Orta vadede hepimiz batığız
20 Eylül’de açıklanan YEP’in beklentisi Türkiye ekonomisindeki sert çalkantı ve durgunluğun birkaç çeyrek sonra yerini toparlanmaya bırakması. Ekonomi yönetimindeki sürüklenme ve kısa vadeli önlemlerin plansızlığı ise aslında orta vadeli hedeflerin yine tutmama ihtimalinin kuvvetli olduğunu söylemeyi gerektiriyor.
Türkiye’nin kur krizi çok hızlı bir şekilde reel sektöre sirayet etti. Baş döndürücü hızla gerçekleşen gelişmelere ekonomi yönetiminin kifayetsizliği eklenince Türkiye’deki durgunlaşma eğiliminin daralmaya dönmesi olasılığı arttı. Durum eski adıyla Orta Vadeli Program (OVP), yeni adıyla Yeni Ekonomi Programı (YEP) açıklamasıyla krizi yönetenler tarafından da kısmen kabul edildi.
HER YIL BİR ADET OVP (YEP), SABAHLARI TOK KARNINA
AKP’nin iktidarda olduğu dönemdeki 14. OVP (Yeni Ekonomi Programı) 20 Eylül’de açıklandı. Bu tarz programların beyhudeliğini şu cümleyle ifade etmek mümkün: 27 Eylül 2017’de açıklanan bir önceki OVP’de 2018’deki büyüme hızı yüzde 5,5 ve enflasyon yüzde 7 olarak öngörülüyordu. Bu hedeflerin bugün yanından dahi geçilemeyeceği bizzat Bakan Albayrak tarafından söylendi.
OVP’ler her yıl öngörülebilirlik sağlamak üzere hazırlanıyor. Yıllık programlardan da bilinen istikrarın korunması, cari dengenin iyileştirilmesi, enflasyonun kontrol altına alınması, ileri teknolojiye dayalı üretim yapısının sağlanması, işgücü kalitesinin ve üretkenliğinin artırılması gibi hedefler YEP’te tekrarlanmış duruyor. Ancak söz konusu programların plasebo etkisi dahi sınırlı oluyor.
Aşağıda OVP’lerde açıklanan ihracat, kişi başı gelir ve işsizlik hedef rakamlarıyla gerçekleşen rakamları derledim. Örneğin OVP 2011-13, bir önceki yılda yani 2010 yılı sonbaharında açıklandı. OVP 2011-13 için tabloda 2011 yılı hedeflerini aldım. OVP’lerin her yıl sonbaharda açıklandığını düşünürsek aslında yaklaşık 15 ay sonrasına dair hedefleri derlemiş oldum. OVP’nin etkisinin sınırlı kalmasının nedeninin sürekli sapma olduğunu bu tabloya bakarak da söylemek mümkün.(i)
Bu yıl Yeni Ekonomik Program’da biraz daha gerçekçi olunması isteği bizzat Bakan Albayrak’ın ağzından önümüzdeki 15 ayda işsizler ordusuna 800 bin kişinin katılacağının ve (yüzde 12,1 işsizlik oranı öngörüsünün anlamı budur), bu yıl için dolar bazında milli gelirin yüzde 10 azalacağının açıklanmasına (763 milyar Dolar GSYH öngörüsünün anlamı budur) neden oldu. Ancak kısa sürede muazzam teknolojik atılım yapılacağı, proje iptallerinden kamuda tasarruf ofislerine atılacak adımlarla 2019’da kamunun 60 milyar tasarruf sağlayacağı, vergi gelirleri artırılırken adaletin sağlanacağı gibi beyanatlar oldukça temelsiz bırakıldı.
Cumhurbaşkanı ve adamları (ii) ekonomideki çöküşü oldukça sınırlı biçimde itiraf ediyor, suçu dışarıya atıyor ve “bu da geçer yahu” mesajı vermeye devam ediyorlar. YEP’te büyüme ve işsizlik beklentilerinin “gerçekçi” görünmesinin arkasında bu yatıyor. Ancak bu rakamların tutturulması için dahi küresel konjonktürün ılımlılaşması, Türkiye’ye sermaye girişlerinin temposunda bir artış gerekli. Cari fiyatlarla GSYH rakamlarından anlaşıldığı üzere zımnen, 2019 için ortalama Dolar/TL kurunun 5,6, 2020 için ise 6 olarak alınması bu bağlamda başka bir gösterge ve krizin boyutlarının tam olarak kavranmadığına işaret ediyor.
EKONOMİ YÖNETİMİ SÜRÜKLENİYOR
Krizin tam olarak kavranamamasının uzantısı kriz yönetiminin krizidir. Çok sayıda örnek arasından seçici bir özet gerekirse şunlar hatırlatılmalı:
32 sayılı kararda yapılan ve 13 Eylül’de yürürlüğe giren değişiklikle birlikte bazı istisnalar haricinde dövizle kira sözleşmeleri yasaklandı. Ancak bu uğraş çok sayıda sözleşmenin yeniden kaleme alınması gerekliliği nedeniyle belirsizliği artırdı. Hazine ve Maliye Bakanlığı karardan bir hafta geçmeden yeni açıklama yaparak piyasanın istekleri doğrultusunda düzenlemenin altının doldurulacağını beyan etti.
BDDK’nın lira üzerindeki spekülasyon kanallarını kurutmak için 13 Ağustos’ta getirdiği swap limiti düzenlemesi liranın maliyetini artırıp piyasa faizine olumsuz etkide bulundu. Sonuç 17 Eylül’de limit düzenlemesinin esnetilmesi ve eski oranlara yaklaştırılması oldu.
Merkez Bankası’nın 13 Eylül’de Türkiye’deki beklentilerin de üzerinde ve uluslararası yatırımcıların işaret ettiği oranda politika faizi artışı gerçekleştirmesi dövizi kontrol altına alamadı. Etki ticari ve sınai faaliyette gözlenen daralmanın ağırlaşması olacak.
Başta Gaziantep Sanayi Odası olmak üzere reel sektör temsilcilerinin isteğiyle 15 Eylül’de gerçekleştirilen teknik iflas düzenlemesi ile kur zararı kaynaklı borca batık görünen firmaların iflas edilmemiş sayılmasına olanak tanıyan bir değişiklik gerçekleştirdi. Sonuç reel sektörde iflasların hukuken ertelenmesi ve öncelikle devlet bankalarının kredi politikaları aracılığıyla riskin finansal alana yaygınlaştırılması olacak.
Kriz yönetiminde atılan adımların 2008 son çeyreğinde başlayan daralma ve 2016 üçüncü çeyreğindeki kısa süreli çöküş ve takibinde alınan önlemlerle bağlantısının izi sürülebilir. Ancak bugün önlemlerin bazen birkaç gün içinde esnetilmesi, değiştirilmesi ve ters tepmesi durumu aslında kriz yönetiminin de kriz içinde olduğuna işaret ediyor. Başka bir deyişle, ekonomi yönetimi, krizin kapsamı karşısında sürükleniyor.
KASIRGALAR GELİP GEÇİCİ Mİ?
Keynes 1923’te “Uzun vade mevcut gelişmelere bakma konusunda yanlış yönlendiricidir. Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız. İktisatçılar, fırtınalı mevsimlerde sadece, kasırga geride kaldığında okyanusun yine durgun olacağını söylüyorlarsa önlerine fazlasıyla kolay ve fazlasıyla faydasız bir görev koymuşlardır” yazdığında, ekonominin sürekli dengeleneceği beklentisi içindeki ana akım iktisatçıların nasıl yanlış bir değerlendirme içinde bulunduğunu anlatmak istiyordu. Bu pasajdan geriye “uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız” aforizması kalmış görünse de kasırganın geçmesini beklemenin faydasızlığını hatırlatmak gerekli.
20 Eylül’de açıklanan YEP’in beklentisi Türkiye ekonomisindeki sert çalkantı ve durgunluğun birkaç çeyrek sonra yerini toparlanmaya bırakması. Ekonomi yönetimindeki sürüklenme ve kısa vadeli önlemlerin plansızlığı ise aslında orta vadeli hedeflerin yine tutmama ihtimalinin kuvvetli olduğunu söylemeyi gerektiriyor.
Krizi yönetmeye kalkanlar uluslararası konjonktürü okuyamadıklarından önlerine fazlasıyla kolay bir görev koymuş durumdalar. Yerel seçimlere kadar idare et, kamuda tasarruf et, teşvik ver, emeği baskıla ve bekle… Son yıllarda sadece rejim değişikliğine ve dar bir kadronun istikbaline odaklandıkları için uzun vadeyle bir işlerinin kalmadığını biliyorduk. Ama açıkladıkları temelsiz program orta vadede hepimizin batık olma olasılığını güçlendiriyor.
(i) 2018 gerçekleşme verileri, YEP geçici tahminleridir. Politika yapıcılar OVP’leri hazırlarken geçerli olan seriler ile tabloyu hazırladım. Örneğin 2014 öncesi işsizlik verisi için 2014’e kadar kullanılan TÜİK işsizlik veri serisini kullandım. 2016 öncesi milli gelir hesabı için eski GSYH serisini kullandım. Eski GSYH serisine göre hasıla rakamlarını ileten Ekin Değirmenci’ye teşekkür ederim.
(ii) Bir sistemden söz edilemeyeceği için bu ifadeyi kullanıyorum, eril çağrışım için özür dilerim, ancak misojinist söylemleri sıklıkla kullanan bir yönetim aygıtı için başka bir ifade uygun olmayacaktır.
Ali Rıza Güngen Kimdir?
Siyaset Bilimci, araştırmacı ve çevirmen. Doktorasını ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde tamamladı. Türkiye’de borç yönetimi, devlet bankaları, küresel Güney’de finansallaşma ve devlet kuramı alanlarında yayımlanmış çalışmaları bulunmaktadır. Araştırmalarına York Üniversitesi'nde devam etmektedir.
Belediye borcu kimin borcu? Kim ödeyecek? 27 Ağustos 2024
Türkiye’nin insani yardımının şifreleri: Kahire 82, Şam 83? 26 Ocak 2024
Yerel seçimlerde sadece yerel yönetimler için mi oy verilecek? 13 Ocak 2024
Yeni Ekonomi Modeli tamam mı devam mı? 30 Haziran 2023 YAZARIN TÜM YAZILARI