Sonbahar tezleri
Okumadığı bir kitap ya da izlemediği bir diziden söz edilirken renk vermeden muhabbete katılanların tamamı, kitap ya da filmdeki bir ayrıntıdan söz edilirken gülümseyerek “orayı tam hatırlayamadım yaw” der. Aynı şey aynı muhabbette 20 kez gerçekleşse bile kimse onun yalan söylediğini fark etmez, çünkü okuyanlar ya da izleyenler kendilerini “bahsetmeye” fazla kaptırırlar.
İki yazı yazıyorum şimdilerde. Birinin adı “Antalya’nın fethinde Kürtler”, öbürünün adı ise “Antalya’nın ‘kuyruklu’ Kürtleri.” Birbirinin devamı. Söylemesi ayıp birkaç kaynak buldum ve hemen hepsi “bena na” diyen ağabeyi doğruluyor. Bu arada bir zamanlar çok yayılan bu konuşma hakkında Serkan Günay’ın harika bir yazısı vardır, okuyunuz. Sözünü ettiğim yazılar ekim gibi burada olur bu arada. Şimdilik biraz daha tez paylaşayım diyorum. İşte kırkı daha.
101. Mecburî hizmet mecburiyetiyle taşraya gelen memurların milliyetçi olması sosyolojinin değil, psikanalizin konusudur.
102. Tezleri için sağdan soldan fikir almaya çalışan yüksek lisans öğrencilerinin yüzde 34’ü tezi mezi bırakıp KPSS çalışır.
103. Japon animelerinden yeni bir din gibi bahseden tipler, 15 yaşından küçük erkek yeğenlerinin geçici hayranlığını kazanır.
104. Her evde bir “dayı sorunu” vardır. Uzun süre ortalıktan kaybolur. Dönünce salondaki kanepede yatar. Uzun süre kalınca bu kez evin ve çocukların düzenini alt üst eder. Ona yönelik merak ve özlem gıcık kapmaya döner. Bu dayılar 45’i geçince, boşanmış ve çocuksuz bir hanımla Ege’de bir kasabaya yerleşir ve incik boncuk, havlu, terlik, şnorkel satışı yaparlar.
105. Milliyetçilik taşranın folklorudur.
106. İnsan hayatında bir kere âşık olur ve bu aşk kesinlikle mutsuz bir aşktır. Aşk ölmeyi göze almak eylemi iken takip eden ilişkiler hayatta kalmak için yaşanır.
107. Sade kahve içenler sipariş alan garsona “şekersiz” dedikten sonra garson tarafından vurgulu bir “ yani sade” lafıyla ayarı yerler.
108. Açık çay içen her kadın güzel gülümser.
109. Parkta sohbet eden insanlar birbirlerini paso onaylarlar. Bilimde buna Yeşil Çim Etkisi (YÇE) denir.
110. Evi mezarlığa bakan çocukların dörtte üçü sayısalcı olur.
111. Mayıs ayı ortalarına kadar yeterince zayıflamadığını düşünen yazlıkçıların önemli bir bölümü 3. halifeyi 2. halife ile karıştırır.
112. Başkasının savaşmasına bakıp durduğu yerde coşanların çoğunun ortanca teyzesi evde kalmıştır.
113. Halı saha, alt ve orta sınıfa mensup mutsuz erkeklerin mabedidir.
114. Bir şehirdeki insanların medenilik ölçütü, şehir içindeki ağaçlar ve parklarda sincap olmasıdır. Eğer ağaçlarda sincaplar var ise, açlıktan dolayı onlara saldırabilecek sokak kedi ve köpeklerini doyuran duyarlı bir kesim var demektir.
115. Toplu taşıması dolmuşlarla yapılan bir şehirde bienal düzenlemek iyi bir fikir değildir.
116. Arzu adlı kadınların yüzde 64’ü 1974, Aslıların yüzde 72’si 1977, Fulyaların ise yüzde 81’i 1984-1985 doğumludur. Melisaların yüzde 96’sı 1983-1989 doğumludur. Aleynaların hiçbiri 29 yaşından büyük değildir. Melisa ve Aleyna adları yabancı dizilerden alınmadır. Alena-Aleyna ve Melisa-Melisa gibi.
117. Eski dinciler takke takardı, yeni dinciler saç ektiriyor.
118. Güzel Kürt kadınları diksiyonu düzgün ortalama Türk erkekleriyle çıkarlar.
119. Bütün eski kitapların kapak ve sayfalarında ölülerin parmak izleri vardır.
120. Enes adlı erkeklerin yüzde 54’ü ile Ökkeş adlı erkeklerin yüzde 62’si Anteplidir.
121. Sen depresyonda değilsin, dünya tuhaf bir yer.
122. Eskiden yüze makyaj yapılırdı, şimdi yüze tuval muamelesi yapılıyor.
123. Dış hat uçuşlarında birbirlerinin koltuklarının tepesine dikilerek gürültülü bir neşeyle konuşan 4-5 kişilik grupların arkadaşlığı, ortalamasını aldığımızda 29 yıl önce başlamıştır.
124. Türbanlıların yüzde 38’i sekülerdir. Bekâr hosteslerin yüzde 54’ü uçak yolculuğu boyunca alyans takarlar. Boşanmış kadınların yüzde 61’i önlerine bakarak yürürler. Yalnız başına bir mekâna giden kadınların yüzde 89’u en uzak masada oturup sürekli biçimde dışarıya bakarlar. Bütün bunların nedeni, erkek denen “bazı” hıyarların da aynı yerlerde görülmesidir.
125. İnsanların yüzde 67’si, anons okuyanların iş dışındaki hayatlarını merak eder.
126. Okumadığı bir kitap ya da izlemediği bir diziden söz edilirken renk vermeden muhabbete katılanların tamamı, kitap ya da filmdeki bir ayrıntıdan söz edilirken gülümseyerek “orayı tam hatırlayamadım yaw” der. Aynı şey aynı muhabbette 20 kez gerçekleşse bile kimse onun yalan söylediğini fark etmez, çünkü okuyanlar ya da izleyenler kendilerini “bahsetmeye” fazla kaptırırlar.
127. Yeşil dolar kara gün içindir. (Bu arada doların rengi gerçekten de yeşil mi? Asistanlarıma araştırmaları için ödev diye bu konuyu verdim.)
128. Okul servisi bekleyen sabahçı çocuklardan yarısı, servisin kaza yapmasını diler. Bunların yarısı böyle düşündüğü için üzülüp kendini suçlar. Geri kalan yarısının yarısı başka bir şey düşünemeden servis köşeden görünür. Geri kalan yarının yarısı ise halen servis beklemektedir.
129. İnsanların neden öldürüldüğünü bilmek, insanların öldürülmesine karşı çıkmamak anlamına gelmez. Fazla bilinçli olmak, hümanist olmanın önündeki engel değil, hümanist olmanın gereği ve sonucudur.
130. Sonradan zengin olanlar villanın havuzunu yüzmek için değil, halı yıkamak için kullanırlar.
131. İşyerindeki monitörünün üstüne aşağıya sarkan ördek, kuğu ya da kaz biblosu veya masasına çocuğunun ya da yeğeninin fotoğrafını koyan çalışanlar, o işyerinde çalışmaktan memnundur.
132. Yeni Zelanda’nın vize istemesinin hiçbir anlamı yoktur.
133. Rusların yüzde 87’si, bir Rus klasiğinde rol almıştır.
134. Nikâh memurları belediyenin verdiği yetkiyle bir sandalyeye yaslanırlar.
135. Akademisyenlerin ve entelektüellerin önemli bir kısmı okumaz, okuyanlarla sohbetlerinde edindikleri bilgi ve tespitleri aynı sohbette yer almayanların bulunduğu sohbetlerde tekrar ederler.
136. 404 adlı bir yapıştırıcıdan sonra 104 adlı bir yapıştırıcı piyasaya sürülmüştü. Normalde markalar her ürüne daha yüksek bir numara verirler. 104 istisnadır. Sonra 204 de çıktı.
137. Buluşma yerine erkenden gidenlerin büyük halasının görümcesi, 1.75 dereceli gözlük kullanır.
138. Türkçe edebiyatın en güzel roman ismi, Yılmaz Onay’a aittir: “Yazılar: Filmatik.”
139. Dürüm açık havada yenir.
140. Çocukken Ferdi Merter’in sunduğu “Ahmet’in Günlüğü” adlı şeyi belli bir duygum olmadan seyrederdim. Anneyi Nurcan Sürer, babayı Selçuk Yöntem, Ahmet’i Cüneyt Gündoğdu oynuyordu. İşte Ahmet o gün bir şey yaşıyor, anne babası ona bir şey diyor, o da gece uyumadan önce gidip günlüğüne o şeyi yazıyor. Atalay Yörükoğlu adlı akademisyen de her şeyi baştan sona bilimsel olarak yorumluyor filan. Ahmet o çıtkırıldım ve steril dünyada yaşarken bizim gibi çocukların evleri başlarına yıkılıyordu. Çoğumuzun babası ya mezarda ya hapisteydi. Annelerimiz 25’ini görmeden yaşlanıyordu. Bu yüzden hiç sevmedim o Ahmet’i. Yıllar sonra çok güzel gülümseyen Ferdi beyi Ankara-Ulus’taki AKM’nin kafelerinden birinde gördüm. Fark ettirmeden uzun uzun baktım. İnsanın çocukluğuna bakması gibi bir şeydi.