Kafkaesk adalet
Avukatlar, son birkaç yıldır yerlerde sürükleniyor, darp ediliyor, yok yere yargılanıyor, aşağılanıyor, dirençleri kırılmaya çalışılıyor. Fakat adalet, eşitlik ve özgürlük için mücadele eden insanlar, kendilerine ne yapılırsa yapılsın aşağılanmış olmazlar.
“Biri Joseph K.’ya iftira etmiş olmalıydı; çünkü kötü bir şey yapmamış olmasına karşın bir sabah tutuklandı.”
Bu cümle Kafka’nın “Dava” kitabının bir hayli çarpıcı –ve şimdilerdeki yaşam pratiğimizden tanıdık- ilk cümlesi. Bu ara sürekli aklıma Kafka geliyor ve Kafka’nın bir dahi olduğuna her gün daha çok inanıyorum. Korkunun hakim olduğu bir düzende insanların yaşadıklarını o kadar güzel anlamış ve anlatmış ki…
Kafka deyince aklıma şöyle bir görüntü gelir (“Dava” kitabından aklımda kalandır bu tasvir); floresan lamba aydınlatmalı soğuk adliye koridorlarında korkuyla bir bilinmezi bekleyen insanlar…
Biliyorsunuz ÇHD’li (Çağdaş Hukukçular Derneği) meslektaşlarımız geçtiğimiz hafta boyu ilk duruşmalarına çıkarıldılar ve haklarında tahliye kararı verildi. Hepimiz bir hayli şaşırdık; zira adalete inancımızın kalmadığı bu düzende bünyemiz -savcının aleyhe mütalaasına rağmen- neredeyse mükemmel bir gerekçeyle verilen tahliye kararlarına alışık değil. Pek sevindik tabi. Fakat elbette uzun sürmedi; ertesi gün her şey “olması gereken haline(!)” geri döndü, savcının itirazı üzerine meslektaşlarımız tekrar tutuklandı.
Bir mahkeme vermiş olduğu –bizce hukuka son derece uygun- bir tahliye kararını nasıl olur da saatler sonra geri alır?
Sizin aklınız eriyor mu? Benimkinden pes…
Pazar günü, meslektaşlarımız hakkında çıkarılan yakalama kararının infazı için yapılan duruşma sırasında akıl ermez bir durum daha yaşandı: Av. Selçuk Kozağaçlı “Hakkımda yakalama kararı varmış buyurun buradayım” diyerek kendi ayaklarıyla geldiği adliyede sorgusu tamamlanmadan gözaltına alındı. Kozağaçlı salona girdi ve mahkeme heyeti duruşmaya ara verme kararı aldı. Kozağaçlı “Sanık olarak hakim izin vermeden salondan asla çıkmam” demesine rağmen duruşma salonundaki avukatlar zorla dışarı çıkarıldılar.
Avukatların zorla salondan çıkarıldığı esnada çekilen kamera kayıtlarını izlerken yine Kafka’yı hatırladım. Gözüm adliye koridorlarının döşemelerine ve bekleme banklarına takıldı. Yüzlerce, binlerce kez arşınladığım, evimdeki koltuktan daha çok haşır neşir olduğum koridorlara ve oturduğum banklara… Yabancı gibi geldi. Ürperdim. Şu andan itibaren yazıya Kafka’nın Dava’sından alıntılar (tüm tırnak içi cümleler) yaparak devam edeceğim. Halimiz şuna benziyor:
“Yasa önünde nöbet tutan bir bekçi vardır. Taşralı bir adam bir gün ona gelip yasaya girme izni ister. Ancak bekçi, o anda izin veremeyeceğini söyler. Adam düşünür ve daha sonra girip giremeyeceğini sorar. Belki der bekçi, ama şimdi olmaz. Bekçi her zamanki gibi açık duran kapının önünden çekilir ve adam içeri bakmak için eğilir. Bunu gören bekçi güler ve şöyle der: ‘Madem ki girmeyi bu kadar çok istiyorsun, beni aşarak içeri girmeyi bir dene bakalım. Ama bil ki ben güçlüyüm. Üstelik bekçilerin en küçüğüyüm. Her bir salonun girişinde gitgide daha güçlü bekçilere rastlayacaksın. Üçüncüsünden itibaren onların görüntüsüne ben bile katlanamıyorum.’ Taşralı adam bunca zorluk çıkacağını beklememiştir. Yasanın herkese her zaman açık olduğunu sanmıştır.”
Oysa “Kanun, isteyen herkes için herhangi bir zamanda erişilebilir olmalıdır”. Hukukun temel ilkesidir; yasalar tektir ve herkes için eşit şekilde uygulanır. Diğer bir deyişle; “Adaletin hareket etmemesi gerekir, aksi halde terazi sallanır ve doğru ölçemez”. Fakat bugünlerde kanuna erişemeyen ve ne ile suçlandığını bilmeyen insanlar tıpkı Joseph K. gibi içinden şu cümleyi tekrarlayıp duruyor: “Bu yasa sanırım yalnızca sizin kafalarınızda var”.
Avukatları duruşma salonundan çıkaran polislere bakıyorsunuz, belli ki avukatların her ne pahasına olursa olsun salondan çıkarılmalarına ilişkin çok net bir emir almışlar. Aldıkları emri uygulamaya şartlanmış herkes gibi düşünmeye gerek duymuyorlar. ‘Bunu yapamazsınız, bu hukuka aykırı! Dokunma!’ diye haykıran avukatların sesleri emir erlerinin arasından geçip boşluğa gömülüyor. Ve durumun absürtlüğü romandaki şu cümleleri hatırlatıyor: “Bütün bu saçmalığın ortasında, memurların en kötü yozlaşmalara sürüklenmeleri nasıl önlenebilir? Bu, olanaksızdır ve en yüksek düzeydeki yargıç, bunu kendisi için bile başaramaz. İşte bu nedenle nöbetçiler, tutuklananın sırtındaki giysileri çalmaya çalışıyorlar, gözetmenler başkalarının evlerine zorla giriyorlar ve işte yine bu nedenle, suçsuz insanların, sorguya çekilecekleri yerde, bütün bir kalabalığın önünde aşağılanmaları yeğleniyor”.
Evet, avukatlar, son birkaç yıldır yerlerde sürükleniyor, darp ediliyor, yok yere yargılanıyor, aşağılanıyor, dirençleri kırılmaya çalışılıyor. Fakat adalet, eşitlik ve özgürlük için mücadele eden insanlar, kendilerine ne yapılırsa yapılsın aşağılanmış olmazlar. Çünkü gerçek şu ki; “Her şeyden önce özgür insan, bağımlı insanın üstüdür” ve özgürlük dört duvar arasında olmayla değil, kafaların içindekiyle ilgili bir şeydir.
Maalesef “Bir sürü boş şey arasında adalet kaybolup gidiyor!” Binlerce hatta milyonlarca ‘iyi’ insan, iyiliklerini bir boşlukta körebe oynayarak harcamak zorunda bırakılıyor.
Ancak bizler, ne olursa olsun adalete olan inancımızı yitirmeyeceğiz; çünkü biliyoruz ki; “Geleceğe, olgunlaşmaya ve ilerlemeye yönelik bir umut olmadan anlamlı bir yaşamdan söz edilemez”. Ve ülkemizin adil günlere bir an evvel kavuşması için mücadele vermekten asla vazgeçmeyeceğiz. “Kesinlikle yarı yolda durmamak gerekirdi, bu sadece iş yaparken değil, her zaman ve her yerde yapabilecek en büyük saçmalıktı” diyor Kafka, biz de yarı yolda durmayacağız, adalete giden yolda kararlı bir şekilde yürümeye devam edeceğiz.