Anneler ve 'teröristleri'
Bakan Süleyman Soylu kim bilir kaçıncı utanç verici açıklamasını yaptı. "Eminönü’nde gezerken mi kayboldular?" dedi. "Anne, devlet, millet gibi kavramları, yıllarca bunların düşmanlığını yapmış terör örgütleri ve onların çağrısıyla toplanan payandalar" dedi. "Paçozlar" dedi. "PKK, DHKPC, TKP/ML, FETÖ" dedi. İşte yine böyle şeyler söyledi. "Anneler ve teröristleri" dedi bu kez de yani.
Feminizm “anne”liğin kutsanmasından kaçınır. Kadın elbette anne olabilir; ancak bu bir zorunluluk değil aslında bir tercihtir. Kadını “anne” olarak değil kadın olarak görür. Anne olmayan kadın yarım değildir yani. Yahut bir kadın üç çocuk yapmazsa vatan haini değildir. Mevcut iktidar yıllardır anne olmayı kutsuyor. Ama bana sorarsanız yalnızca politikalarının bir parçası. Anneleri kutsal gördükleri falan yok yani. Öyle olsaydı, Cumartesi Anneleri’nin 700'üncü haftasında şahit olduğumuz vahşeti görmezdi şu fani gözlerimiz. Yıllardır ağlayan, acıdan dövünen ve yalnızca bekleyen anneleri, kardeşleri, eşleri bir de biz ağlatmayalım diye sakınırlardı en azından. Zaten gereğini yapmıyoruz, zaten yoklarmış gibi davranıyoruz, zaten suçluyuz, bari bir de “güçlü” olmayalım derlerdi.
Gezi’den sonra her direniş kıvılcımından irkildiklerinin farkındayız. Konunun tamamen bununla ilgisi var. Konu tamamen “kimlerin” direndiği. Cumartesi Anneleri'nin mensubiyeti ve yanlarında kimlerin olduğu. Bu sebeple o insanları anne olarak değil birer tehlike olarak görüyorlar. Taş atan çocuklar da öyleydi mesela. Oysa konu AİHM’e taşındı, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu çerçevesinde ele alınmalıydı denilerek Türkiye mahkum edildi. Çocuklar, anneler, kadınlar, yani ezilenler, yani en çok kullanılanlar, yani kandırılanlar…
Bu ülkede acısı çok büyük olanın toplanma hakkı pek yoktur. Acısı büyük olanın etki alanı da büyük olur zira. Tehlike çanları gücü elinde bulunduranlar için çalar ve evet neticede ortaya Ortaçağ’dan kalma bir tablo çıkar. Annelerin kutsallığı birer masaldan ibaret olur, herkes de bunu görür ama “anlamaz”. Anlamak, bilmek ve bilmeyi istemekle ilgili biraz. Neyse ki tarih boyunca hep “bilenler ve bilmeyi isteyenler” kazanmıştır da bu da eninde sonunda iyilerin kazanmasına, gerçeğin ortaya çıkışına tekabül eder. Çünkü insanlık ilerlemeye mahkum.
Madres de la Plaza de Mayo…
Arjantin’de 1976-1983 döneminde baskıcı-militer rejimce “kaybedilen” binlerce insandan sonra çocuklarını bulabilmek için bir araya gelen, Cumartesi Anneleri’nin esinlendiği anneler. “Kaybedeceğin tek mücadele terk ettiğin mücadeledir!” diyenler. Anneler her perşembe günü saat üçte Plaza de Mayo Meydanı’nda sessizce eylem yapar. Gözaltı ve sindirme politikalarına rağmen eylemler devam eder. Öyle ya da böyle dünya onları kabullendi, dünya onları biliyor. Peki anneler üzerinden devam eden baskı ve şiddet niçin? Bu sayede çok sayıda kayıp çocuk ailesiyle buluştu oysa ki… Fakat onlar yine de mücadeleyi terk etmiyor; Arjantin'de 41'inci Türkiye'de ise 23'üncü yılında, kazanan yine de anneler.
Türkiye’de de örgü aynı şekilde gelişti. 700'üncü haftada yaşanan vahşet ilk değil, hatta ağır polis saldırıları sebebiyle cumartesi eylemlerine 1999 yılında ara verilmiş, eylemler 2009 yılında tekrar başlamıştı. Yalnız sanırım bu defa ki fark kalabalıktı. Görüyorsunuz ya onca baskıya ve umut kırıklığına rağmen hakkın ve adaletin yanında olanların sayısı her geçen gün daha da artıyor.
Bakan Süleyman Soylu ise kim bilir kaçıncı utanç verici açıklamasını da yaptı olayın akabinde. "Eminönü’nde gezerken mi kayboldular?" dedi. "Anne, devlet, millet gibi kavramları, yıllarca bunların düşmanlığını yapmış terör örgütleri ve onların çağrısıyla toplanan payandalar" dedi. "Paçozlar" dedi. "PKK, DHKPC, TKP/ML, FETÖ" dedi. İşte yine böyle şeyler söyledi. "Anneler ve teröristleri" dedi bu kez de yani. Hakaret üzerine hakaret, itham üzerine itham etti. Ama onlar bakan, onlar “ak”. Onların karşısında olan her şey ama her şey anne de olsa çocuk da olsa ve en önemlisi haklı da olsa “kara”! Onların yöntemi de bu. Bununla kazandılar. Biliyoruz, biliyorsunuz.
Ama biz ısrarla söyleyeceğiz: Devlet adil olmak zorundadır ve adalet acıya hak ettiği kadarıyla ortak olabilmektir aslında. Devlet en çok o annelere borçlu. Çünkü bize göre 700 hafta, onlara göre kaç milyon dakika…
Kafamı çevirince başucumda Metin Altıok’un kitabını görüyorum. O anneler de “bir acıya kiracı” diyorum. Madem öyle o şiiri şerh düşelim sona:
“Ben kiracıyım bir acıya.Sen imzalarsın sabah akşam
Defterini bensizliğin,
Bense kanla öderim
Kirasını kaldığım evin.
Bir takvimi tersten açardık
Eğer isteseydin.
Sen ey kendiyle yetinen;
Artık suyumuz bulanık,
Bir güneş bile olsa sonunda
Yolumuz kırık, önümüz karanlık
Ve ağır tuğrası alnımızda
Padişah yalnızlığın
Ama yine de umudumuz kalabalık.”