YAZARLAR

Lale Devri bitiyor mu?

Lale Devri, bir tür Fransız Devrimi öncesi Versailles sarayı tasavvuruna denk düştüğünden olsa gerek, zavallı Marie Antoinette gibi koskoca imparatorluğun iflasından da bu güzelim çiçekler sorumlu tutulur. Oysa Lale Devri sanat ve kültür tarihçileri açısından verimli bir dönemdir.

Nisan ayında İstanbul’u her ziyaret edişimde refüjleri, yol kenarlarını ve parkları süsleyen milyonlarca (Belediye başkanının açıklamasına göre tamamı yerli ve milli 30 milyon adet) lalenin büyüleyici görüntüsü zihnimde çokça çağrışıma yol açar. Ne yalan söyleyeyim, lale, en sevdiğim çiçeklerdendir. Renkleri, taç yaprakları, uzun boynu ile gösterişli ve güçlüdür lale. Yerine yapılan ve isminin Abdülhamit Han olması muhtemel havaalanının Cumhuriyet’in 95'inci yıldönümünde hizmete girmesiyle artık millet bahçesi olarak hizmet göreceğini öğrendiğimiz Atatürk havaalanından şehre girer girmez sizi lalelerin renk cümbüşü karşılar. Ne var ki, benim öğrenciliğimde okul kitaplarında bize tasvir edilen “Lale Devri” bir tür Fransız Devrimi öncesi Versailles sarayı tasavvuruna denk düştüğünden olsa gerek, zavallı Marie Antoinette gibi koskoca imparatorluğun iflasından da bu güzelim çiçekler sorumlu tutulur. Oysa Lale Devri sanat ve kültür tarihçileri açısından verimli bir dönemdir. Bu dönemde Avrupa’yı daha yakından tanımak üzere Paris, Londra, Viyana gibi şehirlere elçiler gönderilmiş, İbrahim Müteferrika’nın çabalarıyla Avrupa’dan matbaa getirilmiş, ilk defa bir çeviri konseyi oluşturulmuş, bir kâğıt fabrikası açılmış, bir itfaiye teşkilatın kurulmuştur. Bu gibi yeniliklerin yanı sıra, Sultan III. Ahmet, aralarında Versailles’a nazire olarak anılan Sadabad Kasrı’nın da bulunduğu birçok yeni saray ve köşk, İstanbul’un pek çok yerine sebil, çeşme, Topkapı sarayına bir kütüphane, İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için bir su bendi inşa ettirmiş, cami, külliye, medrese yaptırmış; surları onartarak şehri temizletmiş, surların birçok köşesini bahçelerle süsletmişti. Lale, bu ‘millet’ bahçelerinde düzenlenen şenliklerin bir sembolü haline gelmiş, saray çevrelerinde bir lale çılgınlığı baş göstermişti. En farklı lale türünü yetiştirmek üzere gizli bahçeler kurulmuş, lalenin 839 türü yetiştirilmiş, bazı lale soğanları için bin altından fazla bedel biçilmişti. Lale yalnızca döneminin ihtişam, gösteriş ve zevk düşkünlüğünün bir simgesiydi. Hanedan mensuplarının evlilik ve sünnet düğünlerinde günlerce, hatta haftalarca süren eğlenceler düzenlenmeye başlamış, devlet adamlarına orta sınıfın da katılmasıyla giderek yaygınlaşan ölçüsüz harcamalar daha çok dikkat çeker hale gelmişti. Zira saray ve çevresinin gerçekliği ile hazine boşaldıkça ve yeni vergiler salındıkça daha da yoksullaşan halkın gerçekliği uyuşmuyor, hem ulema ve küçük zanaatkârların hem de boş zamanlarında ticaretle uğraştığı için bu vergilerden etkilenen ve askeri reformlardan rahatsızlık duyan Yeniçerilerin öfkesi giderek artıyordu. İşsizliğin artması, İstanbul’un taşradaki istikrarsızlık nedeniyle giderek daha çok göç alması, önemli devlet görevlerine Sadrazam’ın ve Şeyhülislam’ın yakınlarının getirilmesi gibi gelişmeler de bu huzursuzluğun üzerine tuz biber ekiyordu. Nihayetinde, 1718 ile 1730 arasında 12 yıl süren Lale Devri, Patrona Halil İsyanı ile son buldu (i).

Son yıllarda, AKP’nin temsil ettiği iktidar bloğunun Osmanlı’dan kopuş üzerine kurulu Kemalist tarih anlayışını tersine çevirerek Osmanlı’yı hem politik ve askeri hem de kültürel alanda yüceltme yoluyla hayali bir ortak geçmiş yaratma ve çağın gerçekliğine uygun düşmeyen politika tercihlerini bu geçmiş üzerinden haklılaştırıp benimsetme girişimi, kitlelerin gündelik hayatında kurmaca bir Osmanlı güzellemesi üzerinden karşılık buldu. 21. yüzyılın “Osmanlıları”, imkânları dâhilinde turistik tesislerde kaftanlı sarıklı fotoğraflar çektirmekten arabalarının arka camına tuğralı çıkartma yapıştırmaya, dizilerde gördükleri kostümlerle kına geceleri düzenlemekten, taht üzerinde sünnet çocuğu, at sırtında gelin taşımaya ve evlerinin salonlarını varaklı koltuklarla, banyolarını altın musluklarla donatmaya varan çeşitlilikte bir “özüne dönme” çılgınlığına kapılmış görünüyor. İstanbul’un yeniden lalelerle donatılması da tam olarak bu döneme rast geliyor. Ne var ki, iktidarın dış güçleri, döviz lobisini ve Beyaz Sarayı’nda oturup dururken Türkiye’yi çekemeyen ABD başkanı Donald Trump’ı sorumlu tuttuğu ekonomik kriz derinleştikçe, halkın vergileriyle yaptırılan yazlık ve kışlık yeni saraylar, saraydaki resepsiyonlarda ikram edilen adı sanı duyulmamış ithal meyveler, pek de yerli ve milli olmayan Suşi gibi lüks yiyecekler, kamudaki milyonluk makam aracı çılgınlığı ile giderek daha görünür hale gelen israfın da “devlet büyüklerimize böylesi yakışır” gibi sözlerle geçiştirilmesi zorlaşıyor.

Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bu durumu hâlâ Lale Devri yaşama hevesinde olan çoğu devlet erkânından önce görmüş olmalı ki, oğlunu Çırağan Sarayı’nda değil, Hünkâr Çayırı’nda evlendirdi. Böyle olunca konsept de daha mütevazi idi. Basında “Kayı düğünü” olarak adlandırılan bu düğünde kendileri de dönem kostümü giyen damat ve geline kılıç kalkan kuşanmış, eli baltalı, başı külahlı (bu dönem kostümünde başa takılan külahın bir adı vardır elbet ama ben bilmiyorum) arkadaşları eşlik ediyordu. Düğün davetiyesinde, düğünün çayıra kurulacak çadırlarda yapılacağı, at binilip ok atılacağı, dileyen davetlilerin de dönem kostümü giyebileceği belirtiliyordu. Düğün basına kapalı olduğu için Kayı boyu düğünlerinde ne yer ne içerdi, geline ne takardı gibi ayrıntılara vakıf değiliz ne yazık ki. Neyse ki, ana muhalefetteki çıtayı her geçen gün yükselten CHP’nin Kocaeli Milletvekili Tahsin Tarhan, bu düğünün ardındaki subliminal mesajı çözdü ve AKP iktidarının ayrımcı politikalarının birini daha ifşa etmek yoluyla bizleri aydınlattı da, bir nebze olsun rahatladık. Düğün öncesi yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “Sayın Recep Akdağ, atalarımızın mirasına bu şekilde mi sahip çıkacak? Daha geçen hafta Cumhurbaşkanı Malazgirt kutlamaları sırasında, ‘bu alana Selçuklu Mimarisi bir eser yapacağız’ demişti. Sultan Alparslan ile Fatih Sultan Mehmed arasında ayırım mı var? Birine itibar gösteriliyor diğeri ayaklar altına alınıyor. Buradan sormak istiyorum Fatih Sultan Mehmed’in vefat ettiği yer olan Hünkâr Çayırı’na da düğün salonu mu yapacaksınız?”.

Ne diyelim, insanoğlunun fantezi dünyası çok renkli olabiliyor sevgili okuyucular.

(i) Lale Devri hakkında bilgi için bkz. Abdülkadir Özcan, TDV İslam Ansiklopedisi, cilt 27, s. 81-84


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.