Eve dönen erkek
Eve dönen erkek çoğunlukla, eğer evi fethetme planları yapmıyorsa, kendini ev çeperindeki mekânlarda, kahvehanelerde, esnafın arasında, camilerde ve benzer dini örgütlerin çekim alanında buluyor çarçabuk. Kamusal alanda kaybedilen itibarı, özel alanda veya sosyal ağların içinde yeniden tesis etme çabası ve bitmeyen iktidar arayışı bu.
Bir önceki yazıda, ev eksenli yaşayan ve meşguliyetleri hafifsenen, maddi bir karşılık görmeyen ancak dünyanın yükünü taşıyan kadınlardan söz etmiştim. Bu yazıda da, eve dönen erkekten bahsedeyim.
Eve dönen erkek tabiri bir metafor tabii. Kurucusu, sahibi ve kullanıcısı olduğu kamusal alandaki varlığı önemsizleşen, ev dışındaki hayattan çekilen yahut ötelenen; yenik, mağdur veya gönüllü bir biçimde kamusal alandaki rol ve kimliklerinin önemli bir kısmından vazgeçen/vazgeçmek zorunda kalan erkek bahsettiğim. Ama bu erkeğin, dönüp geldiği yer düz anlamıyla da ev. Yani, hane içi pratiklerin her gün yeniden, bezdirici bir emek sarfiyatıyla üretildiği, mahremin kalesi sayılan mekân.
Bir erkek bir kez evden çıkmışsa, hangi koşullarda geri döner? İşsiz kalır, emekli olur, sakatlanır, hezimete uğrar. Yani ya bakıma/desteğe muhtaçtır ya da gidecek başka yeri kalmamıştır. Kamusal alanın fatihi artık kadınlara terk edilen özel alandadır. Daha önceki bir yazıda bahsettiğim gibi, bizim kültürümüzde yaşlılık kadın ve erkek için başka anlamlar taşır. Kadını genellikle güçlendirirken, erkeği genellikle zayıflatır. İhtiyarlayarak eve dönme mecburiyetini, yenilgisini, teslimiyetini sindirebilmek, ağırlığını azaltabilmek, görünmez kılabilmek için çoğu erkek evin çeperine kayar: Kahvehaneler, camiler, parklar, esnaf mekânları… Bir kısmı ise evi mekân tutmaya yeltenir.
İşte hikayemiz burada başlıyor.
Eve dönen erkeğin en katlanılmaz örneklerinden biri, “kırk yıllık misafirliğini ev sahipliğine dönüştürme çabası içinde olan”dır. Bu türü şaşkınlığa düşüren ilk şey, yıllar yılı “ömrümce saçımı size süpürge ettim” diye sızlanan karısının şikayet ettiği ev işlerinin basitliğidir. Nedir yani, tüm işleri binbir sıkıntıyla, borç harç aldığı makineler yapmaktadır. Çamaşır, bulaşık, halı süpürme/yıkama, sebze doğrama… Buzdolabını açtığında hazır yiyecekler, yıkanıp ayıklanmış ıspanak bile görmüşlüğü vardır. İsrafın, acımasızlığın bu kadarına da pes der. Çalışma talebi olmayan, “gözü açılmamış kız” aradığı; bütçeye katkıda bulunmak, biraz güçlenmek, sosyalleşmek için kendine iş arayan karısına “Kendime karısını çalıştırıyor, parasını yiyor dedirtmem” diye diklendiği zamanları unutmuş görünmekte, kendisi amirlerinin/ustabaşıların/patronların ağız kokusunu çekerken evde keyif çatan karısına diş bilemektedir.
Madem eve gelmiştir artık, süfli televizyon programlarının karşısında boş bakışlarla oturmayacaktır karısı gibi. İlk el attığı iş, tüm dünyada en ustalarının erkekler arasından çıktığı iddia edilen gastronomi işidir. Yine bir erkeğe yakışır bulduğu yemekler yapar mutfağı savaş alanına döndürerek. Ortalığı da karısı toplasındır artık. Mutfaktaki yükün birazını da o üstlenmiştir ne de olsa. Hem de eli ne lezzetlidir! Soslu makarnalar, kavurmalar, balıklar, salatalar. Allah'ın günü, bütçede delik açmamaya özen göstererek yaptığı alışverişlerden toparladığı malzemelerle ne pişirsem diye düşünen, yıllar boyu günde üç öğün sofra hazırlayıp kaldırmaktan harap olmuş karısının yemeklerini beğenmez olmuştur artık. Lakin, kadınların dünyasına ait yiyeceklere, özellikle sağlıklı ve yeşil olanlarına küçümseyerek bakar ve onlardan yapmaya yanaşmaz. Özellikle kısır ve sarma kadınsılığı, kabul günlerini ve kadın dedikodusunu çağrıştırır. Keyif için yaptığından, zaman kısıtı olmadığından çoğunlukla leziz de olur hazırladığı yiyecekler. Erkek üstlenince kıymete binmiştir mutfak rutini de.
Eve dönen erkeğin fethettiği tek alan mutfak değildir. Evde mobilyaların düzenine, renk uyumuna, misafir trafiğine, alışveriş listelerine, içeriden dışarı-dışarıdan içeri akan trafiğe dair eşsiz fikirleri vardır. Bunca yıldır değer atfetmediği için dikkatini vermediği özel alan düzenine müdahale etmenin vakti gelmiştir artık.
Bu müdahaleyi zanaatkarlık boyutuna taşıyan eve dönen erkek tipi ise yapı market erkeğidir. Görece genç yaşta, eli-ayağı tutarken eve dönmek zorunda kalan bir türdür bu. Erken emeklilik, işsizlik ve başka sebeplerle ev eksenli yaşaması gerekmektedir. Bu türün üst sınıftan olanları, müstakil evlerinin garajlarında, bahçelerinde, hobi odalarında, depolarında marangozluk ve tasarımcılık faaliyetlerine başlarlar. Alt sınıftan olanları da evin orta yerini veya balkonunu talaş ve çivi cehennemine çevirerek keser, rendeler, monte ederler. Bir erkeğin fıtratında olduğuna inandıkları yapı-inşa becerilerini, raf, dolap, sehpa, masa olarak lanse ettikleri, çoğunlukla işlevsiz kalacak ucubeler üreterek icra ederler. Türkiye’de on yıllar önce yaygınlaşmaya başlayan ve çeşitlenen yapı-marketler, modası geçmeye başlamakla birlikte bu erkeklerin uğraklarıdırlar. Cenk Özbay ile İlkay Baliç’in Toplum ve Bilim’in 101'inci sayısında yer alan “Erkekliğin Ev Halleri” başlıklı çalışmaları, bu konuda oldukça zihin açıcı bir metindir, tavsiye ederim.
Esnaf dostu erkek, eve dönen ama “içeride”, kadınların dünyasında olmaya hâlâ tahammül edemeyen ya da orada barınamayan erkeği tarifler. Bizim mahallenin berberi, dükkanına sohbet etmeye, çay içmeye, tavla oynamaya gelen, tüm günü orada geçirdiği için de müşterilere laf atarak maraza çıkaran mahalle sakinlerinden bahsedince etrafa daha dikkatli bakmaya başlamıştım. Kapı önlerine atılmış tabure veya sandalyelere tünemiş eli tespihli ve sigaralı mahalle abileri ve amcaları küçük esnafın mütemmim cüzü idiler. Gelen geçen kadınları gözlerinin terazisinde tartıp fantezi dünyalarında bir yerlere yerleştirmek, siyaset konuşup ahkâm kesmek, yabancılara, özellikle de Suriyelilere yönelik nefreti besleyecek tevatürler üretmek ve geçmiş kahramanlık hikayelerini (çapkınlık, kavga, askerlik anıları vb.) anlatmak bütün işleriydi bunların. Hem bu yolla, mahallenin namusuna, homojenliğine ve huzuruna bekçilik ediyorlardı. Siyasi iktidarın, memleketin mahalle düzeyindeki asayişini esnaflara emanet ettiğini hatırlayınca bu da vatanperverliğin mikro tezahürü olsa gerek dedim kendi kendime.
Cami avlusu ihtiyarları, eski zamanların eve dönen erkek profiline uyuyor gibi görünseler de, günümüzde daha da güçlenen din temelli sosyal ağların, çıkar gruplarının temsilcisi, bekçisiydiler. Caminin sosyalleşme, dayanışma, yardımlaşma ve ahlaki, dini statükoyu koruma mücadelesinin kalesi olduğu düşünülecek olursa, Sünni Müslümanlığın hakimiyetindeki ülkemizde mahallelerin vazgeçilmez ortak mekânlarıydı bunlar ve çeşitli tarikatlara mürit çekmek, dert dinlemek, Kur’an öğretmek, bağış toplamak, ahlaki kalıpları tahkim etmek için cami imamlarıyla birlikte onlara da çok ihtiyaç vardı.
Ev çeperinde yaşayan erkek denince akla ilk gelen mekânı, kahvehaneyi sona bıraktım. Kahvehane, Osmanlı’nın bir döneminde, hızla cami mekânının yerini alan sosyalleşme, dayanışma, ticaret yapma ve kıraat etme mekanıydı. Burada vakit geçirerek dost ve düşman da kazanılır, iş de bulunurdu. Siyaset konuşulur, mahalle dedikoduları yapılırdı. Erkekler evin mahremiyetine dahil etmek istemedikleri erkek misafirlerini burada ağırlarlardı. Kahvehaneler sayesinde erkeğin zaman bütçesi artmıştı. Erken Cumhuriyet döneminde kadın ve erkek için karma sosyallikler vaat eden, Batı tarzı eğlence, modern kültür ve sanat etkinlikleri organize eden Halkevleri erkek nüfusu kahvehanelerden kurtarmaya niyet etse ve birçok insanın meslek seçimine, yaşam tarzına ilham verse de çok partili dönemle birlikte kahvehanelere yenildi. Son seçim çalışmalarında iktidarın en dikkat çekici vaadi olan, kadınlara da açık olduğu belirtilen millet kıraathanelerinin ise tahayyül düzeyinde kalacağı belliydi. AKP’nin toplumsal cinsiyet politikaları karma sosyalliklerin, kültür ve sanat faaliyetlerinin hakim olacağı fikir kulüpleri benzeri oluşumlardan ziyade, bir yandan özel alanın nasıl şekilleneceğine dolaylı yollardan müdahale ederken, diğer yandan da kamusal ile özel alanı keskin çizgilerle ayıran bir zihniyet üzerine temelleniyor. Dolayısıyla, eve dönen erkek çoğunlukla, eğer evi fethetme planları yapmıyorsa, kendini ev çeperindeki mekânlarda, kahvehanelerde, esnafın arasında, camilerde ve benzer dini örgütlerin çekim alanında buluyor çarçabuk. Kamusal alanda kaybedilen itibarı, özel alanda veya sosyal ağların içinde yeniden tesis etme çabası ve bitmeyen iktidar arayışı bu.
Funda Şenol Kimdir?
Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.
Selim Sırrı Tarcan: Bedeni ve zihni terbiye etmek 18 Ekim 2024
Batının vaatkar bedeni: Baraj Gazinosu’nun Avrupalı artistleri 04 Ekim 2024
Dişil enerji dedikleri ne ola ki? 20 Eylül 2024
Annemin karnıyarık tenceresi 30 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI