Türkiye’deki krizin küresel etkisi nasıl olur?
Doların enerjiden ekmeğe hayatımıza etkisi çeşitli mecralarda dile getiriliyor. Peki bu değer kaybı sadece Türkiye’yi mi etkiler? 10 Ağustos 2018’de Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın ekonomik programı aktarırken boncuk boncuk terlemesi onunla mı sınırlı? Yoksa stresten terleyen başkaları da var mı?
Neoliberalizmin en önemli özelliklerinden birisi sermaye ve doğrudan yatırımı içeren yabancı yatırım politikalarını içerecek düzenlemeleri. Söz konusu makro politika ve düzenlemeler, küçük farklarıyla küresel sisteme yön veren en önemli zemin. Devletler, şirketler, bankalar yani sermaye, yatırımlarını buna göre düzenliyor. Türkiye açısından en ufuk açıcı örnek Yunanistan’da 2010-2011'de başlayan ekonomik krizdi.
Yunanistan krizi domino etkisiyle Avrupa bankaları, İspanya ile İtalya ve Avrupa Birliği’nde önemli etkiler doğurdu. Yunanistan’ın AB üyesi olması bir yana bir ülkede meydana çıkan krizin küresel etkilere neden olduğu hem 1997-98 Asya Krizi hem de 2008 ABD Finansal Krizi’nde kendini hatırlatıyordu. İç içe geçmiş ağlarla batanlar yanında diğerlerini götürüyordu. Küresel ağ ve finansal sistemin iç içe geçmişliğini ortaya koyan diğer önemli bir örnek bir borsanın kapanırken diğerinin açıldığı 24 saate yayılan 7/24 finansal işlemlerin varlığı. Keşke 7/24 ilk kulağımıza çalındığı şampuan reklamındaki gibi olsaydı. Ahenkle dans eden saçlara işaret ediyordu o zaman bu tabir. Şimdiyse neredeyse herkesin bildiği Asya piyasalarından Wall Street’e, Berlin’e oradan BİST'e (Borsa İstanbul) uzanan hayal ve kabusları taşıyan bir finansal hareketlilik göstergesi. Zaman kavramına yeni bir akışkanlık katan bu hareketliliğin en son örneği 12 Ağustos’ta gece 21.30-23.00 saatlerinde Türk Lirası’nın (TL) dolar karşında 6.43’ten haftayı kapattığı noktadan 7.22’e kadarki düşüşüyle yaşandı. “N’oluyor Asya piyasaları açıldı mı?” diyen herkes sırayla Şanghay, Tokyo, Yeni Zelanda, Singapur ve Sidney borsalarının açılış saatlerine baktı.
TL’deki bu değer kaybı başta Hazine ve Maliye Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı'ndan gelen açıklamalarla ele alındı. Ortak nokta finansal bir atakla karşı karşıya olduğumuzdu. Doların enerjiden ekmeğe hayatımıza etkisi çeşitli mecralarda dile getiriliyor. Peki bu değer kaybı sadece Türkiye’yi mi etkiler? 10 Ağustos 2018’de Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın ekonomik programı aktarırken boncuk boncuk terlemesi onunla mı sınırlı? Stresten terleyen başkaları da var mı? Küreselleşme, dozu yükselen Türkiye ekonomi krizinin neresinde? Bu yazıda bu soruların yol göstericiliğinde Türkiye’de finansal yatırım ve varlıkları olan ülkelerin bankaların durumuna mercek tutacağız.
ÇANLAR AVRUPA İÇİN ÇALIYOR
Türkiye’nin genel olarak Avrupa ile ihracatı sınırlı olmakla beraber finansal varlıklar açısından Türkiye Avrupa’dan yatırım çeken önemli ülkelerden birisi. Türkiye’de etkili olan pek çok bankanın dış ortakları mevcut. Söz konusu dış ortaklıkların önemli bir kısmı Avrupa ve Körfez bankalarıyla. Bazı bankaların kendi resmi verileri üzerinden durumuna bakacak olursak; Yapı Kredi Bankası’nın yüzde 18’i (UniCredit,İtalya), TEB’in yüzde 45’i (BNP PARIBAS-Fransa), HSBC (İngiltere) yüzde yüz oranında, İNG Bank’ın yüzde 90’ı (Hollanda) dış ortaklara ait.
Bankaların hisse dağılımının yanında, bazı bankaların Türkiye bankalarından alacakları da var. Uluslararası Ödemeler Bankası 2018 verilerine göre İspanyol bankalarının Türkiye’deki ortaklıklarının payı yüzde 4.53. Buradaki yatırımlarının risk büyüklüğüyse 83.4 milyar dolar. TEB’de ortaklığı bulunan Fransa’nın Türkiye’deki payı yüzde 1.14. Alacaklarıysa 38.4 milyar dolar. HSBC’ye sahip olmasını yanında İngiliz kreditörlerin riskleri, 19.2 milyar dolar. İngiltere’yi halihazırda Türkiye’ye bir dizi yaptırım uygulayan ABD izliyor. ABD’nin Türkiye’deki alacaklarının miktarı 18 milyar dolar. Bir diğer Güney Avrupa ülkesi İtalya bankalarının Türkiye’deki payı 2.05. Bankalarının riskleri 17 milyar dolar. Türkiye’de en fazla yatırımı bulunan Asya Pasifik ülkesi Japonya’nın ülkemizdeki riski 14 milyar dolar.
ERİYEN LİRANIN DOMİNO ETKİSİ: GÜNEY AVRUPA VE YÜKSELEN PİYASALARINDA 'EYVAH' SESLERİ
Türkiye ekonomik olarak kategorize edilirken yükselen ekonomiler grubuna dahil ediliyor. Grubun diğer üyeleri Rusya, Çin, Hindistan, Endonezya, Meksika, Brezilya ve Güney Afrika’dan oluşuyor. Genellikle yükselen ekonomilerden birinde yaşanan kriz, finansal yatırımların daha güvenli olan gelişmiş piyasalara çekilmesiyle grubun diğer ülkelerine de etki ediyor. Örneğin TL’deki değer kaybının devam edip yayılacağı endişesi Çin, Hindistan, Endonezya, Meksika ve Güney Afrika para biriminin (1) 3 Ağustos’ta yüzde 2.5’lik bir düşüşle kapatmasına neden oldu. Benzer biçimde güncel olarak doların ruble karşında 65 seviyesinde olduğu Rusya’da da uzmanlar liranın değer kaybının sürmesi durumunda ruble dolar paritesinin 75 ruble seviyesini görebileceğini belirtiyor.
TÜRKİYE YATIRIMLARINDA KÖRFEZ ÜLKELERİ
Türkiye’de finansal varlıklar açısından Avrupa sermayesi kadar Ortadoğu’dan da sermaye girişi var. Albaraka Türk Bankası Bahreynli Albaraka grubuna ait; bankanın yabancı ortaklarının hisse oranı yüzde 65.87. Benzer biçimde Kuveyt Türk Bankası'nın yüzde 62’si Kuveyt Finans Kurumu’na, yüzde 9’u Kuveyt Devlet Sosyal Güvenlik Kuruluşu’na, yüzde 9’u İslâm Kalkınma Bankası’na ait. Yani bankanın yüzde 80’lik hissesi dış ortakların elinde. 1987’de Hüsnü Özyeğin tarafından kurulan Finansbank, 2005’te Yunanlı grup NGB, ardından da Katar Yatırım Otoritesi tarafından alındı. Halihazırda QNB Finansbank olarak hizmet veren bankanın yüzde 99’u Katar Yatırım Otoritesi’ne ait.
Katar’ın Türkiye yatırımları yalnızca bankacılıkla sınırlı değil. Emlak başta olmak üzere pek çok sektöre yatırım yapan Katar’ın Türkiye’de varlıkları 20 milyar dolar civarında.
KATAR VE KUVEYT'İN AĞZINI NEDEN BIÇAK AÇMIYOR?
Türkiye’de finansal yatırımları olan Katar ve Kuveyt, Türkiye’nin geçtiği dar boğazda kapısını çaldığı iki ülke. 13 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Katar Emiri ile telefonda görüşürken benzer bir girişimi Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak Kuveyt’i arayarak gerçekleştirdi. Katar’ın Körfez ülkeleriyle yaşadığı Haziran 2017’deki kriz ve ambargoda seferber olan Türkiye, ne Katar’dan ne de Kuveyt’ten istediği desteği bulabildi. Katar’ın destek vereceğine dönük beklenti, sadece devletle de sınırlı değil.
İlk olarak hem Katar hem de Kuveyt Ortadoğu’da ABD ile yakın ilişkileri olan iki ülke. Körfez ülkelerinin geneli ve Suudi Arabistan gibi bu ülkeler ABD’nin İran yaptırımlarından memnun. Türkiye’yse İran konusunda kendi çıkarları uyarınca ABD yaptırımlarına karşı tavır almış durumda. İkincisi İran gibi Türkiye de ABD yaptırımlarının muhatabı. ABD ile gergin dönemeçten geçen Türkiye’ye finansal olarak destek çıkmak Körfez ülkelerinin ABD’yi karşısına alması demek. Bu nedenle söz konusu iki ülke ve diğer Körfez ülkeleri yardım konusunda istekli değil. Son olarak tıpkı diğer yatırımcılar gibi özellikle Katar ve Kuveyt kendi yatırımlarını krizden önce kurtarma ve en az zararla süreci atlatmak istiyor. Dolayısıyla “önce can sonra canan” dedikleri için ve krizin etkilerini öngöremedikleri için şimdilik varlıklarını güvene alacak yöntemlere kafa yormayı tercih ediyor.
Özetle Türk Lirası’nın dolar karşındaki değer kaybı ve Türkiye’nin içine sürüklendiği ekonomik darboğaz, İspanya, İtalya, Fransa başta olmak üzere Avrupa’da, yükselen ekonomilerde ve Körfez bölgesinde etkiler doğuracak bir boyuta sahip. Kendi varlıklarının derdine düşen pek çok ülkenin de şuan Türkiye’ye destek olmak konusunda isteksiz olduğu görülüyor. Küreselleşmenin olumlu etkisiyle borç ve yapısal sorunlarla büyüme odaklı işleyen ekonomi modeli, ulusal ekonominin tıkanmasıyla yeni bir küresel dalgaya kapı aralıyor. Sorun şu ki küreselleşme rüzgarını arkasına alıp ekonomik kazançlarını katlayanların krizin faturasını üstlendiği, pek rastlanır bir durum değil. Bu krizde de Türkiye ve krizden etkilenen diğer ülkelerde krize karşı seferber edilecek olanlar ücret kesintileri, işsizlik, vergi artışı, zamla yüz yüze kalacak alt ve orta sınıflar.
Bu yazıda desteklerini esirgemeyen Ali Rıza Güngen ve Murat Kubilay’a teşekkür ederim.
Mühdan Sağlam Kimdir?
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.
'Ortadoğu’da Kürt meselesinin çözümü Türkiye'siz düşünülemez' 13 Kasım 2024
'Erdoğan Kürt Sorununu çözmeye değil stabilize etmeye çalışıyor' 04 Kasım 2024
Yapay zekanın açıldığı kapı: Nükleerin yeniden keşfi 30 Ekim 2024
Cumhuriyet'in 101. yılı: Demokrasi, laiklik, anayasa, eşit yurttaşlık 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI