YAZARLAR

Bir performans olarak Iphone kırıcılığı

Önemli olan bu performansın mutlaka videoya kaydedilmesi ve sosyal medyada paylaşılmasıdır. Şansınız var da, gazeteler ve televizyonlar performansınızı haber yaparsa, işte o zaman makbul vatandaşlık yolunda sağlam adımlarla ilerlediğinizin resmidir.

Otoriter rejimde makbul vatandaşın işi zor. Rejimin baskıcı dozu arttıkça, etliye sütlüye karışmamak, gözünün dibinde büyük haksızlıklar, hatta kıyımlar yaşanırken başını öbür tarafa çevirmek, bilmezden, anlamazdan gelmek de yeterli olmuyor. Makbul vatandaşlık, sürekli bir performans gerektiriyor. Hiçbir zaman tamam, bu sefer oldu diyemiyor makbul vatandaş. Bu nedenle hep aday adaylığı mertebesinde. Sürekli tetikte olmalı. Her an kendisinden yeni bir performans beklenip beklenmediği konusunda uyanık davranmalı. Hatta böyle bir beklenti olmasa bile, akşam yatağa girmeden önce, kendisine "Bugün vatan için ne yaptım?" diye sormalı.

Vatan derken, yanlış anlaşılmasın, vatan üzerinde geçmişten gelen bir aidiyet bağı ile ve uyum içinde yaşanan topraklardan başka bir şeydir artık. Birincisi, vatanın her an bir tehdit altında olduğuna, her an işgal edilebilecek, ele geçirilebilecek, yıkılıp bölünebilecek bir yer olduğuna, bu nedenle savunmak için her an ve yekvücut hazır beklenilmesi gerektiğine can-ı gönülden inanmak lazım geliyor. Dolayısıyla 'Bugün vatan için ne yaptım sorusu', bu büyük tehlikeyi bertaraf etmek için üzerime düşeni yerine getirdim mi, olarak anlaşılmalı.

Elbette böylesine büyük bir tehdit altındayken de, herkesten taşın altına elini koyması bekleniyor. Taşın altına uzatılan bu elde ne olduğu ise bir teferruat. Makbul vatandaşın çapına göre, bazen yastık altındaki üç beş kuruş, bazen yıllarca çalışarak edindiği ve hiç kimsenin bir suçu ya da sorumluluğu olmaksızın, fıtrat gereği (aksini düşünmek ya da iddia etmek vatan hainlerinin işi olduğu için makbul vatandaş bu konularda fazlaca düşünmemeyi yeğliyor) sele kaptırdığı emeği, bazen ise yirmili yaşlarının başındaki biricik evladı oluyor. Yanlış anlaşılmasın, birikimim, emeğim ya da evladım vatanıma feda olsun demiyor. Bu aşama çoktan geçildi. Vatan demek parti demek, o da lider demek. Elbette bu yalın gerçeği kalbinin tüm temizliğiyle sezen makbul vatandaş adayı, doğrudan doğruya sözlerinin muhatabına sesleniyor.

Diğer bir özelliği, bu performansın her ne olursa olsun vasatın altında kalması, liderin, yani başrol oyuncusunun ışığını kesmemesi, en ufak bir yaratıcılık, yenilik, zerre zekâ gösterisi içermemesi için özel bir çaba harcamak gereği. Hal böyle olunca, 'makbul' vatandaşlık yolunda ilerlerken belki bir ihale, partide bir görev, bir iş ya da pozisyon, olmadı bir küçük yardım, bazense omuzunu sıvazlayacak bir elin peşindeki 'aday adayının' elinde de pek fazla imkân kalmıyor. Seçeneklerinin ne olduğunu idrak edip doğru zamanda doğru adımı atabilmesi önemli yine de. Bunun için gündemi çok iyi takip etmesi, en azından düzenli olarak A Haber izlemesi ve mümkünse bir adet havuz gazetesi okuması, aday adaylığında bir üst level’a ne kadar çabuk geçeceğinin bir işareti olabilir. Ama bütün bunları yapmıyorsa da çok önemli değil. Biraz önce söz ettiğim o kalp temizliği ile liderin gözlerinden, elinin bir işaretinden, bir bakışından da anlayabilir o anda ne yapması gerektiğini.

Gerçi bu durumlarda yanlış anlama kazaları ortaya çıkabiliyor; ancak henüz bir çömez olan makbul vatandaşın, bu tür hatalarının da fazla büyütülmeden, bir baba sevecenliği ile karşılanacağından şüphesi olmamalıdır. Sonuçta lider, gittiği yoldan gitmeyen, onun ideallerini paylaşmayan ve onu eleştirmeye kalkışanları 'vatan haini' ilan etmekte ne kadar kararlıysa, makbul vatandaşlarına karşı da o denli sevecen olacaktır. Mesela bir seferinde muhtarlara konuşan Cumhurbaşkanı Fetöcüleri kastederek "Neredesiniz?" diye seslendiğinde bir muhtar çıkıp "Buradayız sayın Cumhurbaşkanım" diye yanıt verdiğinde, lider bu hatayı gülümseyerek geçiştirecektir.

Performansa gelince, her ne kadar türlü türlü yolları olsa da, arzu edildiği gibi en vasatı ve en kısa yoldan sonuç vereni, işte o sıralar kim vatana (yani lidere) karşı gelmişse, hangi ülke lideriyle ilişkiler gerginleşmişse –ki vatanseverliğin bir gereği de, yukarıda kısaca değindiğim gibi, her an teyakkuzda olmak ve vatanı işgal etmeye, darbe yapmaya, ekonomik savaş açmaya hazır ülke liderlerine karşı uyanık olmak-, o ülkenin ürünlerini ve hatta vatandaşlarını boykot etmektir. Başka ülke vatandaşlarını boykot etmek, o ülkeye giderek böyle bir eylem yapılamayacağına göre, ilk gördüğü yerde onları dövmek yoluyla olur. Örneğin Fransa ile ilişkiler gerginleştiğinde eline zorla Türk bayrağı tutuşturulmaya çalışılan Fransız turist dövülür. Genelde Sultanahmet Meydanı'nda gerçekleşen bu türden performanslar sırasında Çinli diye yanlışlıkla Koreli turistlerin dövüldüğü, ya da Çin lokantasına saldırıp Uygur Türkü aşçının dövüldüğüne de rastlanmıştır. Hatta bu türden hatalar, performansın vasatına katkıda bulunur.

Diğer yandan, Almanya olsun, Fransa olsun, Hollanda olsun, Rusya olsun (her ne kadar uçak krizi kış aylarına rast geldiği için Rus doğalgazını boykot etmek pek mümkün olmamışsa da) bir ülkenin ürünlerini boykot etmek, bütçenizin uygunluğuna göre, en elverişli ve sahnelemesi en kolay performans olmuştur. Üstelik bu vatanseverlik gösterisi için kimseyi dövmenize de gerek olmadığından fazlaca kuvvet harcamanıza gerek kalmaz. Diyelim, Fransız mallarını boykot ediyorsunuz: Renault ya da Peugeot marka arabanızı, Louis Vuitton çantanızı benzin döküp yakmasanız ya da Chanel parfümünüzü lavaboya boca etmeseniz de (piyasada bu ürünlerin taklitlerini bulmak mümkün olduğu için yine de denenebilir) bütçenize göre bir Fransız ürünü bulmanız pek tabii mümkündür. Bu bir kap Danone yoğurt da olabilir, L’Oreal saç boyası da olabilir, içi dolu bir Carrefour poşeti de olabilir. Önemli olan bu performansın mutlaka videoya kaydedilmesi ve sosyal medyada paylaşılmasıdır. Şansınız var da, gazeteler ve televizyonlar performansınızı haber yaparsa, işte o zaman makbul vatandaşlık yolunda sağlam adımlarla ilerlediğinizin resmidir. Ne var ki, söylediğim gibi, makbul vatandaşlık sonu gelmez bir performanslar dizisini gerektirir. Öyle ki, hayatınızın başlıca gayesi haline gelmeli, neredeyse bunun için yaşamalı ve hep yeni performans imkânlarının peşinde koşmalısınızdır.

Amerika ile yaşanan rahip Brunson krizinin neticelerinden birisi, işte bu makbul vatandaş adayları için oldukça verimli bir performans sahnesi sağlaması oldu. "Ver papazı, al papazı" kurnazlığı ile yürütülen pazarlıklar tıkanınca bir anda ekonomik istiklal mücadelesi ve emperyalizme karşı bir savaşa dönüştürülen krizde, vatandaş da üzerine düşeni yerine getirmekten geri kalmadı. Yine her bütçeye uygun ürünler silsilesinden tercihine göre, düğününde bir dolarlardan oluşan banknot destesini ateşe veren de oldu, iki buçuk litrelik kolayı lavaboya dökerken çektiği videoyu sosyal medya hesabından paylaşan da… Kuşkusuz bütün bunlar içinde medyanın dikkatini en çok çeken Iphone kırıcılığı idi. Sonuçta Iphone, sadece kullanışlı bir mobil telefon değil, bir tür arzu nesnesi, sosyal statü göstergesi, zenginlik, güç ve umursamazlıkla özdeşleştirilen Amerikan hayat tarzının bir simgesi olarak boykota en yakışır Amerikan ürünüydü. Bu nedenle Türkiye’de satılan İphone’ların birçok parçasının üretildiği, en azından şu sıralar "dost ve kardeş ülke" Çin’in uyarıları da dikkate alınmaksızın Iphone’ların kameralar önünde ayaklar altında ezilmesi gerekiyordu.

Ne var ki bu Iphone kırıcılığının samimiyetine inanmayan birtakım fitneler ve dış mihrak işbirlikçileri hemen bu fedakâr vatandaşları gösteriş için bozuk, eski Iphoneları kırmakla suçladılar. Oysa bir makbul vatandaş aday adayının samimiyetini, performansın sahiciliğini sorgulamaktan daha büyük bir hakaret olamazdı. Neyse ki, vatan uğruna paraya kıyan ve makbul vatandaşlık yolunda ileri bir level’da olduğu anlaşılan, (iktidar partisinin olmasa da onu ve liderini her zora düştüğünde desteklemeyi bir vatan borcu bilen yan partinin) milletvekili ve il başkanı bir araya gelerek bu mesnetsiz eleştirileri bertaraf etmek için gereğini yaptı: Adeta bir açılış töreni havasında sahnelenen bu performansta, milletvekili bir telefon bayiine basını davet ederek elinde tuttuğu yepyeni telefonu "Ayfona bir mesaj olsun, Ameriga’ya bir ders olsun", "Görünsün ki sahte olmadığı anlaşılsın" sözleriyle kameralara gösterdikten sonra il başkanını telefonu kırmak üzere göreve davet ediyordu. Her ne kadar arkadan durumun ciddiyetini anlayamamış birisi "Sayın vekilim gırmayın, bana verin ya" diye seslense de, ciddiyetini bozmayan il başkanı, "Avrupa’nın Türk milleti üzerinde bir oyun oynadığını, Türk milleti birlik beraberlik olursa hiç kimsenin bize bir şey yapamayacağını" söyleyerek telefonu ayaklarının altında eziyor ve Amerika’ya son darbeyi "Evet, Amerika yerde sürünüyor" sözleriyle vuruyordu. Arkadan bu sefer bir kadın sesi, "Hayırlı olsun" diyerek bu açılış –pardon telefon kırma- töreninin nihayete erdiğini duyuruyordu. Performansın bu denli mükemmel sergilenmesinde, elbette mizansenin, arkada duran figüranların, masanın üzerindeki üç adet kamera mikrofonunun, il başkanının kostümünün (takım elbise ve kravat) ve bir de telefonu bir böcek gibi ezen sivri burunlu, rugan ayakkabının dikkate değer bir rolü vardı. Ancak bu ayakkabı meselesi önemli. Başka bir yazıda ele alınmayı hak ediyor.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.