Ancak yine daha önce de bazı felaketlerde görüldüğü gibi atılan bazı insanlık dışı mesajlar, ırkçı iletiler de dolaşıma girmeye başladı. Çoğu kınama yorumlarıyla paylaşılan bu iletiler atanların takipçi sayısının, ulaşabileceği kullanıcıların çok üzerinde insanın ekranlarına düşmeye başladı. Peki bu yoğun trafikten ne öğrendik? Sayıları her ne kadarsa böyle insanlar da olabileceğini, bu felaket karşında bile böyle düşünebilecekler olduğunu. Paylaşımlarda kimi hayret, kimi söylenenlerden zaten var olması çok normal bir tepkinin kışkırtıldığı da ortada. Ama yine burada da, tepkiyi abartılı bu paylaşımlar alanına tıkamanın neyi çoğaltmaya yaradığı ve ayrıca sistematik ve daha genel hangi eğilimi, düşünve iklimini örtmeye, tepki alanı dışına taşımaya yaradığını düşünmek gerekmez mi?

Göstermek ile yaymak arasındaki fark, medyanın en eski, en temel sorusu. Türkiye'de sosyal medyanın yaygınlaşması, yaratılan baskı ortamında alternatif bir haber mecrası olmasıyla, bu temel soru daha çarpıcı hale geldi. Şok edici, abartılı ve kimi zaman rahatsız edici içerikleri yüksek trafik uğruna kullanmak, bir kronik medya hastalığı olan istismarcılığı muhalif olma iddiasındaki kullanıcılara da bulaştırdı. Sevimsiz, gerçek dışı ve kutuplaştırıcı paylaşımları olan -alay etmek, deşifre etmek veya tepki göstermek bahaneleriyle mesajları paylaşılan- isimler, sadece destekçileri ile değil muhalifleri sayesinde de milyonlarca takipçiye ulaşıyor. Yaşanmakta olanlarda korkunçluk ve acı azmış gibi, kurgulanmış ve bazen de düpedüz yalan içerikler dikkat çekicilik olduğu için yayılıyor, gerçek sorunlarla ilgili paylaşımlardaki inandırıcılık zedeleniyor. Tepki gösterilen kişiye sıfat ve etiket yapıştırmadan konuşmak eksiklik sayılarak ilk önce dilde kutuplaştırmaya teslim olunuyor, sonra karşı tutuklama kampanyaları düzenleniyor.

Gelmekte olan, içinde yaşanılan a kötülüğü görünür hale getirmek, uyarmak, bıkmadan usanmadan tepki göstermek, hayret etmeyi bırakmamak, bütün bunları kayıt altına almak önemli medya fonksiyonları. Yaşanmış her haksızlığı, her ihlali, her hukuksuzluğu "zaten bilmeyen mi kaldı" demeden inatla duyurmak gerekir. Tamamen işlevsiz bırakılmış, dağıtılmış, anlamsızlaştırılmış bütün kuralları ve kurumları savunmaya devam lüzumludur. Fakat, son günlerde özel olarak bir bilgiyi veya gelişmeyi haber vermeyen; bir direnci, itirazı dile getirmeyen en genel anlamda "başınıza gelecek daha neler neler var" cümlesinden fazlasını söylemeyen bir tarzın yaygınlık kazandığı görülüyor. Artık gelecek tehlikeyi işaret etme aşaması da bitip bizzat tehlikenin içinde yaşanmaya başlandığı düşünülürse bu ruh hali haklı bulunabilir. Ama sosyal medyadaki iktidar trollerinin ve destekçilerinin "kudurun" sözüyle özetlenecek kışkırtmasına katılmaya bu kadar hevesli olmamak gerek. Kötüyü göstermek tamam da, çoğaltılması için özel bir çabaya ihtiyaç yok. Çünkü kötü fazla yaklaştırılınca bulaşma ihtimali olan bir şey.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).