Aşırı politika ve apolitik toplum
Gerçeklikten kopmuş milyonlarca kişi ile aynı gemiye binmeye mecbur bırakılınca ne yapacağız? Daraltılan devlet dairesinin dışına düşenlerin bir de aşırı politikleşmenin yarattığı irrasyonalite ile, irrasyonel eylem ve ihlallerle ve muhtemelen de cezasızlıktan aldıkları güçle hareket edenlerin saldırılarıyla karşılaşacakları bir gemi olma olasılığı var bunun ve karadan ayrılırken binmeye mecbur tutulabilirsiniz.
Bundan on iki yıl önce o zamanki Hazine Müsteşarlığı’nın uzmanlık yazılı sınavını kazanmış ve mülakatına girmiştim, Hazine’de çalışmayı hiç istemiyordum ama hayatımı devam ettirmek için çalışmak zorundaydım da. Doktora bursu kazanınca bu sorundan kısa bir sürede kurtuldum gerçi. Hemen sadede geleyim, mülakat benim açımdan çok eğlenceli geçti, çalışmayı hiç istemediğim bir kurumun koca koca bürokratlarının karşısına çıkmıştım. Bana önce öğrenci hareketi ve üniversite özerkliği ile ilgili sorular sordular; şaşırmadım tabii. Ben de onlara Hazine’nin mülakatında olduğumuzu hatırlattım. Hazine’de ne iş yapacağımı bilip bilmediğimi sordular, onlara ayrıntılar için bir eğitim programlarının olduğunu bildiğimi söyledim. O zamanlar meşhur bir iktisadi terim olan ‘Hollanda Hastalığı’nı sordular, Batı Avrupa’da bildiğim tek hastalığın ırkçılık ve aşırı sağın yükselmesi olduğu yanıtını verdim. Mesele masanın her iki tarafınca da açıklığa kavuştuktan sonra komisyon başkanı Türkiye-ABD ilişkilerine dair değerlendirmemi istedi. Eşitsiz ve bileşik gelişme, 1945 sonrası emperyalizmin özgül bağlamı gibi açıklama çerçevelerinin içinden yanıtımı verirken komisyon başkanı tebessüm etmeye başladı. Yanıtlarımdan çok memnun kaldığını ama devlet dairesi için bu yanıtların çok uygun olmadığını gösteren jestlerle beni uğurladı. Bundan bir buçuk yıl önce de Ankara Üniversitesi Rektörlüğü iki binin üzerinde akademisyenle birlikte verdiğim bir yanıtı uygun bulmayarak hiç de nazik olmayan jestlerle aynısını yaptı. Artık üniversite de devlet dairesinin katı çizgisine çekilmişti.
DARALAN DEVLET DAİRESİ
Devlet dairesinin katı çizgisi, çapı alabildiğine daraltılarak bunaltıcı bir hale gelmiş durumda. Aşırı politika olarak adlandırılan ve politik özneleşmeyi engelleyerek politikayı imkansız kılan bu daralma her türlü ilkesizliği ve pervasızlığı politikanın malzemesi yapıyor. Türkiye hükümeti, tam adıyla AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, içeride ve dışarıda düşmanlar ve dostlardan başka hiç kimse yok, işin kötüsü dostlar ve düşmanlar sürekli yeniden tanımlanıyor. Tüccar bir nesil, sarayda da düşünse kulübede de, tüccarlığı baki kalıyor. İlkeler olmayınca pazarlıkta güçlerin ve kozların devreye gireceği açık. Türkiye hükümetinin, yani AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dışarıya karşı kozu içeride yarattığı aşırı politika oluyor. Aşırı politikanın en önemli sonuçları ise hızla yükselen bir milliyetçilik, farklı fikirleri ve önerileri kriminalize etme, zamanla her türlü farklılığa saldırarak daraltılan çember dışındakileri siyasal olarak yok etme olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla kısa bir zaman dilimi içinde ücretlilerin hayat standartlarını derin biçimde etkileyecek iktisadi krizden Türkiye hükümetine yönelik bir protesto bekleyenlerin “aşırı politika”nın bu sonuçlarını görmeleri gerek. Aşırı politika, rasyonel çıkarların sürdürülemez hale gelmesini irrasyonel eylemlerin apolitik ikliminde verimli kılmanın en uygun yolu.
Aşırı politikanın yarattığı apolitik birey tipi, örneğin ABD ile müttefiki Türkiye arasındaki siyasal krizi hükümetin anti emperyalist bir politika izlediği doğrultusunda yorumlayabiliyor. Çünkü ulusal gurur olarak tanımlayabileceğimiz irrasyonel duygu, kapitalist sömürü ilişkilerini vahşileştiren AKP’yi anti emperyalist olarak tanımlamayı mümkün kılıyor. Şarkıdaki gibi "iste kölen olayım, istersen öldür beni/başkasını seversen valla yaşatmam seni." Fakat zaten kapitalist dünya sisteminin krizine girdiğimiz bir dönemde iyice çeteleşen ve mafyalaşan iş ilişkilerinin içinde yer alan Türkiyeli ya da Amerikalı kapitalistlerin birbirini sevdiği açık, Trump’ın da Erdoğan’ın da onları sevdiği. Daha açıkçası Albayrak’ın ve Türkiye hükümetinin vurguladığı da zaten bu: Kapitalist ilişkilerin asla dışına çıkmayacağız, ya da şöyle okuyalım: Dünya kapitalizminin izin verdiği çeteleşme derecesine oranlı olarak sadece kimi mal varlıklarına el koymak gibi eylemlerin ötesine geçmeyeceğiz. Fakat yine de şarkıdaki irrasyonel duyguyu ciddiye almamız gerekir.
YENİDEN SOL BİR YOL
Şu sıralar yine çok sık kullanılmaya başlanan gemi metaforu da bu bağlamda okunmalı. Benim bakış açımdan aynı gemide miyiz değil miyiz sorusu yanlış, saçma. Çünkü dayanağı olan ulus miti halkı sınıfsal çıkarlarından ve farklılıklarından azade, ezeli ve ebedi bir bütün olarak nüfusu tarihselliğinden koparma işlevi görüyor. Fakat bu işlevini başta sınıf çatışması olmak üzere; etnik, cinsel, dinsel çatışmaların ötelenmesi için yaklaşık beş yüz yıldır kullanılıyor. Yani başarılı bir mit ve aşırı politika zamanlarında mitik gücünü katlayarak arttırıyor. Dolayısıyla doğru soru şu: Gerçeklikten kopmuş milyonlarca kişi ile aynı gemiye binmeye mecbur bırakılınca ne yapacağız? Daraltılan devlet dairesinin dışına düşenlerin bir de aşırı politikleşmenin yarattığı irrasyonalite ile, irrasyonel eylem ve ihlallerle ve muhtemelen de cezasızlıktan aldıkları güçle hareket edenlerin saldırılarıyla karşılaşacakları bir gemi olma olasılığı var bunun ve karadan ayrılırken binmeye mecbur tutulabilirsiniz. İşte burada ne yapacağımızın yanıtı politikadır. Aşırı politikadan ülkeyi kurtaracak eşitlikçi, emekçi sınıfların gerçek çıkarlarını merkezine alan, gerçekçi kadrolarla ve bir siyasal sadakat ile yürütülen politikadan bahsediyorum, bu da yeniden sol bir yol demek, sol olmaktan korkmayan bir yol.