YAZARLAR

Tilki vaaz vermeye başladığında...

Şimdi yapılandırma peşinde koşan cevval iş insanları küresel finansal koşullar ve Türkiye’deki politika düzleminden faydalanarak bu dönemde yüksek kârlar elde ettiler. Bugün borçlarının yapılandırılması ve kısmen de toplumsallaştırılması gereğini ima etmeleri en hafif deyimle kibir ifadesidir.

Türkiye’nin kur krizi daha sönümlenmeden gelen halktan fedakarlık bekleyen açıklamalar karşısında, Türkçe’ye “tilki vaaz vermeye başladığında gözünüz tavuklarda olsun” şeklinde çevrilebilecek İngiliz atasözü akla geliyor. Son birkaç haftada hepimizin aynı gemide olduğuna dair o kadar çok açıklama yapıldı ki, sonrasında özel sektörün borcunun aslında hepimizin borcu olduğu yönlü beyanların gelmesi de beklenebilir.

Dışarıdan sermaye girişlerine bağlı ekonomik yapıda özel sektörün borcu ve bilhassa yabancı para cinsi borcu, ancak olumlu uluslararası koşullar altında çevrilebilecek bir seviyeye yükseldiği sıralarda küresel finansal koşullar değişti. Kur krizi, şirketler kesiminin yabancı para cinsi borcunun fazlalığı nedeniyle önümüzdeki aylarda bir reel sektör krizine dönüşebilir ve 15 Ağustos’ta çıkarılan borç yapılandırma yönetmeliği de politika yapıcıların reel sektörün borç sorununun daha karmaşık hale gelmeden ertelenmesi amacını benimsediğini gösteriyor.

DÖVİZ CİNSİ BORÇ NEDEN SORUN YARATIYOR?

Kapitalist bir ekonomide döviz cinsi borçlanma para birimi istikrarı korunduğu müddetçe bir sorun teşkil etmeyebilir. Türkiye’de 2009 sonrasında görüldüğü şekliyle, özel sektörün daha ucuza kredi bulma kanalının önünün açılması, hem daha yüksek büyüme oranlarının görülmesini hem de liranın reel olarak değer kaybı geciktirildiği müddetçe olağan dışı kârlar elde edilmesini sağlayabilir.

Türkiye’de tam da bu nedenlerle yabancı para cinsi borçlanma yaklaşık 10 yıldır şirketler kesiminin öncelikli tercihi oldu. Rasyonel itki, liranın görece değerli olduğu koşullarda ve dövizin hedeflendiği bir politika çerçevesinde bol para ortamından yararlanmaktı. Yolu 16 Haziran 2009’da alınan Bakanlar Kurulu kararı açtı. Sonrasında binlerce şirket yola revan oldu.

Merkez Bankası’nın verileri Türkiye’de özel sektörün borcunun bu düzenleme sonrasında hızla arttığını gösteriyor. Reel sektör göz önünde bulundurulduğunda yabancı para cinsi borç artışına, yabancı para cinsi varlık artışı eşlik etmediği için açık pozisyonunun da arttığını görüyoruz. 2009’da 66 milyar dolar olan net döviz açığı 2018 yılı mayıs ayında 217 milyar doları aşmış. Bu kalemin önemli bir kısmını yurtiçindeki bankalardan alınan döviz kredileri oluşturuyor. Bu kalem altında da 2009’dan sonra muazzam bir artış var. 2009’da 28 milyar dolar olan yurtiçindeki bankalardan alınan döviz kredileri dokuz yılda beş katını aşmış ve 155 milyar doları geçmiş.

.

Döviz cinsi borç, geliri ağırlıkla yerli para cinsi olan firmaların kur istikrarsızlıklarında batmasına yol açtığı için sorun yaratıyor. Uluslararası Finans Enstitüsü’nden Emre Tiftik’in MB reel sektör bilançolarından derlediği veriler Türkiye’de şirketler kesiminin toplam borçlarının yüzde 65’ten fazlasının yabancı para cinsi olduğunu gösteriyor. Bütün sektörler kur krizinden bu nedenle doğrudan etkilenecekken yabancı para cinsi borcu toplam borcu içinde yüzde 90’a varan gayrimenkul sektörü gibi sektörler ve enerji alanında faaliyet gösteren şirketler kur krizi sonrasında en ağır darbeyi yiyebilir.

CANSİPERANE ÇALIŞTIKLARI İÇİN Mİ?

Soruların etrafından dolanmak isteyenler, özel sektörün büyük altyapı yatırımlarını üstlendiğini, kamu-özel işbirliği (KÖİ) projelerinde hazinenin kısmi garantisi sayesinde büyük borçların altına girebildiklerini ve Türkiye’deki sabit sermaye yatırımlarının çok büyük kısmını özel sektörün üstlendiğini belirtebilirler. İnşaat sektörünün yüksek kırılganlığı da bu anlatıya oturuyor.

Ancak gözden kaçırdıkları nokta, bahsedilen KÖİ sözleşme büyüklüğü ile yatırım tutarları arasında bir fark olduğudur. Devletin özel sektöre iş yaptırmak adına uzun vadede vazgeçtiği 70 milyar dolarlık gelir bir kenara bırakıldığında aslında hızla büyüyen KÖİ projelerinde 2016 itibariyle yatırım tutarı 58,6 milyar dolardır. Bu rakamın önümüzdeki yıllarda katlanarak artmasının iktidardakiler tarafından hedeflendiği doğru. Fakat mevcut yatırım rakamı özel sektörün 150 milyar dolarlık açık pozisyon artışı deneyimlediği dönemdeki gelişmeleri açıklamaktan uzak. Tamamlanan projelerin işletmeyi üzerine alan firmalar için tabir caizse para basmaya başladığını, verilen garantiler nedeniyle devletin şimdiden bütçeden özel sektöre kaynak aktarmaya başladığını düşünürsek hızlı inkişaf için kendini heder eden yenisiyle-eskisiyle burjuvaların çabalarını değil de fırsatçılıklarını ve kendilerine gösterilen yolu takip etmelerini ön plana çıkarmak daha mantıklı olur.

BÖYLE GİTMEMELİ

Kriz dönemlerinde görülen klasik bir propaganda unsuru bugün iş başında. Politika yapıcılar ve iş insanları, hatta bazı sendikacılar kendi içinde çelişkili cümleleri fazlaca tekrarlayarak, hedeflerini (üzerinde tahakküm kurulan geniş yığınları) sersemletmeyi ve gerekli olursa zararı toplumsallaştıran düzenlemelerle krizi yönetme yöntemini benimsemiş görünüyorlar. Örneğin Kasım 2017’den bu yana uzlaşmalı vadeli döviz satım ihaleleriyle şirketler kesimine 3 milyar TL’den daha fazla “yastık” sağlayan MB’nin mevcut girişimlerinin benzerlerinin artması ihtimal dahilinde. “Tabana yayılan” kredi paketinin uygulanması ya da reel sektörün borçlarının yapılandırılması sırasında, çeşitli finansal araçlarla borcun kısmen de olsa toplumun üzerine aktarılması dahi olası. Zaten vergi politikaları yüzünden, sermayeye aktarılan her kaynağın fazlasıyla toplumun cebinden çıkartıldığını biliyoruz.

Türkiye’de 2009 yılında şirketler için döviz cinsi borçlanmayı kolaylaştıranlar kur riskinin artışını gördüler ve yaklaşık on yıldır etkili olabilecek bir önlem almadılar. Şimdi yapılandırma peşinde koşan cevval iş insanları küresel finansal koşullar ve Türkiye’deki politika düzleminden faydalanarak bu dönemde yüksek kârlar elde ettiler. Bugün borçlarının yapılandırılması ve kısmen de toplumsallaştırılması gereğini ima etmeleri en hafif deyimle kibir ifadesidir.

Özel sektörün borcu elbette herkesin sorunu, ancak tam da ABD Hazine Bakanı John Connally’nin 1970’lerin kriz ortamına girilirken Avrupalı maliye bakanlarına “Dolar bizim paramız ama sizin sorununuz” dediği şekliyle. Borç onların, sorun herkesin. Çare şirketlerin borç ve zararlarını toplumsallaştırmak değil, borç ödeyemeyecek olanları kamulaştırmak, stratejik sektörlerde bir plan doğrultusunda kamu mülkiyetini artırmak.

Nasıl sorusunun kolay bir cevabı bulunmuyor. Ancak Mülkiyeliler Birliği’nin yayınladığı Görüş ve Gazete Duvar Kriz Söyleşilerinde (1. Bölüm ve 2. Bölüm) bazı ipuçları bulunabilir.


Ali Rıza Güngen Kimdir?

Siyaset Bilimci, araştırmacı ve çevirmen. Doktorasını ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde tamamladı. Türkiye’de borç yönetimi, devlet bankaları, küresel Güney’de finansallaşma ve devlet kuramı alanlarında yayımlanmış çalışmaları bulunmaktadır. Araştırmalarına York Üniversitesi'nde devam etmektedir.