YAZARLAR

Şiddet tekeli bayii

Destici’nin devleti “hukuk dışına çıkmaya” davet etme gerekçesi şu: “Terörle mücadele bir devlet, millet ve ülke meselesidir.” Devlet (şiddet tekeli), millet (şiddet tekelini devreden), ülke (Weber’in tabiriyle “arazi”).

Max Weber’in tanımıyla “meşru şiddet tekelini elinde bulunduran tek aygıt” olarak devlet, bu “meşruiyetin” (elbette tırnak içinde!) kaynağını, dayanağını yitirdiği anda, devlet olmaktan çıkıp başka bir aygıta yahut garabete dönüşür. Weber’in dediği gibi “modern devlet, bütün siyasal birlikler gibi, kendine özgü somut araçları açısından tanımlanabilir: Fiziksel güç ve şiddet kullanımı.” Tabii “meşru” olması kaydıyla.

Şiddet tekelinin meşruiyetinin kaynak ve dayanakları devletten devlete, toplumdan topluma, güçlünün kim ve nasıl olduğuna vs. göre değişir. Modern devlette şiddet daimidir ama “müşteri memnuniyeti” esastır.

Zygmunt Bauman, Modernite ve Holocaust kitabında “Modern uygarlığın şiddet içermeyen karakteri tam bir yanılsamadır. Daha doğrusu onun, kendini kandırma ve kendini ilahlaştırmasının; kısacası, onun meşrulaştırıcı mitinin ayrılmaz bir parçasıdır” diyor.

Foucault da Hapishanenin Doğuşu’nda devletin modern ceza yöntemlerine başvurmasının bir nedeni olarak, o döneme kadar uygulanan ceza sistemlerinin suçlulardan daha vahşice yöntemler barındırması olduğunu, devlet aygıtının vatandaşa suçlulara göre daha medeni/insani görünmek amacıyla “modern” yöntemlere başvurmak zorunda kaldığını belirtir. Sonuçta her devlet, kendisini var eden “müşterinin” memnuniyetini önemsediği için kendisini ulusal ve giderek uluslararası hukuka tabi kılar, öyle görünmeyi önemser.

Bu nedenle, en azından teorik olarak her devlet, kullanacağı şiddeti belli bir kaideye, yasaya tabi kılmak, çerçevelendirmek, gerekçelendirmek, ister seçim ister zor yoluyla bu “meşruiyeti” sağlamak zorunda.

Yine teorik olarak toplulukların, örgütlerin, çetelerin, kişilerin şiddet kullanımını engellemek üzere toplumların belli bir mutabakat/rıza sonucu devleti ve aygıtlarını oluşturduğu ve şiddet kullanımını onun tekeline “verdiği”, daha basit anlatımla elindeki silahları toplayıp ona devrettiği söylenir. Tabii bazı devletler, lehlerinde kullanılacağını bildiği sürece kendi dışındaki kişi, grup veya örgütlerin silahlanmasına müsaade eder. Kendisi tekeldir ama “hukukun dışına çıktığını” belli etmemek kaydıyla gizli bayilikler açma kudreti vardır! (Bkz: 1990’larda Hizbullah, JİTEM vs.)

Türk Dil Kurumu’nun “devlet” tanımlarından birinin “mutluluk” olması şaşırtıcı değil. Devlet, Türk sağının kutsallarından biridir. Çünkü bu aygıtın çoğunlukla kendi kontrolünde olduğunu veya olacağını, gerektiğinde bu aygıttan “bayilik” alabileceğini, bu “bayiliklerin” kişi, grup veya örgüt olarak o şiddet tekelinden faydalanabileceğini deneyimleri ışığında bilir. Bu açıdan “derin devletin” aslında belli koşullarda “Türk sağı” olduğu söylenebilir.

Şiddet tekelinin meşruiyet çerçevesinde kullanımının, “düşmanların” üstesinden gelmeye yetmediğinin düşünüldüğü anlarda belli sağ gruplar veya temsilcileri, çıkıp açıkça devletten “bayilik” ister. Bunun yolu da “devletin hukuk dışına çıkmasıdır.” Fakat devlet, hukukun, yani meşruiyetin dışına çıktığını kabul ettiği an, devlet olmadığını da ilan etmiştir. O yüzden bu tür çağrıların yanıtı aleni olmaz, olamaz.

AKP milletvekili ve BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, Yüksekova’da bir anne ve bebeğinin katledilmesi üzerine yaptığı açıklamada, sırf AİHM kararlarının bile defalarca yalanlamış olduğu halde, “Türkiye Cumhuriyeti devleti bugüne kadar hep hukuk içerisinde kalarak bu mücadeleyi sergiledi” dedi ve ekledi: “Ama şu gözüktü ki hukukun dışına çıkılması gerekiyorsa artık oraya da çıkılmalı. Çünkü PKK hangi dilden anlıyorsa o dilden konuşmak gerekiyor. Yani terörle mücadelede her yolun meşru olduğu bir safhaya geçmiş durumdayız.”

Destici’nin devleti “hukuk dışına çıkmaya” davet etme gerekçesi şu: “Terörle mücadele bir devlet, millet ve ülke meselesidir.” Devlet (şiddet tekeli), millet (şiddet tekelini devreden), ülke (Weber’in tabiriyle “arazi”).

Devleti, şiddet tekelinin meşruiyetinden vazgeçmeye çağırmak, aslında modern devletin iflasına, dolayısıyla devletsizliğe davet anlamına gelebilir. Bu yaklaşımın varacağı yol, şiddet tekelinin dağıtımı, dolayısıyla devletin yıkımıdır. O yüzden sık sık hukukun dışına çıktıkları halde hiçbir devlet bunu ilan etmez. Çünkü hukukun dışındaki “arazide” “modern devlet” yoktur.

Bir zamanlar Süleyman Demirel’in “devlet gerektiğinde rutinin dışına çıkar” lafı artık istisna değil. Türkiye’de devleti temsil edenler bir süredir hukuk dışılığı dışa vurmaktan çekinmiyor. Bu, “devleti kalıcı kılma” refleksinin bitip “kendi varlığını sürdürme” ihtiyacının öne geçtiğini gösteriyor.

Ancak buna rağmen Destici’nin “hukukun dışına çıkılması” çağrısına “devlet yetkilileri” tarafından açık bir yanıt verilmeyeceğini tahmin edebiliriz. Ama bu çağrının örtük bir biçimde, olumlu bir yanıt alması halindeyse, “hukukun dışı” herkes için yeni tehlikelerle dolu olacak.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.