Krizi fırsata çevirmek...
Kılıçlar çekildi; dolarlar ya yakıldı ya da ‘kulağımın kiri bile olamazsın’ mealindeki yaratıcı mesajlarla kulak çubuğu yerine kullanıldı. iPhone’ların üzerinde tepinildi. Gereken mesaj verildi kriz yaratanlara. Bu halk, çok büyüktü; bu halkın bileğini bükmek öyle her babayiğidin harcı değildi.
Her birimiz, hangi kuşaktan olursak olalım, Türkiye’nin bitmek bilmeyen krizlerinden hiç değilse birini deneyimlemişizdir. On yıllık aralarla gelen siyasal alt üst oluşlar, darbelerin hemen öncesine ya da sonrasına yayılan ekonomik krizler, siyasal-toplumsal değerlerimizin yerle bir oluşuyla sonuçlanan müdahaleler... Topluluk bağlarını zayıflatan, yaşantılarımızı belirsizliğin hakimiyetine bırakan her türden kriz...
Aslında on yılı aşkın bir süredir küresel bir finansal krizin dünyanın bütününde etkili olduğunu biliyoruz. Ancak bu çağda yaşadığımız kriz yalnızca finansal değil. Kendimizi bir de demokrasiye olan inancın iyice zayıfladığı, demokrasiye içkin temsil krizinin ötesine geçen zaafın vurgulu hale geldiği bir krizin de içinde bulduk. Kimileri için bu bir krizler çağı... Öyle ki krizin bütün dolayımlarıyla, siyasal, toplumsal, kültürel boyutlarıyla anlaşılması, anlatılması artık bir zorunluluk. Vurgulanması gereken şey şu: Ekonomik kriz, hiçbir zaman yalnızca ekonomiyle ilgili değildir. Eş zamanlı olarak kültüreldir, siyasaldır. Örneğin, Türkiye’de artık içinde olduğumuzdan herkesin emin olduğu ekonomik kriz, otoriterleşme, totaliterleşme ya da demokrasinin krizinden ayrı düşünülemez; elbette demokrasinin krizi hiç kuşkusuz ekonomik krizden bağımsız biçimde tartışılamaz.
Önümüzdeki en önemli sorunlardan biri, krizi nesnel olarak saptamak. Ne olduğunu, sınırlarını açık seçik belirleyebilmek... Krizin yerinin, niteliğinin, derinliğinin saptanması, nedenlerinin açığa çıkartılması gerekiyor ki krizin çözümü için akılcı öneriler geliştirilebilsin. Oysa böyle nesnelliği kriz açıklamalarında yakalamak, deveye hendek atlatmaktan daha zor. Krizin anlamı, siyasal bağlam ne kadarına izin veriyorsa öyle belirleniyor. Bir bakıyorsunuz iktidardakinin yıllara yayılan yönetme beceriksizliğinin, bir bakıyorsunuz dış düşmanların ekonomiye müdahalelerinin adı oluyor. Krizin varlığını kabul eden de onu yok sayan da alt üst oluşu, belirsizliği kendi seçtiği sembollerle anlam dünyamıza dahil etmeye çabalıyor. Bu siyasal bir karşılığı olan bir mücadele...
Krizi bir fırsata çevirmek... İktidarın krizden fayda devşirmek üzere ne denli hızlı bir uyum kabiliyetine sahip olduğunu bu sözle anladık. Bilindik popülist bir refleksle “halkı”, dışarıdaki düşmana karşı seferber etmek üzere yine bilindik taktikler işe sürüldü. Bir halk fantezisi işe koşuldu. Birlik zırhı kuşanıldı. Halk, birlikte, eksiksiz, kendisine karşı şeytani planlarla tezgahlar kuran dış düşmanlara karşı seferber olmaya davet edildi. Kılıçlar çekildi; dolarlar ya yakıldı ya da ‘kulağımın kiri bile olamazsın’ mealindeki yaratıcı mesajlarla kulak çubuğu yerine kullanıldı. iPhone’ların üzerinde tepinildi. Gereken mesaj verildi kriz yaratanlara. Bu halk, çok büyüktü; bu halkın bileğini bükmek öyle her babayiğidin harcı değildi. Muhalefet denen o işbirlikçilerin küçümseyici sesleri bastırıldı. Düşman varsa işbirlikçileri de olacaktı tabii. Ama onlar da bu büyük “halkın” karşısında hizaya gelecekti.
Bir kriz böyle atlatılır mı, bilmek zor. Krize böylece bu siyasal kültüre özgü bir anlam yüklendiği ise çok açık. Bunun otoriterlikten totaliterliğe bir yelpazede yeniden belirlenen siyasal düzenimize cuk oturan bir anlam içerdiği de çok açık. Halk adıyla bir birlik fantezisi üreten yeni siyasal düzenimiz, bu halkın vatandaşlık bağlarından bütünüyle kurtulmasını da güvenceye almak ihtiyacında. Yeni düzende demokrasinin toplumsal adalet ve vatandaşlık gibi önemli unsurları iktidarın yararına, hakimiyetin aracı olacak biçimde yeniden örgütleniyor. Piramidin en tepesindeki yalnızlığında, adalet dağıtan, ödüllendiren, cezalandıran tek el olarak hükmeden halktan da kendisiyle bütünleşmesini, ona itaat etmesini bekliyor. Kendisini var edenin rızası, ancak itaatte anlamlı olabiliyor. Halk, tek olanla arasındaki sınırın kalktığı, kendini tek olanda var ettiği sürece yüceltiliyor.
Kriz belirsizlik üretir, belirsizlikler sınırların ortadan kaybolması demektir. Demokrasi ise, Claude Lefort’un isabetle belirttiği gibi, sınırların ayırt edilemediği yerde kolayca askıya alınabilir. Demokrasisiz düzenlerde halkın vatanı, otoriter yöneticinin vatan olarak işaret ettiği, rotası belirsiz, boyunu aşan dalgalar arasında yolunu kaybetmiş bir gemi olabilir. O geminin mürettebatı ve yolcuları ise, kaptanlarına gönüllü köleliklerinin zincirleriyle bağlı oldukları halde bir ‘halk’ oldukları düşüyle avunmaktadırlar.
Krizi halk adına fırsata çevirmek için bu gönüllü kulların özgürlüklerini tekrar talep etmelerini beklemek bizim boş düşümüz olmasın da! Ya da varsın olsun, özgürlük düşü güzeldir!