Tacizde Türk usulü
Rıza eşitler arasında ve eşit pozisyonda olur. Saldırıya uğrayan bir çocuk hatta yetişkin bir kadın da kafesteki kanguru da eşitsiz güç karşısında en basit tepkileri bile veremeyecek şaşkınlıkta, kalabilir. Çocuğun rızası diye bir şey zaten hiçbir durumda söz konusu olamaz. Hepsi tacizdir. Nokta. Sadece kadınlarla erkekler arasında değil bir güç odağı oluştuğu anda hemcinsler arasında da anında işlemeye başlıyor taciz ve zorbalık mekanizması. Çünkü işte, bu bir ‘erk’ meselesi.
“Oğlum artist misin lan? Artiz misin leyyn! Bu kasları nerde yaptın lan? Bakim şu kaslara. Ver elini abi. Barışalım gel. Korkaksın oolum işte. Korkaksın!”
Bunları kafesteki bir kanguruya söylüyor. Söylerken yumruğunu sallıyor, yumruk efekti yapıyor. Önce erkekler arası ilişkilerdeki ufak tefek bastırma, sindirme kodlarından yararlanıyor, el hareketi çekme, kas yoklama gibi. Kangurunun kendini savunamayacağından emin oldukça arsızlaşıyor. Zıplayıp çiti sarsıyor, kanguruya kafa atmaya çalışıyor. Arada kameraya muzip bakışlar fırlatıyor. Bir dakikadan uzun süren işkencenin sonunda, “Bu Türk usülüydü işte…” diyor. “Hadi git len!” diye yarı ciddi tekmeler savurarak kafesten uzaklaşıyor.
Gerçekten de bu, Türk usulü.
Kendinden güçsüz pozisyonda olana eziyet her kültürde var. Ama bunu bizimki kadar günlük hayata yedirip kanıksamış toplum çok azdır herhalde. Zorbalık, kabalık, aşağılama ve tacizi yaygın biçimde bu kadar eğlenceli bulabilen toplum da… Komedi filmleri ve dizilerine son dönemde damgasını vuran kabalıklar, çirkinlikler komedyası da bunun göstergesi.
Tüm bunlar o derece içimize işlemiş ki, eğitim, kültür, incelmişlik seviyesi hayli yüksek insanlar da dahil olmak üzere dün sosyal medyada bu videoya “Ne tacizi, şiddeti. Şaka yaw” biçiminde yaklaşanların sayısı az değildi. Beni bu yazıyı yazmaya iten de bu oldu. Kangurudan kadına, çocuğa, her taciz ve şiddet vakasının aynı çarpık kanıksama mekanizmasından geçtiğine dair mini aydınlanma.
Kangurularla ilgili (bilimsel olmayan) bilgim genel olarak çok nazik, efendi, Avrupai tipler oldukları ama kendilerini savunmak durumunda kaldıklarında asabileşebildikleri biçiminde. Kangurular geri geri yürüyemiyormuş yanılmıyorsam. Beklenmedik saldırının yarattığı şokla beraber bu da hayvancağızın kalakalmasında etkili olmuş olmalı. Arka ayaklarıyla esaslı darbelerde bulunabiliyorlarmış, sıçrama ise zaten esas olayları. Aradaki çit, ikisine de engel. Birçok insanı o çiti bile görmekten alıkoyan ne olabilir peki? Şimdi bunun üzerine düşünelim biraz.
Bu olayla sözgelimi bir kadına taciz vakasına dair tepkiler arasında şaşırtıcı benzerlikler var. Edilmeyen neredeyse tek söz, “onun da orada ne işi varmış?” sözü. Olayın hayvanat bahçesinde geçmesi tam şuur tutulmasına engel oluyor şükür. Bunun dışındaki tepkileri şu başlıklar altında toplayabiliriz:
- Şakalaşıyorlar, bu şiddet değil.
Bilinçlilik atfedilen bir insan hayvanıyla kanguru hayvanı arasında geçen olayı ‘dostlar arası şakalaşma’ olarak görmek trajikomik. Bir hayvanla insan arasında ancak ‘oyun’ olabilir, şiddet içermeyen oyun.
Şakalaşma eşitler arasında ve eşit pozisyonda gerçekleşmesi gereken bir şeydir. Bu olayın kostüm asistanını tenhada öpmeye kalkışan Talat Bulut olayından daha şakalık bir yanı yok. Birinde ünlü bir oyuncuya anında itiraz edemeyecek gencecik bir set çalışanı var. Öbüründe geniş de olsa bir kafese kapatılmış, bedensel olanaklarını kullanıp kendini savunamayan bir canlı.
- Hayvanın da rızası var. Kaçmıyor, bağırmıyor.
(Bu da dendi cidden.) Rıza da eşitler arasında ve eşit pozisyonda olur. Saldırıya uğrayan bir çocuk hatta yetişkin bir kadın da kafesteki kanguru da eşitsiz güç karşısında en basit tepkileri bile veremeyecek şaşkınlıkta, kalakalabilir. Çocuğun rızası diye bir şey zaten hiçbir durumda söz konusu olamaz. Hepsi tacizdir. Nokta.
Sadece kadınlarla erkekler arasında değil bir güç odağı oluştuğu anda hemcinsler arasında da anında işlemeye başlıyor taciz ve zorbalık mekanizması. Çünkü işte, bu bir ‘erk’ meselesi.
İki erkek arasında tacizci, daha ‘errrkek’ taraf oluyor. Mesela kadınlara atfedilen niteliklere sahip, kibar, nazik, barışçıl bir adam agresif bir Alfa karşısında sık sık tepkilerini ötelemek zorunda hissedebiliyor kendini.
Kadınlar arasında da derin taciz mekanizmaları var. Tek tek gayet şeker görünen birkaç kadın aralarında bir tür simbiyoz geliştirerek sıkıştırıp çapraz ateşe tutabiliyor bir başka kadını mesela. Ya da eleştiride nazik ve hakkaniyete inanan biriyseniz, eleştiri de adil işlemiyor çoğunlukla. Karşı taraf kantarın topuzunu kaçırıp şahsi alanınıza girdiğinde bile verdiğiniz en ufak karşılık ‘defans’ gibi algılanırken siz onu eleştirmeye ucundan bile yaklaşamıyorsanız, orada olan da bir tür zorbalıktır.
Elbette yetişkin hemcinsler arasındaki bu gibi görece hafif zorbalıklar kadına, çocuğa, hayvana taciz ya da aile içi şiddetle asla aynı ağırlıkta değerlendirilemez. Vurgulamak istediğim, güç ilişkilerini gözden kaçırdığımız anda tali yollara sapıp hakkaniyetten kopmanın an meselesi oluşu.
Kanguru videosunda bizi yurtdışında en iyi şekilde temsil eden yüz akı vatandaşımızın ismi Tuncer Çiftçi’ymiş, kendisiyle ilgili sosyal medya yorumlarında “düşük bütçeli Adnan Hoca” gibi komik tespitlere rastladım. Kadınları şelaleden atlatma videosuyla meşhur bir tür din istismarcısı olduğu söyleniyor, konu bu olmadığı için ayrıntılara çok bakmadım. Bir şarlatanın uç tavrı değil çünkü videodaki, tipik Türk usulü şakalaşma üstü zorbalık. Günlük hayattan komediye her yerde göre göre kanıksadığımız düz taciz, ayrımcılık, aşağılama…
Suriyeli mülteciler ya da herhangi türden bir ‘pis öteki’ yaptığında gözümüze batan, yere tükürme, bağırarak konuşma gibi halleri kendi kültürümüzde saptamaya pek gönüllü olmayışımız da bunlarla ilintili. Türk yapınca sempatik, Türk yapınca ‘seni şakacı’, ötekiler yapınca tu kaka. Bir zeytinyağı gibi üste çıkma markası, bir kaba komedi anlayışı olarak Türkiyelilik, Türklük.
Son olarak değinmek istediğim bir şey var bu konuda. Tacizin eşitsiz güç ilişkisinden beslendiğini fark ettiğimiz anda, hiçbirimizin bundan azade olmadığımızı da fark etmemiz lazım. Ben mesela taciz konusundaki en derin farkındalığımı kedim sayesinde yaşamıştım.
Kendini korumayı iyi bildiğinden, sokak deneyimi yüksek sarışın kedim Mehveş’i hoşlanmadığı şekillerde sevme şansım pek olmuyordu. Sonradan gelen İskoç Aliş’se hiçbir savunma sporundan haberdar değildi, patilerini çıkarmayı bile bilmiyordu. Tip olarak da pelüş oyuncak mıdır, gerçek mi, zor anlaşılıyor. İşte o aşırı sempatiklik ve ‘hayır’ demeyi bilmeme ekseninde ilk günlerde kediyi fark etmeden taciz ettiğimi sonunda tıslamayı başardığında anladım. Sıkıştırılmak ona oyun gibi gelmiyordu. Kendince hayır diyordu, ben anlamıyordum. Minyon ve aşırı sempatik olması bir karakterinin olmadığı anlamına gelmiyordu. Yerdim ben onu ama yememeliydim.
Erkeklerin özellikle ufak tefek ya da yaşça kendilerinden çok genç kadınlara genel olarak da kadınlara karşı şefkatten ya da rızaya dayalı cinsel rol/oyundan hoyratlık, zorlama ve tacize uzanabilen davranış desenlerinin nedenini bile bu sayede keşfettim. ‘Elinizin altında’ sizden fiziki açıdan güçsüz ve aşırı sempatik bir şey olduğunda kendinizi dizginlemezseniz kolaylıkla çığırından çıkabiliyorsunuz. Bu bir cinse tarihi, kültürel, toplumsal açıdan sağlanmış bir ayrıcalıksa ve karşı tarafın tavrı bu haksız ayrıcalığa itiraz yönündeyse hele çığır mığır kalmıyor ortada.
İyilik gibi, aşağı yukarı her kötülüğün de kökleri kendi içimizde mevcut. Hayatın farklı pozisyonlarında hepimiz kafesteki kangurunun da, Türk usulü tacizcinin de yerinde olabiliriz. Bu derece bulaşıcı olduğu bir zamanda kötülükten sürdürülebilir kaçınmanın yolu, çuvaldızı her olayda önce kendine batırmak. “Ben acaba n’apıyorum/n’aptım?” diye bir sormak. İçin rahatsa, yürü. Değilse yakanı başını düzelt, kendini karşındakiyle bakışma mesafesine getir, öyle yürü. Alt açı herkesi olduğundan iri, üst açı zayıf gösterir. İnsan ilişkilerinde göz mesafesi, iyidir.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI