Biber yemeği ve diktatörlük mevsimi
Tabakta birazı yenmemiş olarak geri dönerse neden yemediler acaba diye üzülüyordum. Bir yemeğe hiç dokunmamışlarsa gidip sormak istiyordum. Yerlerken yüzlerine bakıyordum. Nasıl buldular anlamaya çalışıyordum.
Biberleri ince dilimliyordum. İnce uzun. Renk olsun diye biraz kırmızı biber de ekliyordum, sararmışlardan da. Ne kadar çok renkli görünürse yemeğin o kadar güzel olduğuna inanıyordum. -Her zaman batıl inançlarım oldu. İşler yolunda gitsin diye söylediğim bir marşım da var. Mesela otostopta artık çok beklediğimizde ya da sınırı kaçak geçerken filan içimden söylediğim. -"Batıl inanç uğursuzluk getirir" diyordu Umberto Eco. Paradoks harika bir tat bırakıyor damakta ama bu marştan haberi yok diye düşünüyorum. Umberto Eco liberal zaten biraz-
Biber yemeği bu. Babaannemden miras kaldı bize. Çok bin yıl önce. Kiraz mevsimi doğmuştu öyle diyordu, bir diktatörlük mevsiminde hayatını kaybetti, ben cezaevindeyken. Kiraz mevsimi kalmadı ama iklim değişmedi o kadar galiba. Diktatörlük mevsimi var yine karanlık ve soğuk.
Bir arkadaşın pansiyonunda aşçılık yapıyordum. 30-35 kişiye yemek pişiriyordum. Horasan harcından kulübe yaparken birden üstüme kaldı iş. Katalan yemeği yapıyordum Pan con tomate, ekmeğin üstüne sürülmüş rendelenmiş domates ve sarımsak aslında. İspanyolca adını söyleyince havalı oluyor. Sadece böyle değil, tavuk döner de yapıyordum mesela. -"Bir yerde tavuk döner varsa umut vardır" diyordu duvar yazısı.- Döner tezgahı olmadığından, donmuşken ince ince dilimlemek gerekiyor tavuğu ve demiştim biber yemeği, aile mirası. Akşam yemeği dünya mutfağı oluyordu yani.
Tabakta birazı yenmemiş olarak geri dönerse neden yemediler acaba diye üzülüyordum. Bir yemeğe hiç dokunmamışlarsa gidip sormak istiyordum. Yerlerken yüzlerine bakıyordum. Nasıl buldular anlamaya çalışıyordum. Bir film çekmek, kitap yazmak ya da mesela biber yemeği yapmak aynı tadı veriyordu zaten ve çok da beklemek de gerekmiyordu diğerleri gibi. 3-5 adım ötede oluyordu her şey. Yabancılaşmanın boyu sadece 3-5 adımdı bu yüzden.
-Nezaketin de sınıfları var. Eğer aşçıysanız ya da garson, daha yukarıdan bir sağol alıyorsunuz. Ses tonu sıradan oluyor. Yüzünüze pek bakılmıyor. "Orada olmanız bir marangoz hatası" demek geliyor insanın içinden. Yaptığımız işi küçümsediğimizden değil, masadakinin küçümsemeye çalışmasından oluyor bu. Farkında bile değil ama sınıfın günlük işleyiş biçimi bu. Sıradan ırkçılık gibi bir şey. Üstünde hangi meslek önlüğü varsa ona göre sınıfsal nezaket.-
Çoğu zamanda ne varsa ondan yemek yapıyordum. Bir isim uyduruyordum nasıl olsa. Şili usulü alabalık diyordum mesela, üstüne limonlu sarımsaklı sos döküp ve yanında Şili’den bir şey anlatıyordum. Anlattığım uydurma olmuyordu ama. Yemeğin yanına iyi gidiyordu.
Ve sadece başkaları değil, ben de meslek ayırımı yapıyorum. İnsanları doyurmak onurlu bir iş mesela, başkan olmaksa mevsimlik…