Ve gemi gidiyor
Gemi güzel bir metafordur fakat hayra delalet etmez pek. Hayat ne zaman bir gemiye benzetilse, hep biraz daha ertelenmek istenen o son ve dönüşsüz yolculuk kelimelerin altından başını kaldırır. Vatan bir gemiye benzetildiğinde de tufan kapıda demektir.
Başımıza yeni bir şey gelmeden, başımıza gelmekte olan şeyleri anlamaya çalışmanın ve bu amaçla sorular sormanın bir yolu var mı? Sanırım ironiden ve halihazırda siyasi iktidar tarafından tedavüle sokulmuş ya da ele geçirilmiş metaforları ısrarla yeniden okumaya çalışmaktan başka yol bırakmadılar. Yakından bakılması gereken bu metaforlardan biri de “gemi” metaforu. Bir gemi metaforudur gidiyor. Hepimiz aynı gemideymişiz güya. Hiç de öyle olmadığı yeterince iyi yazılarla anlatıldı zaten. Ümit Kıvanç ve Bülent Somay yakınlarda yazdı bu konuyu. Atladığım yazılar da vardır muhakkak. Fakat yine de bu metaforu şöyle dosdoğru ışığa tutup neyi geçirdiğini ve neyi engellediğini yeniden ve yeniden anlamaya çalışmak lazım.
Gemi. Dünyanın en güzel şiirlerinin içinden kuğu gibi süzülen bir kelime. Efsanelerden, mitlerden, kutsal kitaplardan sıyrılıp gelen... Her şeyin sonu ve her şeyin başlangıcı. Bir anlam okyanusunda yıkanan metafor.
HANGİ GEMİDEYİZ?
Sıradan yurttaşın ruhunu güvertesinde küçük sevinçlere, esintilere, martılara ve simit parçacıklarına emanet ettiği şehir hatları gemisinde mi? Lüküs kamaralarında oturarak, hayalini bile kurmakta güçlük çekeceğimiz yaşam standartlarına tam yol ilerleyenlerin gemisinde mi? Bilcümle mahlukatı ve o mahlukatın rızkını her türlü tufandan korumaya çalışanların ezeli ve ebedi yükünü yüklenmiş bir gemide mi?
Gemi güzel bir metafordur fakat hayra delalet etmez pek. Hayat ne zaman bir gemiye benzetilse, hep biraz daha ertelenmek istenen o son ve dönüşsüz yolculuk kelimelerin altından başını kaldırır. Vatan bir gemiye benzetildiğinde de tufan kapıda demektir. Zira ne zaman bir batma endişesi hasıl olsa şu dünyaya ebedi bir ömürle yerleşmiş vatan toprağı da birdenbire fırtınalı denizde fındık kabuğu gibi sürüklenen bir gemiye dönüşüverir.
Olan şimdi de budur. Sular tekinsizleşti mi iktidarı da sözüm ona muhalefeti de aynı gemiye doluşuveriyor. Olağan zamanlarda ülke ya da vatan toprağını ifade etmek için kullanılan ve her biri en az gemi metaforu kadar yakından bakılmayı hak eden, ev, aile, yuva, anayurt, ana kucağı ve liman gibi diğer birçok metafor bir süreliğine gözden düşüyor. Bu metaforların yaydığı korunaklılık hissiyatı da dağılıveriyor. Daha doğrusu tam da bu korunağa ve bu çatıya yönelen tehdidin altını çizmek için, ayağımızı sıkı sıkıya bastığımız vatan toprağı bir anda hırçın sular ve delirmiş dalgalar tarafından yutuluyor. Hep birlikte o çılgın sularda yolunu bulmaya çalışan bir gemide olduğumuzu hatırlamamız isteniyor.
Kimisi kabul etmiyor bunu tabii ki. Hiçbir zaman aynı korunaklılığı hissetmemiş, vatanı başının üstündeki çatı, ayağının altındaki yer olarak tecrübe etmesine izin verilmemiş veya vatanlarından çoktan sürgün yemiş olanlar, bu farazi gemiye de binmeyi reddediyor. Bazen müthiş bir öfkeyle reddediyor. Bazen bir Nazım şiirinin yankıladığı aidiyet yitiminin, ağrılı bir hasretin yorgunluğuyla reddediyor: Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. Seyir defterini başkası yazsın. Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. Beni o limana çıkaramazsın, der gibi bir reddiye...
Yeri gelmişken anmamak olmaz. İçinden gemiler, vapurlar geçen çokça şiiri vardır Nâzım’ın. Şiirinden değil hatta, daüssıla ile ağrıyan yüreğinin yamacından geçen gemilerdir bunlar. İçinden gemi geçen dizelerin anayurdudur Nâzım’ın şiirleri: Hey Hikmet'in oğlu, Hikmet'in oğlu! Tuna'nın suyu olaydın, Karaorman'dan geleydin, Karadeniz'e döküleydin, mavileşeydin, mavileşeydin, mavileşeydin.. geçeydin Boğaziçi'nden, başında İstanbul havası, çarpaydın Kadıköy iskelesine, çarpaydın, çırpınaydın, Vapura binerken Memet'le anası...
Gemilere binmeye yeltenmeyen bir özlemdir bu. İskeleye çarparak kırılan, çırpınan bir dalga olmaya duyulan özlem. Düşlerinde usulcacık okşadığı vapurlar, ellerini yakar. Göğsünün orta yerinde yürek değil manda gönünden çarık taşısa dayanmaz... Yürek değil çarıkmış bu manda gönünden. Teper paralanmaz taşlı yolları. Bir vapur geçer Varna önünden. Uy Karadeniz’in gümüş telleri. Bir vapur geçer Boğaz’a doğru. Nazım usulcacık okşar vapuru. Yanar elleri.
Gemi yaa... Nâzım’ın nazımlarında geçen gemi. Gerçek adı “şiir” olan en gerçek şairin gemileri... İllaki bir gemiye bineceksek Nazım’ın şiirlerinden geçen gemilere bineriz biz.
NÂZIM'IN ŞİİRLERİ
Cumhurbaşkanı sık sık Nâzım şiirleri okuyor.
23 Nisan 2017’de yabancı ülkelerden gelen konuk çocuklara, “Kız çocuğu” şiirini okudu. Çalıyorum kapınızı, teyze, amca bir imza ver, çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.
Şeker de, şeker de... dedim de, bir televizyon programına kırılgan sesiyle bağlanan genç bir kadın öğretmen düştü aklıma... Bu şiirin okunduğu tarihten sadece dört ay önce, yer gök inletilerek vatan hayınlıkları dünya aleme duyurulan ve hayatlarına tufan indirilen barış imzacıları düştü aklıma. Aydın müsveddeleri, karanlık ve cahil mandacılar. Vatan hainleri... Boğaziçi Üniversitesi’nin, “O komünist, vatan haini, terörist gençlere okuma hakkı vermeyeceğiz” diyerek hedef gösterilen ve sonra tutuklanan savaş karşıtı, gencecik öğrencileri düştü aklıma.
Cumhurbaşkanı darbe girişiminin bir yıl sonrasında, 16 Temmuz 2017’de, yıllar yılı ne istedilerse verilmiş menfur bir tarikat örgütlenmesine –kuvvetle muhtemel ki kime yazıldığını bilmeksizin- Nâzım’ın dizeleriyle sordu: “Bu vatana nasıl kıydılar?”
Cumhurbaşkanı 10 Şubat 2018’de de partisinin olağan bir toplantısında konuşurken, Nâzım Hikmet’in “Güneşi İçenlerin Türküsü” adlı şiirini okudu.
Son Nâzım Hikmet şiiri ise –yola çıktığı aylar öncesinden bilinen ekonomik krizi yurttaşın sırtına alkışlar arasında yükleyebilmek için bir gün Allah’ın lütfu olarak yad edileceği kuvvetle muhtemel- rahip Brunson olayının ardından geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Ağustos 2018’de Trabzon’da halka Nâzım’ın bir şiiriyle seslendi. Her zaman olduğu gibi yine Nazım Hikmet ismini telaffuz bile etmedi. Üstelik bu kez kısa şiirin o meşhur son dizelerini de okumadı. “Davet” başlıklı bu şiirle bizleri ABD yaptırımlarına karşı seferberliğe davet etmesine ediyordu ama usta şairin en büyük hasretini paylaşmıyordu.
Nâzım bir vatan hainiydi biliyorsunuz: Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ...
Böyleyken böyle işte.
Bu gemili, Nâzım’lı, şiirli ve dalgalı denizlere, Twitter’da karşıma çıkan Sezgin Tanrıkulu fotoğrafıyla savruldum. Çektirdiği fotoğrafı, “şehir hatları ‘gemisindeyim’” diyerek paylaşmış. Eleştirel bir konumdan yapılan ve elbette sembolik anlamı da hesaplanmış bu sade ve özenli paylaşımın altında yerlici ve millici bir hakaret sağanağı da derhal yerini almış. Hak savunuculuğuna Meclis’ten eklenen en güçlü seslerden olmayı yıllardır sürdüren Sezgin Tanrıkulu’nun fotoğrafına ve altında yer alan yorumlara bakarken, Nazım dizeleri döküldü dilimden.
Bu yazı o dökülüşün dağınık bir izi olsun. Yalan değil, yorulduk, dağıldık... Dümeninizi bizden uzağa kırın. E la nave va...