Gecikmiş bir Peyk yazısı
Peyk, şarkılarını bir iletişim aracı olarak kullanan topluluklardan. İnsanlara dertlerini ve hissettiklerini şarkılar aracılığıyla anlatıyor. Bunu yaparken işin kolayına kaçmıyor ama: Körü körüne mesaj vermiyor, dinleyenleri düşünmeye davet ediyor. En önemlisi, “Gamsız Öküz” ya da “Don Kafa” gibi (görece biraz daha popüler) şarkılarda karşımıza çıkan özeleştiri daveti. Günümüzde en zor olan, insanın kendi kendini eleştirmesi. Kaldı ki bu şarkıları barındıran “İçimdeki İz”e adını veren şarkı da böylesi bir daveti haiz.
Çocukken gözümü gökyüzüne diker, açık havalarda her gün aynı saatte Çanakkale’nin üzerinden geçen küçük sarı ışığı arardım. Aynı yönden gelir, aynı yöne giderdi ve ben dedemin terasında onun ortaya çıktığı anı heyecanla karşılar, kaybolana kadar seyreder, türlü hayaller kurardım. “Peyk” demişti dedem, çok sevmiştim. Sadece durumu değil, sözcüğü de. O dönemde okuduğum kimi çizgi romanlarda karşıma çıkan peykin aslında uydu olduğunu, tepemizde dönüp duran insan yapısı uydulara eskilerin sunî peyk dediğini sonradan öğrendim. Peyk kelimesi tek başına kullanıldığında Ay’ı işaret ediyordu.
O yıllarda bu sözcük iki kere daha dolaşıma girdi. İlki korkutucuydu: Amerikalıların sunî peyki Skylab 1979 ortalarında kontrolden çıktı, atmosfere girdi ve bir süre “tepemize düşecek” paniği yaşandı. Gözlerden ırak bir noktaya sessiz sedasız düştüğünde rahat bir nefes aldığımı hatırlıyorum. İkincisi, benim açımdan gurur verici zira Sovyetler Birliği, tam da çocukluğumun deli çağlarına denk gelecek bir dönemde İzmir Fuarı’nda sergilemek üzere bir sunî peyk getirdi ve ben koşarak onu görmeye gittim. Her gün yukarıdan geçen, filmlerden, ansiklopedilerden ve çizgi romanlardan bildiğim hayal nesnesini yakından gördüm. Çanakkale’ye döndüğümde mahallede ve okulda büyük süksem olmuştu: Peyk görmüş bir insandım!
Sonrasında peyk kelimesi ortadan kalktı, yerini yaygın bir kullanımla “uydu” aldı ama ben her zaman onu aklımın bir yerinde tuttum. ‘60’lı yıllarda çevrilen bilim-kurgu romanlarını okurken her karşılaşmamda gülümsedim. Kimi zaman yüzümü yine gökyüzüne çevirdim ama geçme zamanlarını bilmediğim için hiç peyk göremedim. Şimdi akıllı telefonlar var, size “uydu”ların geçme zamanını ve koordinatını söylüyor ama görmek için dağın başına çıkmanız gerekiyor –ki ışık gözünüzü almasın, görüşü engellemesin…
Gözümüzü alan, görüşümüzü engelleyen ışıklar sadece görünür olanlar değil. Yazık ki bu ara başımızda sormayı, sorgulamayı, araştırmayı bilmeden yaşamamızı isteyen bir iktidar var. Çok şeyi görünmez kılıyorlar, görmemizi (ya da bilmemizi) istemiyorlar. Gözümüze ışık tutuyorlar, ortalığı lüzumsuz bir şavkla aydınlatıyorlar ve sadece gösterdikleriyle yetinmemizi istiyorlar. Şüphesiz herkes bununla yetinmiyor ve aradan “daha”sını merak edenler, gösterdikleri illüzyonu bozmak isteyenler de çıkıyor. Gördüğümüzde, bulduğumuzda onlara sarılıyoruz, bırakmak istemiyoruz. Bu noktada, çocukluğumda yaptığım gibi yan yana olduğum sürece bana hayaller kurduran ve kendimi iyi hissetmeme sebep olan bir ekipten bahis açmanın tam zamanı: Peyk. “Çocukluk hayallerimi geri döndüren ekip” diyeceğim ama değil: Kendimi bildiğim zamanlarda ve sonrasında güzel bir gelecek için kurduğum nice hayali bana yeniden hatırlatan, yan yana yürüdüğümde güç aldığım bir ekip, Peyk.
Kökü 1991’e uzanan bir topluluktan söz ediyorum. Onları ilk albümlerini yayımladıkları 2007 yılında tanıdık belki ama öncesi de var. İrfan Alış ve Serdal Ersoy, İstanbul Üniversitesi’nde tanışmış. Bu buluşma sonrasında topluluğun temeli atılmış ve ikili o dönem yazdıkları kimi şarkılarla bahar şenliklerinde seyirci önüne çıkmış ama Peyk’in bugünkü halini alması için biraz zaman geçmesi gerekmiş. 1995, Özgür Ulusoy ve Ertan Çalışkan’ın topluluğa katıldığı tarih. Sonrası hızlı ilerlemiş… Peyk, 2006’da Barış Tokgöz’ün katılmasıyla son hâlini almış. Ertesi yıl, ilk albümleri “Sulu Şaka”yla tanıştık –ki belki de Peyk tarihini tam da buradan başlatmak gerekiyor.
“SuluŞaka” raflarda yerini aldığında Roll onların kapısını çalmış, Merve Erol ve Ayşegül Oğuz, heyecanlı bir söyleşi yapmıştı. Söyleşinin girişi, hislerimize tercüman: “Genç grup zannedip Peyk CD’sini jelatininden çıkardık, taktık ki şaşırdık, bu olgun, gamdan yana dolgun rock nasıl bir gençten çıkar diye kendimize sorduk. Meğer Peyk’in mazisi varmış, ‘Sulu Şaka’ geç gelen bir ilk albümmüş. Yıllar yılı kendi yazdıkları şarkıları çalıp söyleyen beş ahbap çavuş nihayet ele avuca gelen bir albümün, iki çizgili klibin sahibi.”
Her biri ayrı gelenekten gelmiş, aynı “gelenek”te buluşmuş beş gencin ortaklaştığı müzik reggae. Bunu tahmin etmek zor değil zira albümlerde izlerine sıklıkla rastlıyoruz. Topluluğun kimi elemanları, geçmişlerinde reggae yapan topluluklarla çalışmış, barda cover söylemiş. Buna rağmen yan yana geldiklerinde hiçbir zaman cover’a meyletmemişler. Peyk’i güçlü kılan özelliklerden biri bu: Birilerinin birilerine sevdirmek için şarkılara yaptığı makyajın nasıl da yapay durduğunun farkında oldukları için her zaman kendi şarkılarını, kendi istedikleri gibi söylemeyi tercih etmişler. Burada şu cümleyi kurmak elzem: Sevdiklerimiz, sevdikleri. Kendimize yakın hissetmemiz de bundan.
24 Haziran seçimlerinden hemen sonra bir yazı yazmış, içinden Peyk’i geçirmiştim. Yeni albüm “Lay Lay Lom”un dinleyicilerle buluştuğu dönemdi ve albümdeki arabesk tınılı “Sabret”i bir kenara ayırmış, topluluk üzerine uzun bir yazı yazma niyetinde olduğumu söyleyerek sözlerini anmıştım. Umutsuz başlayan bir şarkı, “Sabret”: “Masallar anlatır birisi inansan iyi edersin / Hayaller gidin başımdan / Bitti bir devir, gelmez ki yenisi…” Sonrasında, umut öfkeyle bileniyor: “Her taraf kara adamlar / Öfke lazım bana biraz…” Peyk’in şarkılarında bu hep var: En umutsuz görünende bile bir umut var ya da sizi o umuda yönlendirecek bir yol…
Peyk üzerine yazmak kolay çünkü başından beri takip ettiğim, iyi bildiğim, zaman zaman aynı sahneyi paylaştığım, sıklıkla konserlerini izlediğim bir grup. Diğer yandan tam bir kapalı kutu. Bu, haklarında iki kelam etmeyi zorlaştırıyor belki ama yine de cümleler çekinmeden kuruluyor çünkü şarkıların izini sürerek ulaştığınız yer, ulaşmak istedikleri yer. Bunu bilmek, insanı rahatlatıyor. En azından ben bu rahatlıkla yazıyorum bu yazıyı. Çok zamandır aklımda olan ancak memleket ahvalinden fırsat bulup yazamadığım yazının tetikleyicisi, İrfan Alış’ın twitter üzerinden sarkıttığı sitem… Geçtiğimiz gün şunları yazdı: “Peyk yeni albüm yaptı. Fena da olmadı. Ve bir çok Peykseverin haberi yok bundan çünkü tanıtım yapamıyoruz şu an iş güç yüzünden.”
İrfan, “iş güç yüzünden” demiş –ki doğrudur– ama işin bir de diğer tarafı var: İktidar medyası ve onları destekleyen kanallar Peyk’e yer vermiyor. Elimizde olan birkaç gazete ve kanal yazık ki albümü duyurmaya yetmiyor. Tam da bu yüzden “Lay Lay Lom”u elden ele uzatmak, çevredeki iki-üç insanı uyandırmak adına bir adım atmak gerekiyor.
Albüm, yedi şarkıdan müteşekkil. Açılış şarkısı, albüme adını veren şarkı. Peyk burada Fuat’la buluşmuş, farklı bir limanda kendine yer bulmuş. Denizleri dolanırken bir de karşı kıyıya uğramış ve Spiros Peristeris bestesi “To Minore Tis Avgis”i “Uyan” adıyla yorumlamış. Az önce andığım “Sabret”in dışında “Denizdeyim”, “Koy G…”, “Adın Batsın Süpermen” ve İngilizce sözlü “Nobody”, albümdeki diğer şarkılar. “Nobody”, topluluğun arada yayımladığı “Paydos”un İngilizcesi. İrfan Alış’a sorarsanız “Paydos”, “Nobody”nin Türkçesi! Neticede elde iki dilli bir şarkı var, hangisini dinlemek isterseniz dümeni oraya kırıyorsunuz…
“Lay Lay Lom” CD ya da plak olarak basılmadı. “Teslim Olma”, 2014 yılının sonlarında yayımlanmıştı; şimdilik CD olarak basılan son Peyk albümü. Burada yeni şarkıların yanı sıra eski şarkılar yeniden gün yüzüne çıkmış, daha bizden düzenlemelerle dinleyiciye ulaşmıştı. Bir anlamda Peyk repertuvarının yeniden gözden geçirilmiş hâli ama diğer yandan ziyadesiyle yeni.
2011 tarihli ikinci albüm “İçimdeki İz”in yorgun şarkılarından “Sobe”, “Teslim Olma”da dingin bir şekilde karşımıza çıkıyor. Şarkıda geçen dizelerden biri umutsuzlukla yazılmış gibi: “Artık hayalim yok, ne ideal…” Oysa öncesinde sorulan sorular ve sonrası, insanı uyandırmaya yönelik: “Kim sana bunu yap diyor? / Kim köşeleri kap diyor? / Kim büyük adam ol diyor? / Bu fikir manyağın tekinin.” Nitekim, “Teslim Olma”da karşımıza çıkan (ve albüme de adını veren dizeyi barındıran) “Sobe II” alt başlıklı “Yürüyor Sokak”, umutsuzluğun öfkeyle umuda döndüğü noktayı işaret ediyor: “Kim sana bunu yap diyor? / Kim sana boyun eğ diyor? / Kırılsın belin lan / Dimdik durmaktan / Korkma yasaklardan / Sen bana yaslan”
Şarkının her noktasına Gezi zamanı bizi şaşırtan o şahane direniş sinmiş. Anlatılan, yaşadığımız hikâye. Sokak “yürüyor, yanıyor, uyanıyor”. Hayalimizi, tam da gerçek olacak hissine kapıldığımız günlerde dile getiren bir şarkı bu. Üstelik umutsuzluktan tümüyle uzak: “Açılsın yolun dost, varamasan da / Korkma alçaklardan, haklısın dayan!”
Peyk, şarkılarını bir iletişim aracı olarak kullanan topluluklardan. İnsanlara dertlerini ve hissettiklerini şarkılar aracılığıyla anlatıyor. Bunu yaparken işin kolayına kaçmıyor ama: Körü körüne mesaj vermiyor, dinleyenleri düşünmeye davet ediyor. En önemlisi, “Gamsız Öküz” ya da “Don Kafa” gibi (görece biraz daha popüler) şarkılarda karşımıza çıkan özeleştiri daveti. Günümüzde en zor olan, insanın kendi kendini eleştirmesi. Kaldı ki bu şarkıları barındıran “İçimdeki İz”e adını veren şarkı da böylesi bir daveti haiz. Bu durum, Peyk’i diğer topluluklardan ayırıyor ve memleket müzik tarihi içerisinde ayrıcalıklı bir yere koyuyor. Onlar için müstesna sıfatını kullanmak yanlış değil. Başından beri dikkatle takip ettiğim, önemsediğim topluluklardan biri olduğunu tereddütsüz söyleyebilirim. Şunu da ekleyeyim: Beni zaman zaman şaşırttı ama hayal kırıklığına uğratmadı.
Her şeyin hızla değiştiği günümüzde değişmeyeceğinden emin olduğumuz, güvenimizi hiçbir zaman sarsmayacak bir topluluk Peyk. Yan yana yürümek onun için güzel. Süpermen’in bile sponsorsuz iş başına gelmediği dönemde sığınılacak bir liman, okyanusun ortasında bir ıssız ada, yüzme bilmeyenleri yüzeyde tutacak bir can yeleği.
Başta uydudan dem vurdum, peyk kelimesinin hatırlattıkları üzerinden birkaç cümle kurdum. Sonda, kelimenin pek bilinmeyen anlamından söz edeyim: Osmanlı döneminde önemli haberleri ve padişah buyruklarını hızla yerine ulaştıran askerlere peyk denirmiş. Rivayet odur ki bu askerler ayaklarında zillerle ve “savulun” diyerek koşar, en hızlı şekilde emaneti yerine teslim edermiş. Peyk bu kadar yaygara yapmıyor ama emanetin en hızlı şekilde yerine teslim edilmesi gerekiyor. “Lay Lay Lom” ve diğer Peyk albümleri sizi bekliyor. Sadece eğlenmek değil hem de üzerine düşünmek için…