Zirve bitti, bombardıman başladı
Bu harekâtın durması artık mümkün değil. Muhtemelen bu yüzden, Rusya Batı devletlerinden bir karşı atak bekliyor ve cihatçıların bir kimyasal saldırı mizanseniyle buna zemin hazırlayacağını ileri sürüp duruyor. Eğer Batı devletleri sahiden eyleme geçerse, Ankara bu defa, harekâtın durdurulması amacı güttüğü için onlarla aynı safta mı yer alacak?
Tahran Zirvesi hakkındaki değerlendirmemi zirvenin sonuç bildirisi yayımlanmadan yazmıştım. Ertesinde beklenen gelişme, tahminimizden de hızlı başladı. Bu sabahtan itibaren İdlib’in güneyinde, muhtemelen Suriye ordusunun kara harekâtının ilk hedefleri arasında yer alacak yerlere yoğun hava bombardımanı yapılıyor. Uçaklar, helikopterler, varil bombaları, Allah ne verdiyse… (İlk hücumların Cisr el-Şuğur civarına yapılacağı söyleniyordu. Nitekim oraya da bombalar atıldı. Ancak zirveden hemen önceki ve sonraki bombardıman, cihatçı bölgesine güneyden girileceği izlenimi yaratıyor. Belki de ilk safhada bir an önce Halep ile hayatî karayolu bağlantısını ele geçirip emniyete almak hedefleniyordur. Askerî öngörü ve yorum kısmını elbette ben yapamam.)
Zirve ertesinde yaptığım ve yukarıda andığım değerlendirmemin yanı sıra, Fehim Taştekin’in Duvar’daki yazısını da mutlaka okumanızı tavsiye edeceğim. Birçok önemli konuya dikkati çektiği bu değerlendirme ve yorumunda Fehim, Ankara’nın bu zirveye nasıl olmayacak duaya amin diyerek gittiğini anlattı ve hegemonya peşinde koşarken nasıl cümle âlemin “terörist” ilan ettiği örgütlerin “hâmisi ve sözcüsü” konumuna sürüklendiğine işaret etti. Böyle bir konumun sakıncasına uzun zamandır birçoğumuz dikkat çekiyoruz, ama tabiî bu bütünüyle vizyonsuzluğumuzdan; Türk’ün Cihan Hakimiyeti Mefkûresi’ni idrak edemiyor, vermezlerse kendi F-35’ini yapabilecek millî ruha sahip değiliz, bundan!
Zirvenin Türkiye açısından en tehlikeli sonuçlarından biri, dünyanın gözünde, büyükşehirlerde bomba yüklü araçlarla, canlı bombalarla, olmadı kamyonla, bıçakla insan katleden birileriyle -bir defa daha!- sıkı fıkı görünmek. Ve buna, bildiriye alınmamış ateşkes ifadesini canlı yayında dile getirmek yol açtı. Öbür türlü, kapalı kapı ardındaki konuşmayı herkes kendine göre aktarabilecekti. Bu ilginç bir “tercih”! Ya da her yeri oyun alanın sanmanın, hiçbir yanlış davranışından sorumlu sayılmamanın, hiç hesap vermemeye alışmanın sonucu. Yalnız oyun bizim mahallede oynanmıyor; bunu ara sıra hatırlamakta fayda olabilir.
Zirvenin esas önemli sonucu, Ruhani görev mahalline, konuk liderler ülkelerine döndükten sonra, bu sabaha doğru yaşanmaya başlandı. Suriye ordusu ve Rusya uçakları, İdlib’in güneyine yoğun bombardımana giriştiler. Halep'ten, Guta’dan, başka yerlerden alıştığımız bildiğimiz üzre, taş taş üstünde bırakmamacasına, hedef alınan yeri cehenneme çevirmecesine diye tarif edebileceğimiz yoğunlukta değil, ama seçilmiş hedeflere yönelik, ısrarlı, kararlı, kim ölür kim kalır gözetilmeksizin yürütülen bir bombardıman.
Bir harita sunuyorum. Bu haritada hem son bir haftada ve zirvenin hemen ardından bombalanan yerleri göreceksiniz hem de savaşa konu bölgede neresi kimin elinde, kabaca bunu.
Hemen görülecek ki, bölgenin yarısından fazlası (koyu yeşil kısımlar), yok edileceği resmen ilan edilmiş örgütlerin elinde. İkinci olarak, bombardımanların sistematik olduğu, mesaj veya psikolojik üstünlük amacıyla değil doğrudan askerî plan uyarınca yürütüldüğü anlaşılıyor. Bombardımanlar bir haftadır başladı, önce daha çok topçu ateşi ve karadan karaya roketlerdi, bir-iki gün ara verildi, zirveden hemen önce havadan bombardımanla birlikte devam etti, zirveden sonra, bu sabah yoğun şekilde yeniden başladı.
Bu harekâtın durması artık mümkün değil. Muhtemelen bu yüzden, Rusya Batı devletlerinden bir karşı atak bekliyor ve cihatçıların bir kimyasal saldırı mizanseniyle buna zemin hazırlayacağını ileri sürüp duruyor.
Eğer Batı devletleri sahiden eyleme geçerse, Ankara bu defa, harekâtın durdurulması amacı güttüğü için onlarla aynı safta mı yer alacak? Haydi İran’la neyse, ama Rusya ile, İdlib, hattâ Suriye meselesinin çok ötesine geçen ilişkileri böyle bir “karşı safa geçme” hamlesinden nasıl etkilenecek? Basın açıklamasında ötesini berisini hesaplamadan edilmiş lafın sunduğu imkânı hunharca değerlendirmekte bir an tereddüt etmeyen Putin, tam da İdlib meselesinin “halli” için harekete geçmiş Suriye ordusu büyük hasar verdirilecek tarzda vurulurken Ankara’yı durumdan memnun gördüğünde buna karşılığı nereden nasıl verecek?
Dahası, eğer İdlib’teki cihatçı bölgesinde ilerleyecek Suriye ordusuna cihatçılar büyük can kaybı ve zarar verdirir ve o esnada kazara TSK’nın bölgedeki “gözlem noktaları”yla herhangi bir temasın izi ortaya çıkarsa? Bunun gerisi nasıl gelecek?
Yürek kaldıran soruları sürdürmeyip sizi haritayla baş başa bırakıyorum. Neresine, neye bakarsanız bakın, arada hep TSK birliklerinin bulunduğu “gözlem noktaları”na göz atmayı ihmal etmeyin. Bombaların bir kısmı buraların bir-iki kilometre ötesine düşüyor.
(Çeşitli örgütlerin elindeki bölgeleri ayrı ayrı gösteren bir harita sunabilmeyi umut ediyordum, lâkin kaynaklara güvenemiyorum. Bu sunduğum kadarında, tarafı ne olursa olsun herkes aşağı yukarı anlaşıyor. Yine de hatalar olabilir. Varsa, düzelten çıkarsa sevinirim.)
NOT:
Bu yazıyı yazıp yolladığımda Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Daily Sabah’a yazdığı yazıdan haberim olmamıştı. Hatamdır, kusura bakmayın. Fakat iyi ki de olmamış. Şunu diyor: “Türkiye’nin 12 gözlem noktası bulunuyor. Türk askerlerinin varlığı, muhtemel bir saldırıyı önlemenin tek garantisi. Zira Rus savaş uçakları ve rejim kara kuvvetleri, Türk askerleri oradayken bir saldırı gerçekleştirmeyi göze alamaz (sivilleri ve meşru, ılımlı muhalif güçleri umursamadıklarını biliyoruz).” Kendi evladının, yakının tehlike altında olmadığını bilmenin -en hafif tabiri seçmeye çalışıyorum- rahatlığıyla yazılmış bu satırlar, hâlihazırda Türkiye’yi özellikle ahlâken perişan eden muktedir kafa yapısının mahsûlleridir. “Pes!” demekle yetineceğim. Zira fazlasının kimseye faydası olmayacak, artık kulaklarının alışmadığı herhangi bir lafı, bırakın anlamayı, işitemeyecek kadar kibir ve benmerkezciliğe batmış olanlara söz söylemenin anlamı yok. Esas içimden gelenleriyse zaten burada söyleyemem.