2018'de plastiğe boğulacağız!
Çöp krizini bilmek için devleti bilmelisiniz. Devletin son 30 yıldaki politik dönüşümünü anlamadan bu krizi anlayamazsınız. İlgili mevzuatın gelişimi, bu mevzuat içindeki yaptırımlar, izleme, denetleme, takip ve raporlama mekanizmalarının varlığı ya da nasıl köreltildiği önemlidir. Bunlara bakmazsanız olayı bireyde görürsünüz.
Tatil dönüşü sahilleri, dereleri, dağları dolduran çöpleri gördünüz değil mi? Ülke sanki bir çöplüğe dönüşmüş, insanlar ellerindeki her türlü atığı ortalığa atar olmuş. Özellikle cam, metal ve plastik ambalaj atıkları her tarafa yayılmıştı. Havada uçan poşet görmek benim için yeterince çıldırtıcı idi. Tabii “ekonomik kriz varken doğanın lafı olmaz” diye düşünebilirsiniz.
Aslında ekonomik krizlerde doğanın yıkımı hızlanır. Özellikle ekonomik aktivitelerin “sürdürülmesi” için kirliliği önlemek gibi işler “maliyet” gerekçesi ile geriye atılır. En basitinden dolar 4 TL’nin altında iken dört ay önce 4 TL’yi geçip bir ay evvel 5 TL’yi de geçip üç hafta önce 6,8 TL’yi zorlamışken ve bugün 6 TL’nin üstünde seyrederken doğayı kim düşünür?
Diğer yandan krizler doğayı düşünmek için en uygun zamanıdır. Yöneticiler halka sadece ekonominin değil, her şeyin faturasını ödetmek için bu anları çok sever. Ülkede atıklar konusunda hiçbir şey yapmayan “devlet” yerine atık sürecinin son halkası olan “halka” bütün suçu yüklemek isterler. Bu yüzden kendi görevlerini hatırlatmak, bunun mücadelesini vermek için krizler iyi bir fırsattır. Böylesi dönemler krizin faturasını halka ve doğaya ödetmeme tartışması için harika biz zemindir.
Ama unutmayın, krizin faturasını ödemek istememeniz sizin bahaneniz olamaz. Siz atıklarınızı doğaya bırakmayınca tabii ki ortalık temiz olmayacaktır ama bu size atma hakkı vermez. Belki mevcut anlayış ile o plastik ambalaj malzemesini üreten şirketin satış sonrası sorumluluğu yoktur, devletin seyretme dışında sorumluğu yoktur, belediyenin çöp konteynerleri koymak dışında pek ilgisi yoktur ve siz niye sorumlu olasınız ki değil mi? Ama öyle değil işte.
Çöp krizini bilmek için devleti bilmelisiniz. Devletin son 30 yıldaki politik dönüşümünü anlamadan bu krizi anlayamazsınız. İlgili mevzuatın gelişimi, bu mevzuat içindeki yaptırımlar, izleme, denetleme, takip ve raporlama mekanizmalarının varlığı ya da nasıl köreltildiği önemlidir. Bunlara bakmazsanız olayı bireyde görürsünüz.
Son olarak, ölçemediğiniz şeyin politikasını yapamazsınız. Kriz döneminde politika asla politikacılara bırakılmamalı ve bu nedenle ölçecek araçlar oluşturmalı. Yaklaşım bu şekilde olmalıdır.
Bütün bunları baştan ortaya koyduktan sonra çöp krizini konuşalım...
ÇÖP KRİZİ PLASTİK AMBALAJ KRİZİDİR
Türkiye, Ambalaj Bilgi Sistemi adı verilen online bir raporlama sistemi kurdu. Bu sisteme üreticilerin bilgi girmesi sağlandı. 2015 verilerine göre plastiğin yüzde 60’ı, metal atıkların yarısı, camın ise yüzde 69’u geri dönüşmüyor. Bu durumda 2015 yılında 700 bin ton plastik atık, 75 bin ton metal ve 500 bin ton cam ülkeye yayılmış durumda.
Geri dönüşmeyen 700 bin ton plastik aslında doğada gördüğümüz plastiğin ta kendisi. Dolayısıyla bu ülkede bir çöp krizi var ve bunun ilk adı plastik atıktır.
PLASTİK AMBALAJ GERİ DÖNÜŞTÜRÜLEMİYOR
Her ne kadar bakanlığa bilgi veren şirketlerin verileri plastikte geri dönüşüm oranını yüzde 40 gösterse de gerçekte bu rakam çok daha farklı. Sektör yayınları plastik ambalajların 2015’te üretiminin 3 milyon ton mertebesinde olduğunu gösteriyor. Bu durumda 3 milyon ton üretim yapılmış, 2,2 milyon ton kayıtlara üretim olarak girmiş ve 1,24 milyon ton bu kayıtlarda “piyasaya sürülen” olarak geçmiş. Yani devlet üretilen plastik ambalajın neredeyse yarısının piyasaya sürüldüğünü biliyor, neredeyse dörtte birinin üretiminden haberdar değil. Piyasaya sürülmemiş 1 milyon ton gibi bir miktarın neden ve nasıl sürülmediğini bilen yok. Belli ki gerçek üretim, raporlanan üretim ve piyasaya sürülen arasında büyük bir fark var. Belli ki 2015’te 3 milyon ton üretimin sadece 500 bini tonu geri dönüşmüş. Bu durumda geri dönüşüm oranı yüzde 20’lerde kalıyor.
PLASTİK FOSİL YAKIT DEMEK
Atıkların başını çeken plastik üretiminde petrol, gaz ve kömür gibi ham maddeler kullanılabiliyor. Britanya Plastik Federasyonu'na göre dünya petrol tüketiminin yüzde 4’ü plastik üretimi için kullanılıyor.(1) Petrol plastik üretiminde yaygın ham madde olsa da selüloz ve bitkisel yağlardan da plastik yapmak mümkün. Ancak doğada çözülür bio-plastikler işi bir ucu küresel gıda şirketlerine ve onların genetiği oynanmış gıda işlerine dayandığı için (2) pek çözüm sayılamaz. Ne yazık ki plastik kullanımının çözümü, plastik kullanmak gerekiyorsa sadece geri dönüştürebileceğiniz durumda kullanmanız.
PLASTİK DEMEK CARİ AÇIK DEMEK
Plastik Sektörü Federasyonu 2015 yılı Sektör İzleme Raporu'na (3) göre Türkiye 2014 yılında plastik ürün ihracatı ile 5 milyar dolar gelir elde ederken, yurt dışına ise 3,1 milyar dolar para ödedi. Bu durumda 1,9 milyar dolar ülkede kalıyor görünse de aslında plastikten ciddi zarar ediliyor.
Aynı rapordan 2014 yılında plastik ham maddesi ithalatı için 11,1 milyar dolar para harcandığını öğreniyoruz. İhraç edilen ham madde bedeli ise sadece 1,1 milyar dolar. Bu hesaba plastik ve kauçuk üretimi makineleri ithalatı ve ihracatını da eklersek ortaya çok farklı bir resim çıkıyor. Plastik sektörü ham maddesi, makinesi ve ürün ihracatı ile 8,6 milyar dolar kazanırken, ithalatı için 14,8 milyar dolar ödemiş. Yani plastik sektöründe cari açık 8,6 milyar dolar. Üretim artıkça bu rakam 9 milyar doları aşacak gibi görünüyor.
PLASTİK AMBALAJDA GERİ DÖNÜŞÜM YÜZDE 20 CİVARI
2009’da 3,9 milyon ton olan plastik üretim 2014’te 8,3 milyon tona çıkmış. 2018’de 10 milyon tonu geçmesi bekleniyor. İlk altı aydaki üretim böyle devam ederse, bu üretimin 4 milyon tonu plastik ambalaj malzemesi olacak.
Plastik ambalajlarda geri dönüşüm yüzde 40’ın çok altında, hatta yüzde 20 civarı bile diyebiliriz. Bu durumda 2018’de 4 milyon ton plastik ambalajın 3 milyon tondan fazlası geri dönüşmüyor. Yani yakılarak havada, yığılarak toprakta, atılarak suda 3 milyon tondan fazla plastik var. Bu kadar atık için dört yol var: Ya yakacaksınız ki bolca yakılıyor, ya toprağa gömeceksiniz ki bolca gömülüyor, ya ortalığa bırakacaksınız, ya da derenize, denizine gidecek ki gidiyor.
HER KÖY BİR KATI ATIK YAKMA TESİSİ
O kadar atığı getirenler kullandıktan sonra ambalajı şehre geri götürmeyi düşünemiyor, yakmayı tercih ediyorlar. Ancak yakmak demek katı atık yakma tesisini köye, kıra kurmak demek. En basitinden yakılan plastik malzemeler yakın çevrenizde suyunuza ve besin kaynağınıza bir dizi zehirli maddenin karışmasına yol açıyor. Bu maddelere solunum yoluyla ya da başka yollarla temas edildiğinde kalp hastalığı riskinin artabileceği, astım gibi solunum rahatsızlıklarının şiddetlenebileceği, baş ağrıları, sinir sistemi, böbrek veya karaciğer hasarları oluşabileceği biliniyor. Diğer yöntemler de bundan farklı değil. Plastik parçalandıkça mikro plastiğe dönüşüyor ve size daha kolay ulaşabiliyor.
KİM SORUMLU?
Plastiğin her hali bu kadar zararlı iken sorumluk almayanı bilmemiz önem arz ediyor. Bu ülkede 1991’den beri Katı Atık Yönetmeliği var ama çalışan bir mevzuat yok. Mevzuat olsa şirketler sattıkları ürünlerden sorumlu olmazlar mı? Ama şirketler sattıkları üründen sorumlu değiller. Yani zehirlenseniz şirket soruşturulur ama plastik ambalaj ortalığa dökülse kimse soruşturmuyor. Tabii bu ülkede “Şehircilik Bakanlığı” altında yok olmaya yüz tutan bir “Çevre Bakanlığı” herkesin malumu.
Hadi devleti geçtik, şirketleri de geçtik, peki belediyeler? 2015 yılına kadar sadece 303 belediye ambalaj atık yönetim planı hazırlayıp sunmuş. İki bin civarı belediye varken bu sayı az değil mi? Üstelik kaç belediye bunu uyguladı ve kaçı başarılı uyguladı bilmiyoruz. Planı ve uygulamayı bırakın, belediyeler için atık geri dönüşümü konu bile değil. Bugün başkent Ankara’da TBMM’nin bulunduğu Çankaya Belediyesi bile atıkların geri dönüşümü için bu yıl 800 bin TL bütçe ayırdı (4). Yani toplam bütçenin binde biri, kaldırımlara asfalt dökmenin kırkta biri atık geri dönüşümüne ayrıldı.
1 OCAK’TAN İTİBAREN POŞETLERE DÜZENLEME
Şimdi Türkiye naylon poşetlerin bedava verilmesini 1 Ocak 2019 itibariyle yasaklıyor diyebilirsiniz (5). İyi haber diye sevinebilirsiniz. Ama işin aslı şu ki Türkiye 1 Ocak 2018 itibariyle bunu uygulamayla ilgili mevzuatı çıkarmıştı (6). Yani devlet bu işi savsakladı ve çıkardığı düzenlemeyi erteledi. Yani devlet bu işi geciktiriyor. Yani devlet plastiğin bertarafı ile değil, üretilmesi ile ilgileniyor ve bu konuda çalışıyor.
KRİZİN FATURASINI DOĞA ÖDEMESİN
Bu ülkede ekonomik kriz kadar atık krizi, plastik çöp krizi var. Bu ülke buğday üretiminin yarısı kadar plastik üretiyor, ambalaj için kullanılan 4 milyon ton plastiğin çoğunu geri dönüştüremiyor. Bir yılda yaklaşık 3 milyon ton plastik ambalaj malzemesi geri dönüşmeyecek ve yakılacak, toprağa yığılacak, dereye atılacak. Bu kadar kirlilik için her yıl neredeyse 9 milyar dolar parayı yurtdışına vereceğiz.
Çok açık ki 4 milyon ton plastik atığın sorumluluğunu almayan üreticiler, 3 milyon ton geri dönüşmeyen plastik atığı toplamak için plan bile yapmayan belediyeler, takibi bile yarım yapan bir devlet varken faturayı biz ödemeyelim ama doğaya mı ödetelim? Ortada plastik sektörü kaynaklı 9 milyar dolar yıllık cari açık var. Çok açık ki plastiği geri dönüştüremeyenler kullanmasın. Buna şirketler de dahil, bizler de dahiliz. Bunun politikasını devlet yapamıyorsa, üretimine de izin vermesin.
Hem 9 milyar dolar cari açığı hem de 3 milyon ton plastik atığın faturasını doğa ödeyemez, çünkü bu krizi üreticiler, belediyeler ve devlet yarattı. Bu krizi biz yaratmadık ama doğaya ödetmek konusunda diğerlerine ortak olmamalıyız.
(1) http://www.bpf.co.uk/Press/Oil_Consumption.aspx
(2) Konuya dair bir tartışma için bakınız: https://www.theguardian.com/environment/2008/apr/26/waste.pollution
(3) http://rapor.plasfed.org.tr/admin/PICS/files/PLASFED_2015_Sektor_izleme_15339.pdf
(4) http://www.cankaya.bel.tr/uploads/files/2018performans.pdf
(6) https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2017/03/28/markette-naylon-poset-yasaklaniyor/